Bu Blogda Ara

30 Ekim 2010 Cumartesi

ciziyorum- ercan akyol


Cenap Şahabettin ve Tevfik Fikret

Cenap Şahabettin ve Tevfik Fikret

30 Ekim 2010
Birkaç arkadaş oturmuş konuşuyorlardı, edebiyatı ve siyaseti tartışıyorlardı, konu Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan’ın sanatçılarla ve edebiyatçılarla yaptıkları toplantılardı...
Birinin aklına Hüseyin Baş’ın esprisi geldi, Hüseyin Baş, Adalet Ağaoğlu’nun Cumhurbaşkanı’nın davetine katıldığını duyunca “Adalet yerini bulmuş!” demişti de...
*  *  *
Bir “yandaş”tan söz edilince “Tıpkı Cenap Şahabettin gibi” dediler.
Niye, ne benzerliği var?
Cenap Şahabettin şairdi, yazardı, Askeri Tıbbiye mezunu doktordu...
Bir özelliği daha vardır ki kişiliğini biçimlerdi, Şükran Kurdakul onun için “Hem küçük burjuvaziyi, hem Osmanlı ahlakını örnek alabilecek nitelikleri kimliğinde birleştirme ustalığını başarabilmiştir” derdi.
İktidarda İttihat Terakki partisi vardı, Cenap Şahabettin partinin önde gelenlerine övgü yağdırır, inkılabın kalbi Talat, pazusu Enver’dir diye övgüler düzer. İpek ticareti yaparken “evet Cenap Şahabettin’in tüccarlığı da vardır, bugünkü benzerleri gibi.” Şam’da kendisine ücretsiz vagon verilmesini emreden Cemal Paşa ise, Cenap Şahabettin’e göre “Kadife içinde çelik bir yumruk”tur.
*  *  *
Ama ne zamanki Birinci Dünya Savaşı’ndan yenilgiyle çıkacağımızı anlayınca, Cenap Şahabettin’in atış hedefi de değişir, önce Meclis’e, sonra ittihatçı liderlerde hakarete varan saldırılara başlar.
Anadolu Milli direnişine de karşıdır, ama önce söyleyemez, kılıf arar “milli edebiyat” akımını yerden yere vurur “Türkçe kökenli kelimeleri ağzına almaktan bile utanmaktadır.” Ali Kemal’in Peyam gazetesinin yazarlarındandır, Bursa’yı savunmak için canlarını ortaya koyanlara hiç utanmadan saldırır: “İlkbaharda Bursa ovasını bir savaş alanı yapmak Yarabbi! Bu çılgın teşebbüs, güzelliğe, tabiatın hukukuna, zemine ve semaya, hepsine karşı çıkmak ahmak bir cinayettir.”
Cenap Şahabettin’in Milli Mücadele’ye bakışı budur.
*  *  *
Sonra...
Kurtuluş Savaşı kazanıldığında kendisini “hakir bir şair” diye tanıtır, af diler.
“Milliler” ve “devrimciler” de onu affederler, Ali Kemal’in akıbeti ise linç edilmektir.
Artık eline devrimci kalemini alıp “Gazi hazretleri”nin meziyetlerini belirtip “ebedi, şanlı inkılap kartalı” diye yazmanın zamanı gelmiştir.
*  *  *
Uzun süre tartıştılar, benzettiler, ‘günümüzün Cenap Şahabettin’i kim?’ diye...
Biri “Kim?” diye sormak yetmez?” dedi.
“Kimler demek gerek!”
*  *  *
Cenap Şahabettin’in yaşadığı dönemde bir şair daha vardır: İttihat ve Terakki iktidarına karşıdır, belki de ilk defa ekonomik hak ve özgürlüklerden yoksun olan halka, kâğıt üzerinde tanınan özgürlüğün bir anlamı olmadığını anlar ve “Hanı Yağma“yı yazar:
“Bütün bu nazlı beylerin ne varsa ortalıkta say
Hesap, nesep, şeref, şatafat, oyun, düğün, konak, saray
Bütün sizin efendiler, konak, saray, gelin, alay
Bütün sizin, bütün sizin, hazır hazır, kolay kolay...”
Ve bunların geleceğini söyler.
“Bu harmanın sonu gelir, kapıştırın gider ayak!“
Ya bunlara katlananların?“Yandaşlık yapanlara söylenecek laf yok mudur?“
Olmaz mı?
Tevfik Fikret onlara da der ki:
“Senden de bir hesap arar ati-i müşteki!“
Yani gelecek kuşaklar, senden bugünlerin hesabını soracaktır.

29 Ekim 2010 Cuma

10.yıl nutku

cumhuriyet bayramı -cizgice kapak

29 EKİM *YILMAZ ÖZDİL




29 Ekim



Konstantin...



Yunan Kralı’ydı.



Kayzer’in kız kardeşiyle evliydi; Alman İmparatoru’nun hem eniştesi, hem kuklasıydı. Kayzer ne derse onu yaptığı için, İngilizlerin yanında yer almadı. İngilizler baktı ki, bu kuklayla olmuyor, başka kukla buldular. “Efendi gibi çekil, yoksa seni devirip, Venizelos’u başa geçireceğiz” dediler.



Buldukları kukla, Venizelos değildi aslında...



Kral’ın küçük oğlu Aleksandros’tu.



*



Konstantin tırstı.



Kendisi gibi Alman kuklası olan büyük oğlunu da yanına aldı, Almanya’ya sığındı.



*



Aleksandros hayırlı evlattı!



Babasını yolcu etti...



Tahta geçti.



*



Lay lay lom bi arkadaştı.



Tahtın yaşayan iki vârisi varken, kral olma ihtimali bulunmadığı için, piyangodan kral olana kadar Yunanistan’a uğramıyor, Oxford’da okuduğu için İngiltere’de yaşıyor, tenis oynuyor, futbol maçlarına gidiyor, otomobil yarıştırıyor, para saçıyor, kızlarla gününü gün ediyordu.



*



Kafaya tacı taktılar.



İplerini Venizelos’a verdiler.



*



Venizelos, İngilizlerle işi bağlamıştı, “Takıl bana, seni İzmir’de krallar gibi yaşatıcam” dedi, tuttu kolundan bu kazmayı, İzmir’i işgal ettirdi. İngilizler Venizelos’u kullanıyor, Venizelos İngilizleri kullanıyordu. Anadolu’da gözü yoktu, n’aapsın çorak toprakları, patlıcan ekecek değildi herhalde, hiç acelesi de yoktu, gözü İstanbul’daydı. Osmanlı paketlendikten sonra, kurşun bile sıkmadan oturduğu Ege’nin ve ardından İstanbul’un tapusunu alma niyetindeydi.



*



Bizim İngiliz kuklası padişah, Mustafa Kemal’e idam fermanı çıkardığında... Öbür kukla Aleksandros, sarayında, sevgili köpeği Fritz ile oynuyordu; bi de maymunu vardı, Moritz.



*



Maymun Moritz, köpek Fritz’i kıskandı, saldırdı, Kral araya girdi, ayırmaya çalıştı, maymun dolmuş iyice tabii, bu saatten sonra kralını tanımam dedi, Kral’a da girişti... Kral’ın yüzü gözü haşat oldu, kan revan... Maymun köpeği öldürdü, askerler de maymunu vurdu.



*



Gel gör ki, kan zehirlenmesi olmuştu, İzmir’i işgal emrini veren kukla, bağıra bağıra öldü.



*



Konstantin, maymuna dua ederek, eskisinden güçlü şekilde geri geldi, tahta oturdu. Hadi bakalım, Venizelos topladı bavulu, İngiltere’ye sığındı. İngilizler mecburen, üç maymunu oynadı, tahttan indirdikleri Konstantin’in tahta oturmasına ses çıkaramadı. Üstelik, dünya savaşı bitmişti, Almanlar ayvayı yemişti, dolayısıyla, artık Konstantin’i de kendi çıkarları için maymuncuk olarak kullanabilirlerdi. Pek beğendiler bu fikirlerini...

Şampanya patlattılar.



*



Gel gör ki, maymun sayesinde tahta dönen Konstantin, maymun iştahlıydı, masada paylaşımı beklemedi, kendini başkomutan ilan etti, “mahvoluruz” diyen subaylarını dinlemedi, kahraman edasıyla Anadolu’ya saldırdı.



*



Mustafa Kemal, işte bu hatalı hamleyi bekliyordu... İzmir’e ve İstanbul’a yerleşmiş, durarak savunma yapacak olan işgal güçlerini söküp atmak zordu. Hiç tanımadıkları Ege coğrafyasına yayılan Yunan ordusunu, salam gibi dilim dilim doğrayacağını biliyordu. Öyle yaptı. Önce durdurdu, sonra süvarileriyle aralarına girerek, birbirleriyle bağlarını kopardı, sırtı boşta kalan paniğe kapıldı, İzmir’e doğru kaçmaya başladı...



Hoş gelişler ola, ittirdi, denize döktü.



*



Kukla mucidi ve suçu başkasına yıkma uzmanı Winston Churchill, şu tespiti yapmak zorunda kaldı: “Bir maymun çırmığı, İstanbul’u kaybetmemize ve 250 bin insanın ölümüne mal oldu!”






Siz siz olun... Bedelini kanla-canla ödediğimiz cumhuriyetimize sahip çıkın, aman diim, devlet katında maymun barındırmayın.

İŞTE ATATÜRK'ÜN GERÇEK SESİ


İŞTE ATATÜRK'ÜN GERÇEK SESİ










Atatürk'ün restore edilen görüntüleriyle ilk kez duyacağınız gerçek sesi. Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi işbirliğiyle hayata geçirilen "Osmanlı İmparatorluğu, Cumhuriyetin İlk Yılları ve Atatürk'e ait yazar tabanlı filmlerin restorasyon" projesinin tanıtımı yapıldı. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay "Bu kayıtlar uzun süreden bu yana üniversitede duruyormuş sonra bunların restore edilmesi konusundan bir anlaşma yapma ihtiyacı doğdu. Telif Hakları Sinema TV Genel Müdürlüğümüzle üniversitemiz arasında böyle bir işbirliği ortaya çıktı" şeklinde konuştu. Günay, "Toplumun geçenlerde çok ilgisini çekti. Atatürk'ün gerçek sesine ulaşıldı diye. Doğru. Yani biz Atatürk'ü 10. Yıl Nutk'unda o tiz sesle dinlemeye alışmışız. Halbuki hepimizin ses tonuna benzeyen ortalama bir ses tonuyla meclise hitabı var " diye konuştu. (Pınar ÇITAK KOYGUN-Tahsin LALE/DHA)



26 Ekim 2010 Salı

nietzsche şöyle buyurur:

nietzsche şöyle buyurur:

"cahil bir toplum, özgür bırakılıp kendine seçim hakkı verilse dahi, hiçbir zaman özgür bir seçim yapamaz. sadece seçim yaptığını zanneder. cahil toplumla seçim yapmak, okuma yazma bilmeyen adama hangi kitabı okuyacağını sormak kadar ahmaklıktır! böyle bir seçimle iktidara gelenler, düzenledikleri tiyatro ile halkın egemenliğini çalan zalim ve madrabaz hainlerdir!"
------

e.akyol

20 Ekim 2010 Çarşamba

Christian ile Bettina..20/10/2010 yılmaz özdil


Christian ile Bettina


Almanya Cumhurbaşkanı geldi.


*
Dindar bi ailenin çocuğuydu.
“Hıristiyan” adını koydular ona.
Babası zampara çıktı.
Henüz bebekken, anasını boşadı.
Annesi başkasıyla evlendi.
Üvey baba şerefsiz evladıydı.
16 yaşındayken, annesi öldü.
Üvey babası sokağa attı.
Öz babası da yanına almadı.

*

Büyüdü, hukuk okudu.
Okul arkadaşıyla evlendi.
Kızları oldu.
Örnek babaydı.
Siyasete atıldı.
Aşağı Saksonya Başbakanı oldu.

*

Başbakanken, Afrika’ya resmi ziyarete gitti, oradayken, kendisinden 15 yaş küçük Bettina’yla tanıştı. Üniversitede gazetecilik okumuştu ama, gazetecilik yapmıyor, bir lastik şirketinin basın danışmanlığını yapıyordu Bettina... O vesileyle katılmıştı Afrika gezisine.

*

Bi safari...
Bettina hamile kaldı!

*

Koyu dindar, “Hıristiyan” adını taşıyan, üstelik “Hıristiyan” Demokrat Parti’nin mensubu olan “muhafazakâr” Başbakan, evliyken, evlilik dışı ilişkiye girmişti yani...
Babasının yaptığını yaptı, kızının anası 18 yıllık eşini şak diye boşadı, hamile bıraktığı Bettina’yla evlendi.

*

Buyrun buradan yakın...
Evli Başbakan’dan hamile kalıp, Başbakan’ın yuvasını yıkan fingirdek Bettina’nın bi tane de oğlu olduğu ortaya çıktı iyi mi!

*

Hiç evlenmemişti halbuki... 18’ine gelince ailesinden ayrılmış, ayrı eve çıkmış, evlilik dışı çocuk doğurmuş, sonra, oğlunun babasından ayrılmıştı. Hareketli kızdı. Gece hayatını seviyordu. Arkadaşları, sarı saçları ve 1.80’lik boyuyla Brigitte Nielsen’e benzetiyordu.

*

Başbakan eşi olunca, röportaj verdi, “Hayatımı yönlendirmek için kimseyi bekleyemem, kimseye danışmam, kimseye bağımlı olmam” dedi... “Bende böyle şekerim, yerseniz” demek istedi.

*

Hep bakımlı. Ojesiz gezmiyor. Marka tutkunu. Ayakkabı hastası... Arkadaşlarına ayakkabı hediye etmesiyle tanınıyor. Gamsız... Kameraların önünde dudak dudağa öpüşmekten çekinmiyor. Kahkahaları meşhur. Klasik müzikten daralıyor, Madonna, Elton John konserlerini kaçırmıyor, U2 hayranı... Eskiden, gece kulüplerinde dans gösterilerine bile katılmış.

*

İki dövmesi var. Biri sağ kolunda, anahtar deliği etrafında alevler figürü...
Öbürünün yeri bilinmiyor!
Kimi sırtında diyor, kimi kalçasında.
Çatalda olduğunu iddia edenler var.

*

Uzatmayayım, eşi Cumhurbaşkanı seçilince, Almanya’nın gelmiş geçmiş en genç ve ilk dövmeli first lady’si oldu bu çılgın kız... Doğurdu, bir oğlu daha oldu.

*

Ve, şimdi Türkiye’de...

*

Ufak tefek mırın kırın edenler var ama, Alman halkı onunla gurur duyuyor. “Cumhurbaşkanı ot gibi adamdı, hayatına renk kattı” diyorlar. Sarkozy’nin eşi Carla Bruni’yle, Obama’nın eşi Michelle’le kıyaslıyorlar Bettina’yı... Hatta, Die Zeit gazetesi, “Askerlerimizin dolaplarına resmini asmak isteyeceği bir first leydimiz var” yorumunu bile yaptı. Seviyorlar onu.

*

Çünkü...
Yok efendim, evlilik dışı ilişkisi olmuş, vay efendim, first leydinin kolunda dövmesi varmış da, ulu orta öpüşüyormuş filan, orasıyla ilgilenmiyorlar. “Özel hayatıdır, kimseyi alakadar etmez” diyorlar.

*

Zaten, Almanya’nın muhafazakâr başbakanı Angela Merkel’in de soyadı Merkel değil aslında... İlk eşinin soyadı ama, orasıyla da kimse ilgilenmiyor. “Bizi ırgalamaz” diyorlar.

*

Gelin görün ki...

*

Aynı Almanya Cumhurbaşkanı, aynı Bettina yüzünden büyük bi skandala karıştı... Az daha siyasi hayatı bitecekti!

*

Peki niye?

*

Çünkü...
Henüz başbakanken, Bettina’yla birlikte, Florida’ya Noel tatiline gitti. Kendi cebinden ödeyerek, özel havayolu şirketi Air Berlin’den bilet almıştı. Tesadüf bu ya, tatile gitmeden önce, bir kokteylde Air Berlin’in yönetim kurulu başkanıyla karşılaştı Bettina... “Air Berlin’in hizmetini beğeniyoruz, hatta tatilimize sizin uçağınızla gidiyoruz” dedi. Sohbet sırasında, ekonomi sınıfı bilet aldıkları ortaya çıktı. Air Berlin’in yönetim kurulu başkanı jest yaptı, daha rahat uçsunlar diye, ekonomi sınıfı biletleri, business’a çevirdi. Uçtular.

*

Bi döndüler kardeşim...
Gazetelerde manşet!

*

Almanya ayağa kalkmıştı. Kanun gereği, siyasetçinin 10 euro’dan fazla hediye alması yasaktı. Bu ne rezaletti. Resmen rüşvetti. Hannover Savcısı şıırrak diye soruşturma açtı.

*

Bizim Christian, ebelek gübelek yapmadı, şerefsiz basın demedi, savcıyı da ideolojik davranmakla suçlamadı, çıktı, Alman halkından özür diledi, “Hata yaptım, haberim bile yoktu ama, uçakta karşılaştığım emrivakiye itiraz etmeliydim, suçluyum, özür dilerim” dedi. Çıkardı cebinden, takır takır, bilet farkını ödedi. Böylece, savcı da soruşturmayı geri çekti.

*

Pürüzsüz “siyasi hayatı”ndaki ilk ve son skandal bu oldu.

*

Özetle.
Alman halkı, kimin kimi becerdiğiyle ilgilenmiyor, Alman halkını becermeye kalkan var mı, onunla ilgileniyor...
Yüz yirmi yedi bin iki yüz seksen beş sene var Almanya olmamıza.

19 Ekim 2010 Salı

HSYK filan yılmaz özdil

HSYK filan


HSYK seçimleri yapıldı...

Seyrediyorum televizyonda, genç bir savcı, oy vermek için sırasını bekliyor, kucağında 5-6 yaşındaki kızı, meğer eşi de hâkimmiş, haliyle o da oy kullanmaya gelmiş, hâkim anne çıkacak, savcı baba girecek, “Çocuğu bırakacak kimsemiz olmadığı için beraberimizde getirdik” diyor.
*
Beyşehir.
Hacıakif Mahallesi.
Kapıda ambulans.
Üç katlı apartmanın giriş dairesinden battaniyeye sarılı cansız bir beden çıkarıyor polisler, suratları allak bullak... Savcı nezaret ediyor, neler görmüş o güne kadar ama, bu başka, duygusal olarak darmadağın... Battaniyenin içinde bir kız çocuğu var çünkü.
*
Tavana asmış kendini.
*
Bakıyorlar sağa sola.
Öğrenci kimliği...
Henüz 14 yaşında.
*
Bekliyorlar biraz, ne gelen var eve, ne giden... “Annesinin arkadaşıyım” diye telefon eden bir kadının ihbarıyla geldikleri adreste, cenazenin sahibini arıyorlar. Kadını buluyorlar. “Annesi nerede?” diye soruyorlar... 10 gün önceki fuhuş operasyonunda içeri tıkıldığı ortaya çıkıyor.
*
Ya babası?
*
Anneyi tanıyan kadın, babayı tanımıyor, “Ana-kız yaşıyorlardı” diyor. Komşulara soruyorlar. Bilen yok. Zaten 15 gün önce taşınmışlar, tüm bildikleri bu... Ev kiralık. Ev sahibi bulunuyor. “Kadınla adam geldi, evliyiz dediler, adam eczacı kalfasıymış, parada anlaştık, verdim” diyor. Eczacı kalfası denilen adamı soruşturuyorlar... Kocası değil. Eczacı da değil. O da içerde. Aynı operasyondan.
*
Son çare muhtar... Muhtara gidiliyor. Evet, 15 gün önce taşınmışlar ama, ana-kız kayıtlı, adam yok, Aksaray’dan gelmişler Beyşehir’e, Aksaray’daki eski adresi veriyor muhtar... Aksaray’a soruluyor. Dram büyüyor. Babası, dört sene önce birini öldürmüş, cezaevinde yatıyor.
*
Üstelik, baba öz baba değil... Canına kıyan kızın, gayrimeşru ilişkinin meyvesi olduğu, annesinin bu adamla evlendiği, adamın da kızı nüfusuna geçirdiği ortaya çıkıyor.
*
Okula soruluyor. Öğretmenlerin başından aşağı kaynar su dökülüyor. Çünkü, ne ananın içeri tıkıldığından haberleri var, ne babadan, ne de kızcağızın kendini astığından... Yeni öğrenci, derslerinde başarılı, yürüyerek gelip gidiyor, yalnız; tüm bildikleri ev adresi.
*
Ana içerde.
Babalık içerde.
Ana yıllar önce reddedilmiş, akraba yok, varsa da, nerede olduklarını bilen yok.
*
Kız tek başına... Morgda.
*
Beyşehir Belediyesi yıkatıyor talihsiz körpenin bedenini, götürüp, Merkez Çarşı Camii’nin musalla taşına koyuyor. Öğle namazından çıkan cemaat kılıyor hiç tanımadıkları hemşerilerinin namazını, âdetten ya, haklarını helal ediyorlar... Alıyorlar omuzlara tabutu, cenaze arabasına yüklüyorlar, onlar da götürüp şehir mezarlığına defnediyor.
*
Böylece, kim olduğu bilinmeden, o güne kadar hiç merak edilmeden, oradan oraya savrulan... Kalabalıklar içinde tek başına yaşadığı 14 senelik ömründe, sanırım ilk kez “adresi” oluyor.
*
155 ada.
27 numara.
*
Koca koca yazarlar demokrasi,hak-hukuk filan gibi koca koca laflar döşenirken yazmak istedim, başka seçeneği kalmayan, tavana asılı küçük kızı.
*
Bırakacak kimsesi olmadığı için kendi çocuğunu kucaklayıp “adalet oylaması”na getiren ana-babalar okusun diye yazmak istedim... Karar verirken, başkalarının çocuklarını da kucaklasınlar diye.
*
Yoksa, senden olan senden olmayan’ların listesini manşetlere assan n’olur asmasan n’olur. 




18 Ekim 2010 Pazartesi

ZEKİ ADAMIN KÖRLÜĞÜ -Platon bir gün bara girer

ZEKİ ADAMIN KÖRLÜĞÜ Holmes Watson’la birlikte kamp yapmaktadır.
Gecenin geç bir saatinde Holmes uyanır ve Dr. Watson’ı dürter. “Watson” der, “göğe bak ve bana ne gördüğünü söyle.”
“Milyonlarca yıldız görüyorum” der Watson.
Holmes sorar:
“Peki bundan ne sonuca varıyorsun?”
Watson biraz düşündükten sonra şu cevabı verir:
“Astronomik açıdan milyonlarca galaksi. Ve muhtemelen milyarlarca gezegen bulunduğu sonucuna varıyorum. Astrolojik açıdan Satürn’ün Aslan burcuna girdiğini görüyorum. Zamansal açıdan saatin yaklaşık üçü çeyrek geçtiğini kestirebiliyorum. Meteorolojik açıdan yarının harika geçeceğini düşünüyorum. Teolojik açıdansa Tanrı’nın her şeye gücünün yettiğini ve bizim minnacık olduğumuzu çıkarabiliyorum. E, peki sen ne sonuca vardın Holmes?”
Holmes cevap verir:
“Birisi çadırımızı çalmış dostum.”
SONUÇ: Bu adam bilimsel bilgisiyle çok etkileyicidir. Ancak bilimsel bilgi gerçeği aydınlatmaya yetmez. Müthiş bir körlüğe yol açabilir. O bilimsel bilgi gerçeği örter.
3) KENDİSİNİ DE BAŞKALARINI DA KANDIRAN ADAM
Kızılderililer sonbaharda yeni seçilen genç büyücüye gidip sorarlar:
- Bu kış nasıl geçecek?
Modern dünyanın adetleriyle yetişmiş genç büyücü eskilerin sırlarını bilmediği için kışın nasıl geçeceği konusunda hiçbir fikre sahip değildir.
Ne olur ne olmaz diye işi sağlama almak ister:
“Bu kış sert geçecek!”
Sonra kendisi de merak edip meteorolojiyi arar:
- Sizce bu kış nasıl geçecek?
Meteorolog “Sert geçecek gibi görünüyor” der. Bu söz üzerine genç büyücü kabileye haber gönderir:
“Kış çok sert geçebilir.”
Kabile tekrar odun toplamaya başlar.
Genç büyücü bir süre sonra meraklanıp meteorolojiyi yine arar:
- Bir gelişme var mı, durum nedir?
Yetkili cevap verir:
- Valla bu kış daha öncekilere benzemeyecek galiba. Çok sert geçecek.
Genç büyücü kabileyi toplar:
“Daha çok odun toplayın, kış çok sert geliyor!”.
Kabile ormana yayılır, harıl harıl odun toplamaya başlar.
Bir süre sonra büyücü meteorolojiyi tekrar arar.
- Bir değişiklik var mı?
Yetkili “Valla ben böylesini görmedim. Feci bir kış geliyor” der.
Genç büyücü “Hayret!” der, “Nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz?”
Meteorolog, biraz da endişeyle “Kızılderililer” der, “Harıl harıl odun topluyorlar. Hiç bu kadar toplamamışlardı.”
SONUÇ: Şu aralar içine düştüğümüz kamplaşmalarda, işte bu adam etkili oluyor. Kandırmacası başka kamplarda gerçekmiş gibi algılandığı için bu adam hem kendisini hem başka kampları tetikliyor.
4) GERÇEĞİ BİR TUZAK GİBİ KULLANAN ADAM
Sanık cinayet suçuyla yargılanmaktadır. Suçluluğunu gösteren ciddi kanıtlar bulunmasına rağmen ortada ceset yoktur. Savunma avukatı kapanış konuşmasında jüriyi etkilemek için bir numara çekmeye karar verir.
Baylar bayanlar” der, “Sizlere bir sürprizim var. Bir dakika içinde öldüğü düşünülen şahıs mahkeme salonuna gelecek.”
Sözlerini bitirir bitirmez salonun kapısına bakar. Şaşakalan jüri üyeleri de bakışlarını heyecanla kapıya çevirirler. Bir dakika geçer, hiçbir şey olmaz. Avukat sonunda, “Aslında” der, “öldüğü sanılan şahsın geleceğini ben uydurdum. Ama sonuçta hepiniz bir beklenti içinde kapıya baktınız. Bu da bu davada birinin bir cinayete kurban gittiği konusunda akla yatkın ölçüde  kuşku taşıdığınızı gösterir. Bu durumda “suçsuz” kararı vermenizi talep ediyorum.”
Az sonra jüri kararı açıklar:
“Suçlu!”
Avukat ayağa fırlar:
“Nasıl olur? Az önce hepiniz kapıya baktınız.”
Jüri sözcüsü, “Evet hepimiz baktık” der, “ama bir tek müvekkiliniz bakmadı.”
Platon bir gün bara girer kitabından

GERÇEĞİ BİR TUZAK GİBİ KULLANAN ADAM

GERÇEĞİ BİR TUZAK GİBİ KULLANAN ADAM Sanık cinayet suçuyla yargılanmaktadır. Suçluluğunu gösteren ciddi kanıtlar bulunmasına rağmen ortada ceset yoktur. Savunma avukatı kapanış konuşmasında jüriyi etkilemek için bir numara çekmeye karar verir.
Baylar bayanlar” der, “Sizlere bir sürprizim var. Bir dakika içinde öldüğü düşünülen şahıs mahkeme salonuna gelecek.”
Sözlerini bitirir bitirmez salonun kapısına bakar. Şaşakalan jüri üyeleri de bakışlarını heyecanla kapıya çevirirler. Bir dakika geçer, hiçbir şey olmaz. Avukat sonunda, “Aslında” der, “öldüğü sanılan şahsın geleceğini ben uydurdum. Ama sonuçta hepiniz bir beklenti içinde kapıya baktınız. Bu da bu davada birinin bir cinayete kurban gittiği konusunda akla yatkın ölçüde  kuşku taşıdığınızı gösterir. Bu durumda “suçsuz” kararı vermenizi talep ediyorum.”
Az sonra jüri kararı açıklar:
“Suçlu!”
Avukat ayağa fırlar:
“Nasıl olur? Az önce hepiniz kapıya baktınız.”
Jüri sözcüsü, “Evet hepimiz baktık” der, “ama bir tek müvekkiliniz bakmadı.”
SONUÇ: Bu adam kurduğu gerçeği size öyle bir sunar ki; onu bir tuzak gibi kullanır. Ve sizi öylesine avlar ki; gerçek sandığınız duruma bir tuzağa düşer gibi kapılırsınız. Bu nedenle uzun süre o durumu savunan hatta o durum için kendini feda eder bir çizgiye gelirsiniz.

Bu adamı tanıdınız mı? fatih cekirge

Bu adamı tanıdınız mı?


BU hafta size bir adamı anlatacağım.


Siyasetin dışından ama hayatın tam ortasından bir adam.
“Platon bir gün bara girer” kitabından çıkardım bu adamı. Oradaki öykülerden getirdim.
Okuduktan sonra önce aynaya sonra etrafınıza bakın. Bakalım tanıyacak mısınız o adamı.
1) HER DURUMU KENDİNE YONTAN ADAM
Adam bara girer ve üç bardak bira ister. Barmen üç bardak birayı verir. Ve gülerek şöyle der:
“Her defasında bir bardak isteseniz. Sonra diğerleri ısınmaz.”
Adam, “Biliyorum” der ve devam eder:
“Biz üç kardeşiz. Birisi Amerika’da diğeri Avustralya’da. Ayrılırken geçmiş günlerin anısına gittiğimiz barda böyle içmek için karar verdik. Yani diğer iki bardak kardeşlerim için.”
Barmen “Ne hoş” der.
Aradan aylar geçer. Adam barın müdavimi olur. Bir akşam yine bara gelir. Ve iki bardak bira ister. Barmen üzgün üzgün bakar. “Başınız sağolsun” der.
Adam gülerek cevap verir:
“Yok düşündüğünüz gibi değil. Ben din değiştirip Mormon oldum. Bana artık alkol yasak. Bu iki bardak kardeşlerim için.”
SONUÇ: Nalıncı keseriyle yaşayan bu adam, her durumu kendisine göre yontabilir. Üstelik bu kandırmacayı da inanarak yapar. Ve sizi de kandırır. 
2) ZEKİ ADAMIN KÖRLÜĞÜ
Holmes Watson’la birlikte kamp yapmaktadır.
Gecenin geç bir saatinde Holmes uyanır ve Dr. Watson’ı dürter. “Watson” der, “göğe bak ve bana ne gördüğünü söyle.”
“Milyonlarca yıldız görüyorum” der Watson.
Holmes sorar:
“Peki bundan ne sonuca varıyorsun?”
Watson biraz düşündükten sonra şu cevabı verir:
“Astronomik açıdan milyonlarca galaksi. Ve muhtemelen milyarlarca gezegen bulunduğu sonucuna varıyorum. Astrolojik açıdan Satürn’ün Aslan burcuna girdiğini görüyorum. Zamansal açıdan saatin yaklaşık üçü çeyrek geçtiğini kestirebiliyorum. Meteorolojik açıdan yarının harika geçeceğini düşünüyorum. Teolojik açıdansa Tanrı’nın her şeye gücünün yettiğini ve bizim minnacık olduğumuzu çıkarabiliyorum. E, peki sen ne sonuca vardın Holmes?”
Holmes cevap verir:
“Birisi çadırımızı çalmış dostum.”
SONUÇ: Bu adam bilimsel bilgisiyle çok etkileyicidir. Ancak bilimsel bilgi gerçeği aydınlatmaya yetmez. Müthiş bir körlüğe yol açabilir. O bilimsel bilgi gerçeği örter.
3) KENDİSİNİ DE BAŞKALARINI DA KANDIRAN ADAM
Kızılderililer sonbaharda yeni seçilen genç büyücüye gidip sorarlar:
- Bu kış nasıl geçecek?
Modern dünyanın adetleriyle yetişmiş genç büyücü eskilerin sırlarını bilmediği için kışın nasıl geçeceği konusunda hiçbir fikre sahip değildir.
Ne olur ne olmaz diye işi sağlama almak ister:
“Bu kış sert geçecek!”
Sonra kendisi de merak edip meteorolojiyi arar:
- Sizce bu kış nasıl geçecek?
Meteorolog “Sert geçecek gibi görünüyor” der. Bu söz üzerine genç büyücü kabileye haber gönderir:
“Kış çok sert geçebilir.”
Kabile tekrar odun toplamaya başlar.
Genç büyücü bir süre sonra meraklanıp meteorolojiyi yine arar:
- Bir gelişme var mı, durum nedir?
Yetkili cevap verir:
- Valla bu kış daha öncekilere benzemeyecek galiba. Çok sert geçecek.
Genç büyücü kabileyi toplar:
“Daha çok odun toplayın, kış çok sert geliyor!”.
Kabile ormana yayılır, harıl harıl odun toplamaya başlar.
Bir süre sonra büyücü meteorolojiyi tekrar arar.
- Bir değişiklik var mı?
Yetkili “Valla ben böylesini görmedim. Feci bir kış geliyor” der.
Genç büyücü “Hayret!” der, “Nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz?”
Meteorolog, biraz da endişeyle “Kızılderililer” der, “Harıl harıl odun topluyorlar. Hiç bu kadar toplamamışlardı.”
SONUÇ: Şu aralar içine düştüğümüz kamplaşmalarda, işte bu adam etkili oluyor. Kandırmacası başka kamplarda gerçekmiş gibi algılandığı için bu adam hem kendisini hem başka kampları tetikliyor.
4) GERÇEĞİ BİR TUZAK GİBİ KULLANAN ADAM
Sanık cinayet suçuyla yargılanmaktadır. Suçluluğunu gösteren ciddi kanıtlar bulunmasına rağmen ortada ceset yoktur. Savunma avukatı kapanış konuşmasında jüriyi etkilemek için bir numara çekmeye karar verir.
Baylar bayanlar” der, “Sizlere bir sürprizim var. Bir dakika içinde öldüğü düşünülen şahıs mahkeme salonuna gelecek.”
Sözlerini bitirir bitirmez salonun kapısına bakar. Şaşakalan jüri üyeleri de bakışlarını heyecanla kapıya çevirirler. Bir dakika geçer, hiçbir şey olmaz. Avukat sonunda, “Aslında” der, “öldüğü sanılan şahsın geleceğini ben uydurdum. Ama sonuçta hepiniz bir beklenti içinde kapıya baktınız. Bu da bu davada birinin bir cinayete kurban gittiği konusunda akla yatkın ölçüde  kuşku taşıdığınızı gösterir. Bu durumda “suçsuz” kararı vermenizi talep ediyorum.”
Az sonra jüri kararı açıklar:
“Suçlu!”
Avukat ayağa fırlar:
“Nasıl olur? Az önce hepiniz kapıya baktınız.”
Jüri sözcüsü, “Evet hepimiz baktık” der, “ama bir tek müvekkiliniz bakmadı.”
SONUÇ: Bu adam kurduğu gerçeği size öyle bir sunar ki; onu bir tuzak gibi kullanır. Ve sizi öylesine avlar ki; gerçek sandığınız duruma bir tuzağa düşer gibi kapılırsınız. Bu nedenle uzun süre o durumu savunan hatta o durum için kendini feda eder bir çizgiye gelirsiniz.
NEDEN BU ADAM?
Evet, bu hafta size hayatın tam ortasından bir adam gönderiyorum.
Neden mi?
Çünkü Türkiye’nin yıllarca içine düştüğü tartışmaların, korkuların arkasında hep bu adam var.
Bizi yıllarca, “Komünizim geliyor” diye bu adamın kurduğu kandırmaca korkutmadı mı?
Bu adam yüzünden halkı aç, silahları çok bir millet olmadık mı?
Bu adam yüzünden “bilimsel toplum” olmayı hedeflemek yerine “asker millet” olmakla  övünmedik mi?
Ermeni iddiaları böyle bir korku ve kandırmacayla önümüze konmadı mı?
Yıllarca “Kürt yoktur. Karda yürürken çıkan kart kurt sesi vardır” diyen işte bu adam değil miydi?
Gerçeği bir tuzak gibi kullanan bu adam yüzünden komşularımızı “tehdit” ilan etmedik mi?
Bu adam yüzünden sınırlarımızı ticaret sahası yerine mayınlı saha ilan etmedik mi?
İşte bu yüzden bu adamı iyi tanıyın diyorum.
Bakın bakalım görebiliyor musunuz?

17 Ekim 2010 Pazar

Müslüman gibi Hıristiyanlar - hasan pulur hürriyet

Müslüman gibi Hıristiyanlar

17 Ekim 2010
Bazen tarih sayfalarını karıştırırken, aradığımız bir sorunun cevabını buluruz.
Örneğin, “Osmanlı’nın son döneminde bu gidişin iyi gidiş olmadığını, kendimize gelmemiz gerektiğini söyleyenler hiç çıkmamış mı?” deriz.
Çıkmaz olur mu?
Padişah Sultan Aziz döneminde İstanbul Şehremini, Belediye Başkanı Ömer Faiz Efendi.
Ömer Faiz Efendi, Sultan Aziz’in Londra ve Paris gezilerine katılmış, sadrazam, yani Başbakan Ali Paşa ona bir ödev vermiş:
“Gördüklerini, işittiklerini, izlenimlerini yaz!”
Ömer Faiz Efendi de “Ruzname”yi yazmaya başlamış...
Yalnız sadrazamdan, gördüklerini yazdığı için cezalandırılacaksa, sürgün edilecekse, Avrupa’nın herhangi bir şehrindeki bir sefaretimize sürülmesini, imamlık yapabileceğini söylemiş. Ali Paşa da, şehreminin ne demek istediğini anlamış...
Avrupa gezisinden döndükten sonra Sadrazam Ali Paşa Bebek’teki yalısında bir davet verir, hem geziye katılanları, hem de katılmayan devlet büyüklerini çağırır, herkese sırasıyla söz verir, Avrupa’yı nasıl bulmuşlardır?
Ömer Faiz Efendi izlenimlerine “Paşa hazretleri bu memleketlerden her şeyi alalım, hatta Müslümanlığı bile...” diyerek başlar.
Herkes şaşırır, bu ne demektir!
*  *  *

Ömer Faiz Efendi devam eder:
“Evet Paşa Hazretleri, evet efendimiz, Müslümanlığı dahi bu memleketlerden alalım; çünkü onlar, ilim, irfan, medeniyet, çalışkanlık, adalet, müsavatları ile Müslümanlığın asıl emirlerini, Hıristiyan oldukları halde tatbik ediyorlar, yani bilmeden hidayete mazhar olmuşlar. Böylelikle diyar-ı küfür olarak onlardan en çok çekindiğimiz ve sakındığımız sebep biz Osmanlılar, medeniyet, refah ve umranın bizler için nasıl manevi ve dini vazife-i asliye olduğunu idrak edersek, evet efendimiz gerisi kolay çünkü şahsi ve cemi olarak vasfımız onlardan üstün... Cehaleti bırakıp ilmi, iptidailiği bırakıp medeniyeti, tembelliği bırakıp çalışkanlığı, el emeği biçareliğini bırakıp makineyi, şehirlerde ve köylerde pisliği bırakıp temizliği, üfürüğü bırakıp ilacı, deveyi bırakıp treni, yelkeni bırakıp uskurlu gemiyi alır, kadın-erkeğimizle birlikte ve beraber ‘tam millet’ olursak hem dinimizin, hem devletimizin bekasını ve izz-ü şan ile devamını temin ederiz. Evvela buna karar verelim, bunun asli ve ulvi vazifemiz olduğunu idrak ve kabul edelim.”
*  *  *

Ali Paşa, yakın dostu İstanbul Şehremini Ömer Faiz Efendi’nin istediği “ceza”yı verir, Paris’e gönderir. Ömer Faiz Efendi bu ikinci seyahatinden unutulmaz hatıralarla döner.
Çok sevdiği dostları Fuad ve Ali paşaların vakitsiz ölümleri Ömer Faiz Efendi’yi çok sarstı. Mithat Paşa ile birlikte Bağdat’a gitti, onun kapı kethüdası oldu. Mithat Paşa’nın azlinden sonra büsbütün yalnız kaldı, inzivaya çekildi, Sadrazam Mahmut Nedim Paşa’nın kötü idaresiyle ülkenin sarsıldığı 1975’te öldü, İstanbul’da Yenikapı Mevlevihanesi’ne gömüldü.
Bu olaydan, yani kıssadan bir hisse çıkar mı?
Kim Ömer Faiz Efendi gibi lafa girebilir ki?



9 Ekim 2010 Cumartesi

O korkuyu kimseye anlatamam özdemir ince -hürriyet


KUSURA bakılmasın, ben ne demiştim, ne yazmıştım diye soracağım: Hürriyet Gazetesi’nde tamı tamına 11 yıldır “anadilde öğretim”in gerçek ve doğru anlamının ne olduğunu yazıyorum. Toplasam ve yayımlasam bir kitap olur.

Neredeyse, yapmayın, etmeyin, insanlara boş yere umut vermeyin, diye yazıyordum: Kopenhag kriterleri arasında “Anadilde eğitim-öğretim hakkı yoktur, ama yerel dillerin öğrenilmesinin önündeki engellerin kaldırılması vardır” diyordum. Kimse inanmıyordu bana. Bu iki kavram ve hak arasındaki farkı anlatmak için yıllarca uğraştım. Yukarıda yazdığım gibi, yazdıklarım bir kitap olur. Gazeteciler, siyasetçiler, iktidar ve muhalefet öğrenip doğru anlamını kullanmaya başladıktan sonra bu konuda bir kez daha yazı yazmak zorunda kalmayacağımı düşünmeye başlamıştım. Meğer yanılmışım.

MASADAKİ ANA YEMEK

“Anadilde eğitim-öğretim” yanılsamasının (hayalinin) bir gün görüşme masasına ana yemek olarak geleceğini biliyordum. Görüşmeci taraflar anlaşsa-uyuşsa bile “anadilde eğitim-öğretim hakkı”na koşullanmış, koşullandırılmış halka gerçek ve doğruları anlatamazsınız artık. Özellikle de genç kuşaklara. Ben bu anlattığım gerçeklerde herhangi bir şeyin yanında ve karşısında değilim. Bunu daha önce de yazdım:

1. Anadilde eğitim-öğretim hakkı üniter devletlerde mümkün değildir. Çünkü Çocuk Yuvalarından Üniversite’nin sonuna kadar anadilde eğitim-öğretim hakkı anlamına gelir. Başka anlama geliyorsa, biri bunu örnek göstererek mutlaka kanıtlamalıdır.

Bir birey, kendi anadilinin resmi dil olmadığı bir toprakta, 4 yaşından 25-30 yaşına kadar kendi anadilinde eğitim ve öğretim görecek, yapacağı mesleği anadilinde öğrenecek, sonra nasıl iş bulup çalışacak, kendi anadilini çalışma hayatında nasıl kullanacak?

Ayrı devlet, federasyon istemenin dolaylı, üstü kapalı şekli anadilde eğitim-öğretim hakkı istemektir. Ben bu hakkın ne yanında ne de karşısındayım. Ama ne anlama geldiğini açıklamak zorundayım. Ancak nasıl intihar etmesi gerektiğini kimseye öğret(e)mem.

KÜRTLERİN SEÇİMİ
2. Anadili özgürce öğrenme hakkı: Bu hak Kopenhag kriterleri arasında bulunuyor. Bu nasıl gerçekleştirilip uygulanabilir, Kürtçe konusunda bu tartışılmalıdır. Bu hak ve bu hakkın kullanılması üniter devletin üniterliğine karşı değildir. Ama nasıl uygulanacak, eğitim-öğretim seçmeli mi yoksa çift dilli mi olacak? Çift dilli eğitim-öğretim bana fantezi gibi geliyor. Başlangıç olarak en basit ve en kabul edilebilir olanı: Seçmeli ders.

Bu yazıda iki gerçeğin altını çizeceğim:

A. Anadil konusunda atı alan Üsküdar’ı geçmiştir. Doğru ya da yanlış kendilerini bir ulus olarak gören Kürtler ile devletin ilişkisi bugünkü gibi süremez. Kürtlerin siyasal niyetini öğrenmek yukarıda açıkladığım iki haktan hangisini seçeceklerine bağlı.

B. Üniversite öğretim üyeleri bu konuda söz alırken son derece dikkatli olmalı. Bir devleti iki, üç resmi dilli kurabilirsiniz ama tek resmi dille kurulmuş bir devleti bir operasyonla iki resmi dilli yapamazsınız. Devleti bölersiniz! Kusura bakmasınlar, bu konularda söz alan akademisyenlerin cehaleti şaşırtıyor beni.

Televizyonların koyu telveli cehaleti ise hiç şaşırtmıyor.

Et’liye süt’lüye karışmayın... Türbanı kaşıyın.yılmaz ozdil

Et’liye süt’lüye karışmayın... Türbanı

kaşıyın


Kapıları cart diye açtılar.
Kesi hayvanı getirildi.

Besi hayvanı getirildi.

Yetmedi, et ithal edildi.

Şimdi?

Süt ithalatına izin verildi.

*

ABD ve İngiltere’de ilkokul çocuklarına okutulan, Rus kökenli halk masalı var...

*

Kırmızı ibikli küçük tavuk, buğday tanesi bulur, buğdayı ekmek için çiftlikteki öbür hayvanlardan yardım ister, hiçbiri yardım etmez, “İş başa düştü” der, kendi eker, büyütür, öğütür, ekmek yapar, “Beraber yiyelim mi?” diye sorunca, ekimine yardım etmeyen öbür hayvanlar sofraya oturmaya kalkar... Gülümser, “Yok öyle yağma” der, lokma bile vermez.
*
Bu masalı okuyan Amerikalı, İngiliz ve Rus çocuklar, ders alır, çalışmayana ekmek mekmek olmadığını kavrar.

*

E herkes çocuk değil tabii... Küreselleşme karşıtı oldukları için ha bire sopalanan aktivistler, bu masalı revize edip, UNICEF’in sitesinde yayınladılar.
Ki, öbür ülkelerin büyükleri okusun!

*
Kırmızı ibikli küçük tavuk, buğday tanesi bulur, yardım ister... Ördek “Boş ver buğdayı, kahve tohumu satayım, acayip para kazanır istediğin kadar buğday alırsın” der. Domuz “Kahve ek, ben pazarlarım” diye seslenir. Fare ise, “Kahve ekmen için istediğin kadar borç verebilirim” diye akıl verir.

*

Kırmızı ibikli küçük tavuğun aklına yatar, “Kahve ekmem için kim yardım edecek” diye sorar... Ördek “Gübre satayım, çabuk büyür” der. Domuz “Böceklerden korumak için ilaç satayım” diye seslenir. Fare ise, “Gübre ve ilaç alman için istediğin kadar borç verebilirim” diye akıl verir.

*

Neticede hasat vakti gelir, kırmızı ibikli küçük tavuk “N’apacağım ben şimdi bu kahveyi” diye sorar... Ördek “Paketlemek için fabrikama getirebilirsin” diye akıl verir. Domuz “Herkes kahve ekti, fiyatlar düştü, beş para etmez maalesef” diye seslenir. Fare ise, “Borcunu öde artık” der!

*

Kırmızı ibikli küçük tavuk ibiği kaptırdığını fark edince, “Aç kaldım, ekmek verecek yok mu” diye ağlar... Ördek “Ekmek var da, paran var mı” diye sorar. Domuz “Herkes kahve ekti, buğday kalmadı, kusura bakma” der. Fare ise, “Borcuna karşılık tarlanı haczetmek zorundayım, uslu tavuk olursan, artık benim olan tarlamda yevmiyeyle çalışıp buğday yetiştirmene izin verebilirim” diye akıl verir.
*
Şimdilerde, bizim kırmızı ibikli küçük tavuk, eskiden kendisinin olan tarlada ırgat olarak çalışıyormuş... Yevmiyeyi almaya gittiğinde, ördek’le domuz’un fare’yle ortak olduğunu öğrenmiş!

*

Böyle bu işler.

*

“Masal çok uzun, okuyamam” diyenler için, bi de kısacık fıkrası var...

*

Elmayla elmaşekeri yolda karşılaşmışlar. Elma jest olsun diye “Elbisen ne güzel” demiş. Elmaşekeri havaya girmiş, “Armani” demiş. Elma gülümsemiş: “Kıçındaki kazıktan belli!”

3 Ekim 2010 Pazar

Ruz-ı mahşerde...m.asık - hürriyet

Ruz-ı mahşerde...



03 Ekim 2010


Hikâye bu ya... Mahşer gününde sorgu sırası CHP yöneticilerine gelmiş... Sorguyu bizzat partinin kurucusu Atatürk yapmış:


- Efendiler CHP’nin yönetimi bir süre size verilmiş ama pek garip davranmışsınız.


- Ne gibi efendim?


- Mesela Kürtlerle özerk yönetim pazarlıkları yapılırken ortalarda görünmemişsiniz.


- Onu fark edemedik efendim...


- Mesela ÖSYM çökmüş, gençler perişan olmuş, ilgilenmemişsiniz...


- Vaktimiz olmadı efendim...


- İşsizlikle, açlıkla yolsuzlukla uğraşmayı da bırakmışsınız...


- Bir - iki demeç verdik efendim...


- Gazeteciler, sendikacılar, generaller, bilim adamları uydurma suçlarla cezaevlerine atılmış pek oralı olmamışsınız... Mahkemeleri izlemeyi bırakmışsınız...


- Doğrudur efendim pek ilgilenemedik...


- Tarım çökmüş, hayvancılık bitmiş umurunuzda bile olmamış...


- Bir arkadaşımız panelde konuştu ama doğru, yetmedi efendim.


- Çevre katliamlarıyla savaşan vatandaşları yalnız bırakmışsınız.


- Doğru ilgilenemedik...


- Peki efendiler siz o sırada ne işle meşguldünüz?


- Biz o sırada üniversitedeki türban sorununu çözmekle meşguldük efendim... Üniversitelerimize daha çok türbanlı hanım girmesi için çalışıyorduk...


- İyi de beyler o mesele de çözülmüşmüş... Zaten kızlar artık derslere türbanla girebiliyormuş.


- Evet ama alttan mı bağlanacak üstten mi bağlanacak o konu henüz çözülmemişti. Biz sorunun o kısmıyla meşguldük diğer sorunlardan pek haberdar olamadık efendim...

Para - borsaile ilgili herşey

sitene html kodları

HTML KODLARI SEÇ BEĞEN

arama motoruna ücretsiz kayıt

URL Submitter - URL Kay�t
Google AllTheWeb BuildTurkey
InfoTiger Rediff ScrubTheWeb
EntireWeb ExactSeek Splatsearch
WhatUseek TrueSearch GigaBlast
-------------------------------------------------------------

ARAMA MOTORLARINA DİREK KAYIT

URL KAYDET. 1. http://search.yahoo.com/info/submit.html Yahoo! Search 2. http://search.msn.com/docs/submit.aspx?FORM=WSDD2 MSN 3. http://www.google.com/intl/en/addurl.html Google 4. http://www.about.com/gi/pages/homehc.htm#c4 About 5. http://www.dmoz.org/add.html Open Directory 6. http://www.accoona.com/submit.html Accoona 7. http://www.exactseek.com/add.html ExactSeek 8. http://www.scrubtheweb.com/addurl.html ScrubTheWeb 9. http://www.snap.com/about/site.php?last_link_type=about Snap 10. http://www.searchsight.com/submit.htm SearchSight 11. http://www.searchit.com/addurl.htm SearchIt 12. http://www.buzzle.com/suggest_basic2.asp Buzzle 13. http://www.entireweb.com/free_submission/ EntireWeb 14. http://www.whatuseek.com/addurl-secondary.shtml What U Seek 15. http://www.ezilon.com/ezilon_url_submission.htm Ezilon 16. http://www.gimpsy.com/gimpsy/searche...check_free.php Gimpsy 17. http://www.dirone.com/add_link_m.php dirOne 18. http://www.websquash.com/cgi-bin/sea...l?Mode=AnonAdd WebSquash 19. http://www.abilogic.com/how-to-suggest-a-site.php AbiLogic 20. http://addurl.amfibi.com/ Amfibi 21. http://www.01webdirectory.com/submit.htm 01WebDirectory 22. http://www.netinsert.com/en/insert.html NetInsert 23. http://www.mavicanet.com/ MavicaNET 24. http://www.searchhippo.com/addlink.php SearchHippo 25. http://www.worldsiteindex.com/ World Site Index 26. http://www.dailyorbit.com/add.htm DailyOrbit 27. http://www.nationaldirectory.com/addurl/ NationalDirectory 28. http://www.tygo.com/websites/FreeSubmitURL.aspx TYGO 29. http://www.mixcat.com/addurl.php MixCat 30. http://www.aeiwi.com/submit.html Aeiwi 31. http://www.illumirate.com/add_your_site_exp.cfm IllumiRate 32. http://www.infotiger.com/addurl.html Info Tiger 33. http://www.towersearch.com/addurl.php TowerSearch 34. http://www.splatsearch.com/submit.html SplatSearch 35. http://www.subjex.net/submit_url.html Subjex 36. http://www.qango.com/dir/addurl.html Qango 37. http://www.zeezo.com/Listings/New.aspx Zeezo 38. http://www.canlinks.net/addalink/ CanLinks 39. http://www.webbieworld.com/signup.asp WebbieWorld 40. http://www.searchking.com/add_new.htm SearchKing 41. http://www.amray.com/cgi/amray/addurl.cgi AMRAY 42. http://www.go4.it/listing.asp Go4.it 43. http://www.cipinet.com/addurl.html Cipinet 44. http://www.hedir.com/submit-help.html Hedir 45. http://www.walhello.com/addlinkgl.html Walhello 46. http://www.linketeria.com/submitsite.htm Linketeria 47. http://www.claymont.com/login/login.asp?img=y Claymont 48. http://www.jdgo.com/add.html JDGO 49. http://www.spheri.com/tc143as.php?sid=0 Sphericom 50. http://www.kaspie.com/web.html Kaspie