ÇiziYORUM - Ercan AKYOL
10 Temmuz 2003 Perşembe
günü yayınlanmıştır.
günü yayınlanmıştır.
Filler nasıl avlanırmış biliyor musunuz:
Yola bir çukur kazılırmış. Fil bu tuzağa düşünce, avcılar siyah elbiseler içinde, yüzleri kapalı olarak gelir, çırpınan hayvanı kırbaçlar, uzun süre aç bırakırlarmış.
Günler sonra aynı avcılar, bu kez beyaz elbiseler içinde, filin en sevdiği yiyeceklerle gelir, hayvanı çukurdan çıkarıp karnını doyurur, hortumunu okşarmış.
Fil, bu "iyi insanlar"ın peşine takılır ve ölünceye kadar onların verdiği işlerde çalışırmış.
***
Aynı taktik işte...
Kuzey Irak'ta 11 Türk askerini tuzağa düşürüp esir alan "siyah elbiseliler"i daha önce de borç tuzakları kurarken, karikatürlerle hakaret yağdırırken, "yem"imizi kesmekle tehdit ederken görmüştük.
Hiç kuşkunuz olmasın ki, yarın beyaz elbiselerini giyip "Sen benim stratejik ortağımsın" diye hortumumuzu okşayacaklardır.
Yine kuşkunuz olmasın ki, bugün "Bize bu yapılır mı" diye düşük tondan sızlananlar birkaç iltifat duyunca yelkenleri suya indirip "Sizinle aynı koalisyondayız" diye boyun eğecektir.
Sonuçta avcı, tuzağa düşürdüğü avın, kendisini avcılar koalisyonunda sanacak kadar şaşkınlaştığını görünce boynuna halkayı takacak ve saf kurbanını, emrindeki kandırılmış filler ordusuna katacaktır.
***
Peki "Avcı" niye siyah elbiselerini giydi şimdi?
Bunu merak edenlere tavsiyem, Genelkurmay 2. Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt'ın 29 Mayıs'ta, İstanbul'daki "Küreselleşme" sempozyumunda yaptığı konuşmayı okumalarıdır.
2. Başkan, o konuşmasında "Yaklaşan Avcı'nın tuzağı"nı kendi açısından izah etmiştir.
Org. Büyükanıt'a göre bugün güçlü ülkeler gözünde "Ulus devlet, küresel sermayenin dolaşımına engeldir. Dolayısıyla bertaraf edilmelidir".
Bu amaçla, "güçlü ülkeler, güçsüzlere kendi politikalarını dayatır".
***
Güncel örneğe uyarlarsak Türkiye, ABD'den ithal bir algılama ve dayatmayla - ve ulusal çıkarına ters düşmesi pahasına - komşusu Irak'ı tehdit saymış ve işgaline seyirci kalmıştır.
Peki ABD ne yapmıştır?
Türkiye'nin tehdit saydığı güçlerle işbirliği içinde "askerin biraz burnunu sürtmek istemiş"tir.
Niye?
Org. Büyükanıt'ın sorularıyla devam edelim:
"Acaba gelişmekte olan ülkelerin ulusal güvenlik politikaları (ulus devletin bertaraf edilmesine dönük) bu yaklaşımlar önünde engel midir? Ve acaba gelişmekte olan ülkelerde yaratılmaya çalışılan mikroetnik çatışmalar, ulusal direncin zayıflatılmasında vasıta olarak mı kullanılmaktadır?"
***
İnsanlığın evrensel ütopyası küreselleşme, saldırgan bir süper gücün elinde, zalim bir kırbaç haline geliyor.
Ulusal güçlerin buna tepkisi, muhafazakar bir içe kapanma refleksine dönüşüyor. Toplumsal açılım çabaları, demokratikleşme ve çokseslilik arayışları, milliyetçi bir söylemde boğuluyor.
Kırılmak istenen kabuk, bu yolla hepten sertleşiyor.
Siyasette, diplomaside, medyada, sermayede, küresel ve ulusal güçler arasında alttan alta yaman bir çekişme yaşanıyor.
Umarız bu çekişme bir sıcak çatışmaya dönüşmez; çukurdaki filimiz, yarın hortumunu okşayacak beyaz elbiselilerin, dün sırtını kırbaçlayan kara cübbelilerle aynı kişiler olduğunu anlayabilir ve halka boynuna geçirilmeden bu tuzaktan kurtulabilir.
**********
10 Temmuz 2003 Perşembe
günü yayınlanmıştır
ikinci şamar..... Üçüncü ne zaman?
Amerikalılar, Türk askerlerini esir alıyor, ite, kaka Bağdat'a gönderiyor, biz yazı yazmıyoruz.
Niye?
"İkinci şamar"ın tepkisini bekliyorduk da ondan...
* * *
"Birinci şamar"ı geçtiğimiz mayıs ayında yemiştik.
ABD Savunma Bakanı Wolfowitz bir sömürge valisi edasıyla, hata yaptınız! diyor. Özür dileyin! diyor. Bir daha böyle haltlar karıştırmayın! diyor, ordunun da tutumunu eleştiriyor, iyi liderlik yapamadı! diye...
* * *
BİZ, bunu "ulusal onurumuzun suratında patlayan bir şamar" olarak görüyor ve ibret olsun, diye eski bir olayı anlatıyorduk.
* * *
BİRİNCİ Cihan Savaşı'nda Filistin cephesinde esir düşen Türk subay ve askerlerini getiren gemi Galata rıhtımına yanaşır...
Bundan sonrasını Kurtuluş Savaşı subaylarından Rahmi Apak anlatır:
"Vapurun rıhtıma yanaşması ile birlikte, bir İngiliz subayının yanında vapura girmiş ve sırtında bir İngiliz elbisesi taşıyan İstanbullu genç bir Ermeni, esir arkadaşlarımızdan birisine: Ulen neye acele ediyorsun diye bağırdıktan sonra suratına şiddetli bir şamar attı. Dikkat ettim, etraftaki yüzlerce Türk esiri bu şamarı kendi suratlarına yemişler gibi irkildiler. Ben şahsen, bu şamarın, kendi yüzümden bir ateş çıkarır gibi olduğunu duydum. Eyvah, biz esir kaldığımız düşman memleketinde bile böyle hakaretler görmedik. Biz bu vatanda nasıl yaşayabiliriz diye düşündüm ve titredim.
Halbuki birçok arkadaşlar gibi, ben de, Trakya'daki kasabama çekilerek kendime yeni bir hayat kurmak fikrinde idim. Bu düşüncemin sakat olduğunu derhal anladım ve orada, İngiliz vapurunun içinde, dışarı çıkmak için ayakta beklediğim zamanda, derhal Anadolu'ya geçip tekrar silaha sarılmak kararını verdim."
* * *
ŞİMDİ, niçin beklediğimizi anladınız mı?
Acaba kaç kişi, o gün Rahmi Apak ve arkadaşlarının tepkisini bugün duydular, kaç kişi bu tepkilerini dışa vurdular, onlar gibi kendilerini sorguladılar?
Bunu görmek istedik...
Heyhat!
Hazreti İsa'ya dönmüşüz, şamarı yiyince öbür yanağımızı çeviriyoruz.
"Amerika'ya nota verdiniz mi?" sorusuna "Bu müzik notasına benzemez!" diyen bir Başbakan'ın ülkesi, daha nice şamarlar yer...
* * *
NAZIM Hikmet'i hatırlamaz mısınız?
"Koyun gibisin kardeşim / gocuklu celep kaldırınca sopasını / sürüye katılıverirsin hemen / ve adeta mağrur koşarsın salhaneye / Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani / hani derya içre olup / deryayı bilmeyen balıktan da tuhaf. / Ve bu dünyada bu zulüm senin sayende / Ve açsak yorgunsak, alkan içindeysek eğer / ve hala şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak / kabahat senin / - demeğe de dilim varmıyor - kabahatin çoğu senin, canım kardeşim.
*******