Bu Blogda Ara

12 Ekim 2008 Pazar

Bugün Allah için ne yaptın, kendin için ne kaptın! Yeni dönem Türk atasözü

18 Haziran 2008 Çarşamba

iranda kadın olmak/iran manzaraları/Trafik değil ahlak kontrolü

iranda kadın olmak/iran manzaraları
Ahlâk polisi otomobillerini durdurduğu kadınların kıyafetlerini ve başörtülerini kontrol etti. Saçları görünen kadınlar ya uyarıldı ya da tutuklandı.

Başörtüsü takmanın ve vücudu bilekten omuzlara kadar kapatan pardesü giymenin zorunlu olduğu İran’da “yaza hazırlık” yapıldı. Ahlâk polisi kadınların ve gençlerin 1979’da Humeyni tarafından gerçekleştirilen İslam devriminin öngördüğü şekilde giyinip giyinmediklerini kontrol etmek için yolları keserek arama yaptı. Uygulama için kadınların daha kısa ve ince kıyafetleri tercih ettiği yaz mevsiminin başı özellikle seçildi. Başkent Tahran’da yaklaşık 15 noktaya yerleştirilen ahlâk polisi, otomobillerin içindekileri, kaldırımda yürüyen yayaları ve parkta dolaşanları durdurarak kıyafetlerini kontrol etti. Polis, erkeklerin saç tıraşlarına kadınların da başörtülerine ve kıyafetlerine baktı.



Pardesüsü kısa olan, başörtülerinden saçları görülen veya kıyafetleri vücut hatlarını belli eden kadınlar ya uyarıldı ya da gözaltına alındı. Yasağı delenlere saçlarını nerede kestirdiği veya kıyafetlerini nerede aldığı soruldu. Sonra da buralara da baskın düzenlendi. Geçen cumartesiden beri 32 mağaza ve berber salonu Batı tarzı oldukları gerekçesiyle kapatıldı. Sadece dünkü kontrollerde, otomobilleri durdurulan 21 kadın kıyafetleri İslam kurallarına aykırı olduğu gerekçesiyle cezalandırıldı. Tüm bunlar olurken, bir genelevde 6 kadın ile toplu seks yaparken basılan Tahran Ahlâk Polisi Şefi Rıza Zarey, beş ay kaldığı cezaevinden salıverildi.



32 işyerine kilit vuruldu

Pardesüsü kısa olan, başörtülerinden saçları görülen veya kıyafetleri vücut hatlarını belli eden kadınlar ya uyarıldı ya da gözaltına alındı. Yasağı delenlere saçlarını nerede kestirdiği veya kıyafetlerini nerede aldığı soruldu. Sonra da buralara da baskın düzenlendi. Geçen cumartesiden beri 32 mağaza ve berber salonu Batı tarzı oldukları gerekçesiyle kapatıldı. Sadece dünkü kontrollerde, otomobilleri durdurulan 21 kadın kıyafetleri İslam kurallarına aykırı olduğu gerekçesiyle cezalandırıldı. Tüm bunlar olurken, bir genelevde 6 kadın ile toplu seks yaparken basılan Tahran Ahlâk Polisi Şefi Rıza Zarey, beş ay kaldığı cezaevinden salıverildi.

16 Haziran 2008 Pazartesi

Budur...Yılmaz ÖZDİL

Budur...

Yusuf... İzmirli.

Lise mezunu.

İşsiz.


Bir kontör harcadı.

Var Mısın Yok Musun'a katıldı.

Son 2'ye 50 ve 200 bin liralık kutularla girdi... 105 bin liralık teklifi reddetti.

Risk aldı.

Kutusundan 200 bin lira çıktı.

Köşeyi döndü.

*

Yusuf... İzmirli.

Lise mezunu.

Öğrenci.

Ailesi 50 bin lira harcadı.

Yarın ÖSS'ye katılacak.

Son 2'ye dershane ve özel dersle girdi.

Boşver, askere git, tekstil atölyesinde kayıtdışı çalışırsın teklifini reddetti.

Risk aldı.

Kazanırsa, 4 senesi var.

Mezun olduktan sonra işe girmeyi başarırsa, anca asgari ücret alacak, yemese içmese, bir kuruşunu bile harcamasa, 200 bin lirayı toparlaması kaba hesap 33 sene falan sürecek.

*

Yusuf... İzmirli.

Lise mezunu.

İşsiz.

Bir kontör harcadı.

Desti İzdivaç'a katıldı.

Son 2'ye bir dul ve evde kalmış bir kızla girdi... Dulun ölen babasından maaşı var.

Kapatma davası değil, İran operasyonu yigit bulut /yorum -analiz

Başlığa sığmayan cümleyi tekrar yazarak başlayalım; “Türkiye’de siyasetin nasıl şekilleneceğini kapatma davası değil, Amerika’nın İran operasyonu belirleyecek...”

Sevgili dostlar, bu tezi daha önce de sizlere aktarmış ve iddianın açılımında “Türk halkının, yükselen şeriat tehlikesi” eşliğinde, en zoru yaşadıktan sonra, İran’a yönelik bir ABD operasyonuna daha açık destek vereceğini belirtmiştim...

Hâlâ aynı düşüncedeyim; amaç “Türkiye’de bir İslam Devleti kurdurmak” değil, Türk halkına “en kötüyü” gösterip, bu tehlikeyi İran ile “özdeşleştirdikten” sonra, Türkiye’yi “yeni yolda” kullanmak... Bu arada bir not düşeyim; var olan ekonomik trend ABD’nin kesinlikle İran’a saldırmasını gerektiriyor...

Peki bütün bunların “başlık” ile daha net alakasını nasıl kurabiliriz?

Onu da arz edeceğim fakat ilk etapta sizlere Pentagon’a sunulan ve Siyasi işlerden sorumlu savunma müsteşarlığının “RAND CORPORATION’a” hazırlattığı rapordan bazı cümleleri aktarmak istiyorum. Alıntıyı dün VATAN Gazetesi’nde çıkan internet “metninden” yapıyorum...

Ne diyor Amerikalılar? Mesaj çok açık, aynen aktarıyorum;

“...AK Parti’nin başarısının İslami kökleri olan siyasi hareketin gücü’nü gösterdiği savunulan raporda, Refah ve Fazilet gibi selef partilerden çok farklı olduğu belirtiliyor. Raporda, AB yolunda diğer dinlere ait azınlıkların haklarını da içeren reformlar yapıldığına dikkat çekiliyor... RAND raporunda önümüzdeki 10 yılda Türkiye için dört ana muhtemel senaryodan söz ediliyor: AKP’nin ılımlı, AB eğilimli bir yol izlemesi, sinsi İslamlaşma, AKP’nin yargı tarafından kapatılması ve askerî darbe... Rapora göre, AKP kapatılmazsa ve iktidarda kalırsa, laikçileri tahrik edecek ve laik-dindar dengesini değiştirecek icraatlar yönünde bastırma hususunda ‘daha ihtiyatlı’ olacak... Kemalist idareci sınıfın Türkiye’de hâlâ ‘büyük oranda hakim’ olduğu kaydedilen raporda, siyasette dinin kabul edilir rolünü tanımlayan çizgileri aşan herhangi bir hükümet, siyasi gerilime sebebiyet verecek ve muhtemelen askerî müdahaleyi tahrik edecektir...”

Peki bütün bunlardan sonar ana başlığa döner ve sorarsak; İran operasyonu, AKP’nin kapatılma davasından neden daha önemli?

Maddeler halinde aktarayım;
* Varolan ekonomik yapı gereği ABD, ekonomiyi ayakta tutmak için İran’a saldırmak zorunda... Girilen askeri-sanayi kompleks yolundan dönüş yok...

* İran’a saldırı için “Türkiye’nin desteği şart” ve ikinci bir Irak “olayı” ABD tarafından göze alınamaz...

* Erdoğan’lı AKP ile “İran olma yolunda kendini” zorda hisseden Türk Halkı, İran operasyonuna daha net destek verme noktasına itiliyor...

* İran operasyonu olacaksa; ya Erdoğansız bir AKP veya “raporda da geçen” başka seçenekler “tez-antitez” döngüsünde gündeme gelebilir...

* Türkiye’de rejimin geleceği bile ABD’nin İran’a yapacağı bir operasyonda “nasıl daha rahat” edebileceğine bağlı olarak, Amerika tarafından “zorlanacaktır”...

Sevgili dostlar, uzun lafın kısası; her seçenekte bana göre kaybeden tek bir kişi olacak; Erdoğan... Bu yazıyı kesin saklayın, bugün Erdoğan’ın yanında olanların nasıl “alternatif” veya “akil adam” pozunda “ortaya döküleceklerini” göreceksiniz... Yazılabilecek kalıp içinde bu kadar yazabildim...

Sonuç: Erdoğan’ın danışmanları mutlaka vardır, oyunun nereye döndüğünü görüyorlardır ama bir de ben yazayım; bütün oyun “Erdoğansız” bir AKP, olmazsa “Amerika’nın kendini garanti altına alacağı” başka “senaryolara” dönüyor... Ve iddia ediyorum; Türkiye’de siyasetteki gelişmeleri hatta siyaset yapıp yapamayacağımızı dahi İran operasyonunun kaderi belirleyecek...
**********************
Yedinci yüzyılda Çin’de yaşayan Lao Tzu, Taoizm adlı yaşam felsefesinin kurucusu ve bunun en kutsal kitabı olan Tao Te Ching’in yazarıdır.
Taoizm müritlerine doğal ve yalın bir hayat tarzı önerir ve doğanın akışına karşı çıkmamayı tavsiye eder.
Tao Te Ching şiir şeklinde yazılmıştır. Benim akıl olarak vermek istediğim şiirin numarası 126’dır. İngilizceden kendi çevirimle, şöyle diyor:

İnsan dünyaya geldiğinde yumuşak ve esnektir,
İnsan öldüğünde sert ve katıdır,
Bitkiler canlı iken yumuşak ve körpedir,
Bitkiler öldüklerinde çürük ve kurudurlar.
Demek ki sert ve bükülmez olan ölüme aittir,
Yumuşak ve esnek olan hayata aittir.
Sert ve kudretli olanlar yere çakılır,
Mütevazı ve yumuşak olanlar yükseklere çıkar.

12 Haziran 2008 Perşembe

Turkey sends Switzerland sliding out of Euro 2008

By Mike Collett

Photo
«»1 of 7

BASEL (Reuters) - Turkey sent co-hosts Switzerland sliding out of Euro 2008 in the cruelest possible way on Wednesday when a stoppage time goal from Arda Turan secured a 2-1 victory in an enthralling Group A match at St Jakob Park.

The Swiss fans were just about to applaud a draw that would have kept their team in contention when Arda curled in a shot that took a deflection off defender Patrick Mueller and flew past goalkeeper Diego Benaglio for the winning goal.

The result also means Portugal, who earlier beat Czech Republic 3-1, became the first team to reach the quarter-finals. They are top of the group with six points ahead of the Czechs and Turkey on three with the Swiss bottom with no points.

The victory was a measure of revenge for the Turks because the last time they met Switzerland, in a World Cup qualifying playoff in 2005 in Istanbul, the Swiss went through on the away goals rule and the match ended in a touchline brawl.

"It's a wonderful feeling," said Turkey coach Fatih Terim. "The players need it for their confidence and I congratulate them on their incredible efforts.

"The three points give us a lot of hope for the last match (against Czech Republic on Sunday). We're still here and still playing. This is the beginning of the Euros for us."

BIG DISAPPOINTMENT

Switzerland coach Koebi Kuhn added: "It's a very, very big disappointment. The whole country is probably as disappointed as the team. You hope for so much and go all out. But at the end of the day it's not enough. That's football."

Arda's goal, which came from a superb counter-attacking move after the Swiss had a chance to go 2-1 ahead themselves, keeps Turkey afloat in the tournament after torrential rain had reduced the pitch to a quagmire in the first half.

A 30-minute downpour that began soon after kickoff made conditions in the first half almost unplayable as the increasingly rain-sodden surface became dotted with puddles.

For a few minutes it looked as if the match might have to be abandoned, but the worst of the rain passed by halftime and the pitch improved in the second period.

Switzerland had taken the lead in the 32nd minute with a goal that owed as much to the conditions as to the quick thinking of forward Eren Derdiyok.

Forced out wide he hit a low cross into the box that eluded goalkeeper Volkan Demirel, and bounced in and out of a puddle before falling for Hakan Yakin who poked it into an empty net.

Turkey equalized after 57 minutes when substitute Semih Senturk outjumped Swiss skipper Ludovic Magnin to reach Nihat Kahveci's cross and power an unstoppable header past Benaglio.

The second half was evenly balanced and Volkan had to make a fine double save from Yakin and Swiss substitute Ricardo Cabanas late on before Arda collected a superb pass from Tuncay Sanli before cutting inside to score from the edge of the area.

(Editing by Ken Ferris)

12 Mayıs 2008 Pazartesi

Açıklıyorum; MHP’li miyim yoksa Selanikli mi? Yiğit Bulutyorum analiz

Recep Tayyip Erdoğan
NTVMSNBC
Tüm Gazeteler

Sevgili dostlar, bildiğiniz gibi bugüne kadar paylaştığımız her yazıda; konusu ister ekonomi, ister siyaset olsun, “ulusal bilinç” kavramını “her anlamda” sorgulamaya, Dünya Bankası, IMF ve ABD, AB çemberinde, yaşadıklarımızı “açıklamaya” çalıştım.
Birçok farklı tepki aldım. Özellikle “ulusal duruşa” karşı olup, “küreselleşen dünyada, eriyen Türkiye” isteyenler, “ulusal bir ekonomik duruşun gereğini” bir türlü kabul etmek istemediler. Geçmişte “duruşumu beğenmeyenlerden” birçok ilginç mesaj aldım. En çok ilgimi çekenler genelde “bana yakıştırılan siyasi parti yakınlıkları” üzerineydi. Bazı arkadaşlara göre bu fikirleri savunan şu partiden olmalıydı. Hatta “Sarışın adamsın, sen zaten Türk olamazsın, Türkiye’yi savunmak sana mı kaldı?” diyenler bile oldu. Bunlara o dönemde aşağıdakine benzer bir yazı da yazdım.

Son 3 gün içinde bu ilginç mesajlardan bir tane daha aldım, yazan dostumuz şöyle diyordu; “Yiğit Bey, ulusalcılık, milli konular, küreselleşmeye karşı Türkiye gibi kavramlara değinen siz, lütfen nereli olduğunuzu açıklayın... İshak Alaton’u da eleştirmişsiniz ama ben sizi TV’de gördüm fiziğiniz aynı bir Selanikli, acaba sabetay mısınız!”

Sevgili dostlar, gülelim mi, ağlayalım mı! Arkadaş şunu soruyor; “Kardeşim, sen belki kök olarak Türk bile değilsin, nedir senin bu ulusalcı diretmen?”

Sevgili dostlar, siz ne dersiniz; acaba ben MHP’li miyim, ulusalcı mıyım yoksa Selanikli miyim?

İlk önce mesajı yazana cevap yazalım; “Sevgili kardeşim, bir ulustan olmayı, bir millete sahip çıkmanın referansını hâlâ ‘ırk’ta, kanda, bölgede’ ararsan, bu etnik ve ırkçı ayrımcılığı Türk olmanın şartı sayarsan; senin Hitler’den hiçbir farkın kalmaz... Bu noktada şunu da belirteyim. Ben, birilerinin söylediği gibi “Türkiyeli” falan da değilim. Ben öz be öz Türküm...”

Peki ben bu gerçeği nasıl bu kadar kesin olarak biliyorum, bin yıllık soy kütüğüm mü elimde?

Türk olduğum gerçeğini bildiğim referans noktam; ne ırkım, ne kanım, ne de doğduğum bölge... Bu gerçeği bildiğim referans noktam; Ulu Önder Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarken özüne kattığı maya olan; ‘Ne mutlu Türküm diyene’ sözü...

Dikkat ederseniz; ‘Ne mutlu Türk olana, Türk kanıyla doğana’ dememiş. Ne mutlu Türküm diyene demiş. Uzun lafın kısası; Bu ülkede yaşayan hiç kimsenin diğerinden daha fazla Türk olmaya hakkı ve yetkisi yok... Ermeni, Kürt, Çerkez, Boşnak, Musevi, Hristiyan, Rum, Türk... Kökü ne olursa olsun, ‘Türküm’ diyen her vatandaşımız ‘ulusal bilince de, Türkiye’ye de’ diğerleri kadar sahip çıkma hakkına her zaman sahiptir...’

Sevgili dostlar, bu yazıyı, yukarıdaki saplantılı zihniyete cevap vermek, Türk olmayı ‘Türkiyeli olmak’ ile değiştirmek isteyenlere karşı olduğum için ve en önemlisi bu kavramları ortaya atanların Atatürk’ün öngörüsünü anlamadıklarını haykırmak için yazdım. ‘Türkiyeli olmak’ gibi, ‘İkinci Cumhuriyet’ gibi sanal kavramlara ihtiyacımız yok... Aradığımız her şey Türk devrimini yaratan doktrinin içinde, yüzyıllar sonrasını kapsayacak şekilde var. Bakmasını bilenler, ihtiyaçları olanları orada bulacaklar...

Sonuç: Yukarıdaki mesaja; “nereli olduğumu, kim olduğumu” yazarak da cevap verip, “İşte ben buyum, öz be öz ırk olarak da Türküm” diyebilirdim... Fakat bu cevap, bu tartışmaları başlatmak isteyenlerin istediği, açıklamayı soy mantığıyla “özdeşleştirip-aklileştiren” bir cevap olurdu ve onların istedikleri tuzağa düşmüş olurdum...

Son söz: Bu ülkede kimsenin kimseden fazla Türk olmaya hakkı yoktur... Burası Türkiye Cumhuriyeti’dir ve burada yaşayıp “Ne mutlu Türküm diyene diyebilen” herkes TÜRKTÜR... Türk olmanın kriterini anlamayıp “kafatası arayanlar da, Türkiyeli gibi abuk subuk yollara” sapanlar da, bu ülkeyi kuran ana tezi ıskalayanlardır... Umarım bir an önce “Ne mutlu Türküm diyene” sözünün içindeki büyük tezi anlayabiliriz...
**********


“AKP KAPATMA DAVASI SAVUNMASI, ADETA “SAVCIYA KARŞI-İDDİANAME” ŞEKLİNDE KALEME ALINMIŞ.”

“TANZANYA GEZİSİNİ ANİDEN İPTAL ETMESİNDEN, SAYIN GÜL’ÜN İDDİANAMEDEN HABERİ OLDUĞU İZLENİMİ DOĞUYOR.”

“AKP, SAVUNMASIYLA, BİR ANLAMDA; “TEK BAŞINA SORUMLU” DEDİĞİ ERDOĞAN’IN KELLESİNİ GİYOTİNE UZATIYOR.”

“AKP’NİN KULLANDIĞI İSLAMİ SÖYLEM, SÖMÜRGE OLAN İSLAM ÜLKELERİNİN SÖYLEM BİÇİMİDİR VE TÜRKİYE’DEKİ İSLAMİ ANLAYIŞLA İLGİSİ YOKTUR.”


Riskleri azaltma fırsatı..Mehmet Uğur CİVELEK / ARKA PLAN


6 Mayıs 2008 Salı

Atatürk o vekili trenden kovmuş

Atatürk o vekili trenden kovmuş
Atatürk o vekili trenden kovmuş
07 Mayıs 2008 Çarşamba 08:56
Atatürk namaza nasıl bakıyordu? Tartışmalara ilişkin o dönem yaşanmış çarpıcı bir örnek çıktı.
Mustafa Kemal Atatürk'ün, namaz kılan yüksek rütbeli bir subayı ihbar eden milletvekilinin trenden indirilmesini istediği ortaya çıktı. Atatürk, aynı milletvekilinin tekrar seçilmesini de engellemiş.

Bu olayı aktaran Dumlupınar Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Ali Sarıkoyuncu, Atatürk'ün, gammazcı vekil hakkında, "Bu adam namaz kılmayı kendi aklınca suç görüyor." dediğini söylüyor.

Diyanet İşleri Başkanlığı'nın yayınladığı aylık Diyanet dergisinin nisan sayısında 'Atatürk, Din ve Din Adamları' konusu işlendi. Atatürk'ün din konusundaki düşünceleri ve uygulamaları, resmî dairelerde namaz kılanları ve bu kurumlarda mescit bulunduğunu gammazlayanlara en güzel cevabı veriyor.
Dosyayı hazırlayan Prof. Dr. Ali Sarıkoyuncu, Atatürk'ün din ve lâiklik hakkındaki görüşlerinin 'en az bilinen ve en çok istismar edilen' yönü olduğunu söylüyor.

Yazıda Atatürk'ün din adamlarına ve dinî vecibelerini yerine getirenlere karşı son derece saygılı olduğu yaşanmış bir örnekle anlatılıyor. Prof. Dr. Sarıkoyuncu'nun anlattığına göre olay şöyle gerçekleşiyor:

Atatürk, 1930 yılında Fevzi Çakmak'la birlikte trenle yurt gezisine çıkar. Kompartımanında ülke sorunlarını konuşurlarken bir milletvekili içeri girip, Atatürk'ün kulağına bir şeyler söyler. Atatürk'ün kaşları çatılır, Fevzi Paşa'ya dönerek, "Paşam, lütfen beni takip ediniz, arkadaşlar bir haber getirdi, inceleyelim." der. Hep birlikte diğer vagona geçtiklerinde yüksek rütbeli bir subayın kanepe üzerinde namaz kıldığını görürler. Atatürk, mareşale dönerek şöyle der:

"Paşam, bu adamın (gammazcıyı işaret ediyor) biraz evvel kulağıma gizli bir şeyler söylediğini gördünüz. Bu adam muhafız kıtasına mensup yüksek rütbeli bir subayın namaz kıldığını gammazladı. Bu adam namaz kılmayı kendi aklınca suç görüyor. Durumu size göstermek için buraya kadar zahmet ettim." Atatürk ilk istasyonda milletvekilini trenden indirir ve gelecek dönem milletvekili seçilmesini de engeller.

Mükremin Albayrak/Zaman

4 Mayıs 2008 Pazar

versohaber.com Verso Siyasi Araştırmalar Merkezi'nin analizleri

ERGENEKON OPERASYONUNDA AMAÇ, "TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ'NİN ÜZERİNDE TAHAKKÜM KURMAKTI."

"KAPATMA DAVASININ İLK PERDESİ BİTMEDEN ÇANKAYA KÖŞKÜ; İKİNCİ PERDEYİ AÇMIŞTIR.

AKP ÇEVRELERİ, ERDOĞAN’IN YERİNE KİMİN BAŞBAKAN ATANACAĞINI ARAMAYA BAŞLADILAR.

CUMHURBAŞKANI KİME BAŞBAKANLIK GÖREVİ VERİRSE O PARTİYE BAŞKAN OLUR.”

“ERHAN GÖKSEL’ in 27 NİSAN 2008’ de FLASH TV’ de YILMAZ TUNCA’ nın SUNDUĞU 5. ‘GERÇEK GELECEK’ PROGRAMI

“Okuma alışkanlığı olmayan hiç bir ülkede bilimsel gelişme olmaz.”
“Rusya’ya rağmen ülkemizden boru hattı geçmesi, hayaldir.”
“Başbakan Sabah ihalesinin ertesinde eleştiriler üzerine Meclis Grubunda AKP’yi eleştiren medyaya; “sizi de mi satın almamızı istiyorsunuz” diyerek, göz dağı vermiştir.”
“Kamu malı satılırken kamu bankalarından kredi almak etik değildir ve dünyada hiçbir ülkede böyle bir gerçek yoktur.”
“Halk bankası bugüne kadar tek kişiye en yüksek kredi olarak 125 milyon dolar verdik derken; tek kişi olarak Çalık Grubuna 375 milyon dolar krediyi nasıl vermiştir?”
“Bugün dünyada faizler bu kadar yükselmişken, Vakıfbank, Çalık için verdiği krediyi aynı koşullarla kendisi bulabilir mi?
“Sabah - Atv satışında aslında ihale olmuş sayılmaz, tek alıcı vardır.”
“Medya Türkiye’yi hep yönetmek istedi; yönetemeyince de İktidarı paylaşmak istedi.”
“Başbakan Kartel’in üzerine giderse halkın kendisini destekleyeceğinin farkında.”
“Başbakan “Kapatma Davası” ilerledikçe Kartel’in üzerine geleceğini biliyor ve Kartel’den önce davranacak gözüküyor.”
“Hükümetin Yaşar Büyükanıt Paşa’nın görev süresini uzatarak İlker Başbuğ Paşa’yı emekli etmek istemesinin temel nedeni neydi?”
Karamehmet’i Medya’da batırmak için beş yıldır uğraşan Kartel’dir.”
“1995’de Cudi dağında helikopterle uçurularak kendilerini Kuzey Irak’ta sanarak yazı yazan gazeteciler kim di?”
“Medya’da iki tür “kirli” insan var; bunlar ya cahildirler ya da bilgilerini menfaatleri için kullanırlar.”
“Son altı günde 11 şehit verdik; medya için haber değeri bile olmadı.”
“ABD Genel Kurmay Başkanı “İran’a askeri operasyonu değerlendiriyoruz” dedi; Küresel Sermaye bu haberin Türk Medyası’nda yer almasına engel oldu.”
“İsrail ile Türkiye arasında bir politika olduğu gerçek değildir.”
“İsrail’in Golan’dan çekilmesi İsrail açısından imkansızdır. Çünkü; Golan’ı elde tutan tüm İsrail’e hakim olur.”
“Şam ile Washington’u aynı kefeye koymak stratejik olarak akıl alır değildir.”
“İsrail, iç demokrasisi en gelişmiş devlettir, ancak, demokrasisi sadece Yahudiler içindir.”
“Türkiye Ortadoğu Dış Politikasında “avantacılığa” soyundu.”
“Başbakan’ın madem o kadar Suriye üstünde etkisi var; o zaman Hatay ovasını besleyen Asi nehrinin kesilen suyunu artırsın.”
“Abdullah Gül’ün yakınları; “Gül yanından ayrıldı, Başbakan bu işi götüremiyor lafları yayıyorlar”.
Atatürk’ün Hatay’da yaptığını, şimdi de Kürtler Kerkük’te bize yapacaklar.”
“Bu coğrafyada varlığımızı TSK’ne borçluyuz.”
“Türk Halkından gerçekler kaçırılıyor; “Zap Kampı” Türkiye sınırına 14 km uzaktadır.”
“Ecevit, İsrail’e “soykırım suçlaması” yaptı 2001 krizini kucağında buldu.”
“Bugün Partiler dışarıdan yardımı; dolaylı olarak “yandaşlarına destek” olarak alıyorlar. Bu dış destekler Partileri destekleyen vakıflara, gazetecilere, sivil kuruluşlara yağıyor.”
“Bu ülkeyi ayakta tutan değerler yabancılar tarafından sistematik olarak yok ediliyor.”
“Başbakan’ın “ayaklar baş olursa kıyamet kopar” sözüyle haddini aşmıştır. Kendi geldiği yeri unutmuş gözükmektedir.”
“DİSK Başkanının “Biz ayaktakımı olarak cevap vereceğiz” diyerek işçileri “ayaktakımı” kabul etmesidir. İşçi temsilcisi olarak sen “ayaktakımı” lafını kabul edersen; seni “ayaktakımı yerine koyacak” çok adam bulursun.”
“Körfez ülkelerinden alınan kimi krediler “kara para” aklamak içindir.”
“Kartel kimi CHP’nin başına geçirmek istiyor.”
“İş Bankasının verdiği her kredide CHP’nin 4 üyesinin imzası vardır ve bu nedenle Kartel kendi yöneteceği lideri CHP başına geçirmek istemektedir.”
Hanefi Avcı ve Sabri Uzun’u ekarte edenler, Ergenekon operasyonuyla Başbakan Erdoğan’ı polisleştirmek isteyenlerdi.”
“Başbakan’a muhbirlik yapanlar, Bizzat bu kişileri ekarte edenlerdir.”
“Sabri Uzun’u “Fethullahçı” diye Genel Kurmay’a şikayet edenler, emniyet içindeki Fethullahçı Polisler’di.”
“Çete suçu minimum 13.5 yıl ceza gerektirir. Bakalım Ergenekoncular adi suçlu olarak 13.5 yıldan az mı ceza alacaklar, yoksa çeteden daha fazla mı?”
“Ergenekon Operasyonu’nu yöneten kimi polisler Başbakan Erdoğan’ı korkutarak teslim almak istiyorlar.”
“AKP kapatılır ve Başbakan yasaklanırsa; bağımsız aday olamaz. Olacağını söyleyerek Başbakan’ı kendi çevresi yanıltmakta ve tuzağa sürüklemektedir.”


29 Nisan 2008 Salı

TanrI zar atmaz Einstein

Einstein, hiçbir şeyin ışık hızını geçemeye ceğine inanıyordu, tesadüflerin bile...

De Moivre, “Olasılık Teorisi”nin temellerini atmakla kalmıyor; matematiği zarlar ve oyunlarla açıklıyordu. Moivre, kitabında şansın aslında yanılsama olduğunu, gelişigüzel gibi görünen her şeyin fiziksel bir nedeni olduğunu iddia eder

TanrI zar atmaz

700’lerin başında, Londra’da, yaşayan Abraham De Moivre adındaki bir matematikçi, kumarbazlar için olasılıklar hesaplayarak geçimini sağlamış. Yaklaşık on yıl bu işi yaptıktan sonra, teorilerini Şans Doktrinleri isimli, 52 sayfalık küçük bir kitapta toplayan De Moivre, “Olasılık Teorisi”nin temellerini atmakla kalmıyor; matematiği zarlar ve oyunlarla açıklıyordu. Moivre, kitabında şansın aslında yanılsama olduğunu, gelişigüzel gibi görünen her şeyin fiziksel bir nedeni olduğunu iddia eder.

Nobel ödüllü fizikçi Wolfgan Pauli gibi pek çok fizikçinin “Tanrı’nın ayırdığını hiçbir kul bir araya getiremez” diye suçladığı Einstein, parçaları birleştirmeye çalışıyordu. (fizikçiler genellikle birşeyi en küçük parçasına kadar ayırmaya uğraşırlar). Kuşkusuz Eisntein, “evrenle kumar oynanmayacağını” biliyordu. “Tanrı zar atmaz” sözleriyle evrenin olağanüstü bir düzenle var olduğuna inandığını söylüyor; ama yine de, “Kozmik Teori” ile temel kuvveti, kütle çekimini, elektromanyetizmayı, iki nükleer kuvveti birleştirip, evrendeki tüm kuvvetleri küçük bir denkleme sığdırarak, “Tanrı’nın zihnini okumayı” umuyordu. Her sabah uyandığında güne; “Eğer Tanrı olsaydım, evreni, bizi yöneten fizik yasalarını nasıl yaratırdım?”diye başlayan Einstein, hiçbir şeyin ışık hızını geçemeyeceğine inanıyordu, tesadüflerin bile... “Tanrı’nın evrenle kumar oynadığına inanmam” sözü ile atomaltı parçacıkların hareketlerini öngören kuantum teorisine hep mesafeli durdu. Kuantum mekaniği henüz emekleme aşamasındaydı.

BİLİMİN GELDİĞİ SON NOKTA

“Sen bir çiçeği ezemezsin / Bir yıldızı rahatsız etmeden” sözü doğru olabilir miydi? Birbirlerine uzak nesneler, görünürde aralarında hiçbir bağ olmasa da birbirlerinden etkileniyorlar mıydı? Uzmanlar uzun süre, bölünebilirlik ve yerellilik ilkesini kabul ettiler yani, “Eğer iki sistem bir zaman periyodu içinde birbirlerinden dinamik olarak soyutlanmışlarsa, birinci sistem üzerindeki ölçüm, ikinci sistem üzerinde gerçek bir değişiklik yapamaz” ya da Einstein’in savunduğu “hiçbir etki ışık hızından daha hızlı yayılamaz.” 1964’te İskoç fizikçi John Bell, oluşturduğu kuramla Einstein’ın belirsizlik ilkesini ve hiçbirşeyin ışıktan hızlı olamayacağı tezini çürüttü. Saklı değişkenler vardı, elektronların, atomaltı parçacıkların, fotonların dünyasanda mekânsız bağlantılar gerçekliğin kendisinin de mekânsız olduğunu kanıtlıyordu.

Paul Davis, “Bilim İnsanı Tanrı’ya yaklaştıran en güvenli yolllardan biridir”diyor . Kimileri için tersi de geçerli olsa, araştırmalar sonucu bulunan çok sıfırlı sayılar, sonsuz uyum hatta uyumsuzluklar arasındaki denge pek çok kişi için Tanrı’nın varlığının ispatı. Bilimin geldiği, geleceği son noktanın, insan bilincinin kavrayabileceği son nokta olması ne kadar trajik değil mi? Fizik, kimya, matematik, biyoloji ya da aklınıza gelebilecek herhangi bir bilim dalı aslında insanın bilinmeyeni anlama çabasındaki yetersizliğinin de ispatı gibi. İnsan küçük, evren büyük, üstelik adım başı kara delik, bir adım ötesi boşluk. Üstelik, en temel saydığımız bilimsel verilerin çoğu doğrudan yapılan deneylerle elde edilemiyor. Dünün bilimsel doğruları, bugünün bilimsel yanlışları olabiliyor. Yanlış çoğu zaman başka bir yanlışla yer değiştirerek bilimin arka bahçesine gömülüyor. Bilim güneşin ateşini nabzını tutmadan ölçer. Yıldızlara gitmeden, uzaydaki gazların cinsini ve oranını tahmin eder. Bilimsel kuramları ispatlayacak sonuçlar ortaya çıkmazsa, henüz bu konuda yeterince çalışılmadığı gerekçesi ile her şey açıklanabiliyor. Geçmişinde “yalancı tanrı rolü”nü oynamaya çalışan bilim, bugün yaşadığı kuantum sıçramanın ardından günah çıkaracağı gerçek “Yaratıcı”yı, “her şeyin Teorisi”nin üstündeki “Üst aklı” arıyor. Dün, Tanrı’nın varlığını sorgulayan bilimsel metodlar, bugün gelişmiş fizik ve kozmoloji bilgileri eşliğinde insanüstü bir gücün varlığına dair eski inancı desteklemek için kullanılıyor.

DENETİMSİZ GÜÇLER

Einstein’a göre, hepimiz çok uzaklardan çalınan, görülmeyen bir kavaldan gelen gizemli ezgiyle dans etmekteydik; “her şey, bir sinek için de, bir yıldız için de, bizim üzerinde denetim kuramadığımız güçler tarafından belirlenmiştir. İnsanlar da, sebzeler de kozmik toz da bu gücün etkisindedir.” Bu bilimin henüz evrenin belli gerçeklerini ölçebilecek güçte olmadığına inanan determinist akımın da anafikriydi; “Hiçbir şey nedensiz değildir, her şeyin bir sebebin sonucu olarak ortaya çıkar fakat biz bu ‘Asıl sebebi’ bilemeyiz.” Einstein kuantum mekaniğinin olasılıkları sonuç gibi sunmasına itiraz ediyordu. Yine de herkes kendi “olasılık” hesaplarına göre oyuna katılıyor. Bilimsel çalışmalar bazen sonu bilinmeyen bir kumara dönüşebiliyor. Rakamlar arttıkça, ihtimaller ve açılımlar zenginleşiyor.




İstatistikçi bahisleri

Sermayeniz aklınız ve sayılarsa oyuna girmeden bütün ihtimalleri göz önüne almaya çalışırsınız. Ya, zaten oyunda iseniz ve varoluşa ilişkin düşünceleriniz koca bir yanılgıysa, sonunda sizi cehennemin dibine yollayacak bir ihtimale “bütün servetinizi” koymak ister miydiniz? Adam Fawer, istatistik ve işletme okumuş bir yazar. Şimdilik yalnızca ülkemizde 22 baskı yapan, Olasılıksız’ı, Alev Alatlı’nın Schrödinger’in Kedisi’ni hatırlamadan okumak mümkün değil. Alatlı, 1999’da ülkemize kuantum ve olasılık teorisi ile yazılmış ilk romanı hediye etmişti. İki yazar da roman kurgusuyla, modern fiziği harmanlıyor, felsefe ve entrik unsurlarla birleştirerek kuantum evrenin işleyişini anlatıyorlar. İki bilimsel kitap da Einstein’ın tezini, kuantum dünyasının olasılık denizine atıyor. Yalnızca Alatlı pek çok yönden Fawer’dan daha başarılı.

Tanrı’dan bahsetmeden evrenin başlangıcını açıklamanın imkânsız olduğuna inanan, Stephen Hawking, “Benim çalışmalarım bilim ve din arasındaki bir çizgide bulunuyor ama ben bu çizginin bilimsel yanında kalmayı deniyorum” diyor. Bilim, dini argümanlarla tartışılmaya başlanınca felsefeye yaklaşsa da “Yaratılış”a ait bilimsel meraklar ister istemez pek çok araştırmacıyı bu yöne çekiyor.

KAYNAKÇA

1- Abraham De Moivre, The Doctrine of Chances,

Londra, 1712

2- Şair Francis Thompson’un “The Mistress of Vision” isimli şiirinden

3- J.C. Polkinghorne, The Quantum World, Londra, 1984,s.73

4- The Accidental Universe, Paul Davies, Cambridge, 1982

5- Olasılıksız, Adam Fawer, April y., 22 bs., 2007

6- Shrodinger’in Kedisi, Alev Alatlı, (1. Kitap Kabus 1999),

( 2. Kitap Rüya 2001) Alfa yay.



Nalan Yıldız

25 Nisan 2008 Cuma

'Ayak'lar 'baş'ı dinlemiyor /radikal manset/mateserajans

'Ayak'lar 'baş'ı dinlemiyor

'Ayak'lar 'baş'ı dinlemiyor
1977'deki olaylı 1 Mayıs'tan sonraki yıl işçiler son kez Taksim'e çıkabilmişti. İstanbul Valiliği'nin bu yıl da izin verilmeyeceğini açıklamasına karşın, sendikalar ve birçok sivil toplum örgütü Taksim Meydanı'na çıkmakta kararlı.
On binlerce işçi, Başbakan'ın 'Ayaklar başları yönetemez' diyerek karşı çıktığı Taksim'deki 1 Mayıs kutlamasına hazırlanıyor. Üç koldan girilecek meydanda 500 bin kişinin toplanması hedefleniyor

25/04/2008 (1494 kişi okudu)

İSMAİL SAYMAZ (Arşivi)

İSTANBUL - Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın "Ayakların baş olduğu yerde kıyamet kopar" sözleriyle karşı çıkmasına karşın, sendikalar ve meslek örgütleri 1 Mayıs'ı Taksim'de kutlayacak.
Tarihsel adıyla, 1 Mayıs İşçi Bayramı'nda, Bakanlar Kurulu kararıyla da 'Emek ve Dayanışma Günü'nde Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Türk-İş), Devrimci İşçi Sendikaları Konfederayonu (DİSK) ve Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) Taksim Meydanı'na üç koldan gelecek. Şişli'de DİSK, Dolmabahçe'de Türk-İş ve Şişhane'de KESK pankartları arkasında buluşacak yaklaşık 75 sendika, meslek örgütü, siyasi parti ve dernek, meydana doğru yürüyecek. Üç konfederasyonun oluşturduğu Tertip Komitesi, "Ayakların başı yönettiği yerde kıyamet kopar" diyen Başbakan'a da sürpriz bir dövizle yanıt verecek. Komitenin 1 Mayıs kutlamasına ilişkin hazırladığı plandan bazı başlıklar şöyle:

Büyütmek için tıklayınız

  • Türk-İş Dolmabahçe'de toplanıp Gümüşsuyu'ndan Taksim'e yürüyecek. Bu noktada, Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP), Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), Demokratik Sol Parti (DSP) ve Sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP) de buluşacak.
  • DİSK, Şişli Camisi'nin avlusunda buluşup Harbiye üzerinden yürüyecek. DİSK'e Türkiye Komünist Partisi (TKP), Halkevleri, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği ve 11 örgütten oluşan Devrimci 1 Mayıs Platformu katılacak.
  • KESK'in buluşma noktası ise Şişhane. KESK, Tarlabaşı üzerinden Taksim'e yürüyecek. KESK'e Türkiye Mimar ve Mühendis Odaları Birliği (TMMOB), Türk Tabipleri Birliği (TTB), Türk Diş Hekimleri Birliği, Demokratik Toplum Partisi (DTP), Emek Partisi (EMEP), Sosyalist Demokrasi Partisi (SDP) ve Ezilenlerin Sosyalist Platformu'nun oluşturduğu Emek, Barış ve Demokrasi Bloku katılacak.
  • 1 Mayıs kutlamasına katılanlar saat 10.00'dan itibaren toplanmaya başlayacak, saat 11.00'de de yürüyüşe geçilecek. Komite saat 13.00'te alana girişlerin tamamlanmasını planlıyor.
  • 23 Nisan 2008 Çarşamba

    Ayakların başı yönettiği yerde kıyamet kopar aysun kayacı haklıymış,

    AYAKLAR BAŞI YÖNETMEZ: Sendikaların 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlama isteğine karşı çıkan Erdoğan, partisinin dünkü Meclis grubunda şunları söyledi: "Ayakların başları yönettiği bir yerde kıyamet kopar. Biz, sevginin, barışın, kardeşliğin egemen olduğu bir ülkenin tesisini istiyoruz. Bunun için her ilde valilik, toplantı ve gösterilerin, yürüyüşlerin yapılacağı meydanları hazırlar. Bizler de sivil toplum örgütleri de buna uyarız. İstanbul’da biz mitinglerimizi hep Kazlıçeşme’de, Ankara’da Tandoğan’da, Sıhhıye’de yaptık. ’Hayır, bize illa Kızılay’ı vereceksiniz’ demedik. Böyle bir dayatmanın içinde olmadık. ’İstanbul’da da illa bize Taksim’i, Sultanahmet’i vereceksiniz’ demedik."

    TAKSİM ISRARI ŞIK DEĞİL: Erdoğan sözlerini şöyle sürdürdü: İstanbul’un eski miting alanları Sultanahmet ve Beyazıt Meydanıydı, Taksim aynı şekilde. Ama daha sonra buralar bu tür miting alanları olmaktan çıkarıldı. Şimdi İstanbul’da Kazlıçeşme, Kadıköy, Kartal var. Gelin buralarda yapın bunu. "Hayır, biz Taksim’de yapacağız". Bu, şık bir yaklaşım değil. Buyurun ilan edilen alanlar var, gelin bu alanlarda yapın. ’Taksim’de yapacağız’ diye dayatıldığında mülki idare olumlu bakmaz. Niye bakmaz? Çünkü bugün bu böyle başladığı zaman, yarın bunun arkası farklı bir şekilde gelir. Bu ülkede hukukun üstünlüğü varsa, herkesin buna uyması gerekmektedir. Ben iktidar partisi olarak buna uyuyorsam, o zaman sivil toplum örgütü olarak siz de buna uyacaksınız, uymak durumundasınız. İstediğimiz yerde istediğimizi yaparız, kapanın elinde kalır mantığıyla gidilirse ülkedeki keşmekeşliklerin ardı arkası kesilmez."

    DİRENİLİRSE HOŞ OLMAZ: Bütün olumlu yaklaşımda bulunmalarına rağmen halen bu şekilde direnirlerse bunun hoş olmayacağını belirten Erdoğan, "Biz de hoş olmayan bir zemin istemiyoruz. Her şeyin karşılıklı anlayışla olmasını istiyoruz. 1 Mayıs kutlamasından ya da emeğin, dayanışma gününün kutlamasına karşı olan bir Hükümet yok. 1 Mayıs, artık gerilim ve çatışma günü olmaktan çıksın istiyoruz. Marjinal grupların şiddet gösterisi ve provokasyonlarına fırsat vermeyelim istiyoruz. Sendika yöneticilerimizi sorumluluk almaya, kanunlara uymaya çağırıyorum. Bu bir inat meselesi olmamalıdır. Sevincimize, coşkumuza lütfen gölge düşürtmeyin. Bakanlar Kurulu kararı yeni bir sayfa açma vesilesi olsun diyorum" diye konuştu.

    zekariyaköy satılık triplex villa


    Aysun’dan bu kez yorum yok

    Ali Eyüboğlu

    Her şey, manken Aysun Kayacı’nın NTV’de Pınar Kür, Müjde Ar ve Çiğdem Anad’la birlikte hazırladıkları “Haydi Gel Bizimle Ol” programında söylediği şu sözlerle başladı:
    “Dağdaki çobanla benim oyum eşit mesela, niye? O benim kadar duyarlı, benim kadar sorumluluk sahibi yaklaşıyor mu acaba? Ayaktakımının iktidara getirdiği partiden şikâyet etmiyor musunuz?”
    Kayacı’nın bu sözlerine birçok AKP’li tepki gösterdi. Bu konudaki en tuhaf eleştiri AKP İzmir Milletvekili İsmail Katmerci’den geldi:
    AKP’lilerin hedefi oldu

    “Bir kanalda 4 kadının yaptığı bir program vardı. Herkes normal giyimiyle kuşamıyla oturuyor. Bir tane de manken ya da şarkıcı olabilir. Öyle bir hanım da orada oturuyor. Diğerleri konuşuyor. Kameralar boyuna o kadını gösteriyor. Sağdan gösteriyor, soldan gösteriyor. Sonra bir baktım, başladı konuşmaya. Kadın diyorum, mahluk diyorum ona... O kadın diyor ki, ayaktakımının iktidara getirdiği AKP diye bahsediyor utanmadan. Dağdaki çobanla benim oyum bir mi diyor. O kadına yakışır. Herkes onun ne mal olduğunu zaten biliyor. O kadın para kazanıyormuş, vergi veriyormuş. Herkes onun ne iş yaptığını, nasıl para kazandığını biliyor.”
    AKP’nin kadın milletvekillerinden Özlem Türköne’nin, “Aysun Hanım doktora filan yapmış galiba, birkaç dil biliyor bu yüzden de böyle yorumlar yapabiliyor herhalde” diyerek eleştirdiği Kayacı için, AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat ise “Edepsiz civciv” lafını uygun gördü.
    Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da Kayacı’ya cevap verenler arasında yer aldı. Erdoğan, Kayacı’nın “Dağdaki çobanla benim oyum bir mi?” sözüne şu yanıtı verdi:
    “İşte onlar, milletle kendi aralarına duvar örerler. Onlar, kendi oylarını Anadolu’mun köyündeki vatandaşımın oyundan farklı görmek isterler. Demokrasideki bu eşitliği göremeyecek kadar demokrasiyi anlamayan çevrelerdir bunlar.”

    Bu kez konuşmadı
    Aradan bir ay bile geçmeden Erdoğan, 1 Mayıs’ta Taksim’e çıkmak isteyen sendikalar için, “Ayakların başları yönettiği bir yerde kıyamet kopar” deyince, düne kadar karşı olduğu Kayacı’yla aynı safta yer almış oldu.
    Dün kendisini eleştiren Başbakan’ın bugün kendisi gibi düşünmesi karşısında “Peki benim günahım neydi?” deyip demeyeceğini sormak için Aysun Kayacı’yı aradım. Canlı yayında ağzından çıkan birkaç cümleden sonra yapılan eleştirinin kendisini bunalttığını, olay tam unutulmak üzereyken “Polemik yapılacak son adam” olarak gördüğü Erdoğan’ın bu sözüne cevap vererek yeniden gündemin ortasına oturmak istemediğini söyledi. Kayacı, “Yorum yok” diyerek, bu konudaki sessizliğini bozmadı.

    22 Nisan 2008 Salı

    Bildiri hikâyesi -Hasan PulurOlaylar ve İnsanlar

    1resim yazı

    * Göbels’in sözü...

    Televizyonda birkaç gün önce Çöküş (Downfall) adlı filmi izledik.. Film Hitler’in son günlerini anlatıyordu. Almanya yıkılırken sığınaktaki bir tartışma sırasında Führer’in sağ kolu Göbels’e halka karşı sorumluluğu hatırlatıldı. Göbels dedi ki:
    - Bizi iktidara bu halk getirdi, bedeline katlanacak...
    Gün gelir her iktidar aynı şeyi söyleyebilir.

    Haydi ikile!
    Flash TV’de geçenlerde Verso Başkanı Erkan Göksel, AKP Genel Başkan Yardımcısı Egemen Bağış’ı eleştiriyordu.. Bağış bir süre sonra programa bağlanarak Göksel’e cevap verdi. Hafif bir tartışma oldu. Ve Eğemen Bağış sözünü şöyle bağladı:
    - Haydi ikile...
    Bir okurumuz bu nezih ifadenin anlamını sordu... Efendim şoför argosunda bu laf “İkinci vitese tak, gazla” anlamına geliyor... Lümpenler arasındaki konuşmalarda geçiyor...

    *

    Durmak yok, devam
    Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) krize neden olan çeltik satışında en büyük payı, şaibeli mısır ithalatında Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın oğlu Abdullah Unakıtan ile birlikte hareket eden Akel Şirketler Grubu’na vermiş.
    Cumhuriyet’in haberine , tüm malın yüzde 18’ini, yani 31.500 bin tonun 5.600 tonunu Akel Şirketler Grubu almış. Malumunuz, satıştan sonra da fiyatlar yüzde 50 ile yüzde 100 arasında artış gösterdi.
    Tarım Bakanı Mehdi Eker de pirinçteki sorunun “ellerinde pirinç veya çeltik bulunan firmalardan kaynaklandığını” açıkça söyledi. Sayın Maliye Bakanı bir açıklamayla bu kuşkuları dağıtmalı...

    *

    Oktay Rifat...
    Şair Oktay Rifat Horozcu’nun (1914 - 1988) 20. ölüm yıldönümüydü geçen hafta... Oktay Rıfat, Melih Cevdet ve Orhan Veli ile birlikte Garip akımının öncüsüydü... Konuşur gibi özgürce yazar, gündelik yaşamı, sıradan insanı şiirleştirirdi...
    “Ağzımın tadı yoksa, hasta gibiysem,
    Boğazımda düğümleniyorsa lokma,
    Buluttan nem kapıyorsam, vara yoğa

    Alınıyorsam, geçimsiz ve işkilli,
    Yüzüm öfkeden karaya çalıyorsa,
    Denize bile iştahsız bakıyorsam,
    Hep bu boyu devrilesi bozuk düzen,
    Bu darağacı suratlı toplum!”


    *

    Bildiri hikâyesi..

    Hasan PulurOlaylar ve İnsanlar

    HAY boşboğaz adam hay! Bunların ağzında bakla ıslanmıyor. Avrupa Meclisi Parlamenterler Meclisi Başkanı De Puig’in gevezeliğine bakın...
    Diyeceksiniz ki bu ne samimiyet, tanıyor musunuz?
    Tanımaya ne hacet, Avrupalı değil mi?
    Biz neyiz?
    Neyse lafı uzatmayalım!
    * * *
    ADAM diyesiymiş ki, ‘’Sizinkiler bana geldi, AKP’nin kapatılma davası için bildiri yayımlamamızı istediler.’’
    Kimmiş acaba ‘’Bildiri yayımlayın!’’ diye kışkırtıcılık yapanlar?
    Rivayete göre, AKP’lilermiş...
    CHP ve MHP’li milletvekilleri ateş püskürüyorlarmış, hele CHP Milletvekili Onur Öymen ‘’Türkiye müstemleke değildir’’ demiş...
    * * *
    BU işi amma da büyütüyorlar...
    Sanki böyle işler ilk defa başımıza geliyor.
    AKP’yi kapatma davası açılır açılmaz, aylardan beri hasır altında bekletilen 301. madde gündeme getirildi.
    Vakıflar Kanunu niye çıktı?
    Hep Avrupalılar istedi diye değil mi?
    Yoksa?
    Türk milletinin büyük arzu, isteği ve önlenemez talebiyle mi 301. madde ile Vakıflar Kanunu çıkarıldı?
    Öyle mi?
    Yerseniz, buyrun, afiyet olsun.
    Neredeyse bildiri ısmarlayanları ‘’vatan hainliğiyle’’ suçlayacaklar.
    Birden ‘’ulusalcı’’ kesildiler...
    Hem şu ‘’ulusalcı’’ lafından da vazgeçin, böyle diyenlere pek iyi gözle bakmıyorlar.
    Ya ne diyecekler?
    En iyisi ‘’millicilik’’, şimdilik ona ses çıkarmıyorlar, tabii sıra ona da gelecek. ‘’Artin Kemal’’ler, ‘’Damat Ferit”ler, ‘’Dürrüzadeler’’ başlarlar hep bir ağızdan ve kalemden terennüme:
    ‘’Şakiler’’ diye...
    Güçlerinin yeteceğini sansalar ‘’milliciler’’in canına okuyacaklar.
    Tarih ‘’Aznavur Ahmet’lerin ya da ‘’Artin Kemal”lerin akıbetini yazar.
    Tabii tarih başka şeyler de yazar...
    * * *
    LOZAN’DAN üç yıl sonra, bir Türk vapuru ile Lotus isimli Fransız vapuru çarpışır. Türk vapuru batar ve sekiz Türk denizcisi kaybolur. Olaya neden olan Lotus vapuru İstanbul’a gelince yargı vapura el koyar ve kaptan tutuklanır. Fransız Büyükelçiliği kaptanın serbest bırakılmasını ister. Fransız basını da sorunu oldukça kızıştırır; Türklerin devletler hukukunu bilmediği öne sürülür.
    İçte ve dışta tartışmalar büyüyünce, Atatürk ve İnönü, güçlü bir eğitim almış ve ulusal onurla ilgili konularda duyarlı olan Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt’u çağırırlar. Bozkurt onlara şu açıklamayı yapar:
    ‘’Paşam, La Haye Adalet Divanı’na gidelim, kimin haklı olduğu orada belli olsun, davayı ben savunayım. Kaybedersem bir daha ülkeme dönmem, fakat kazanacağız. Adalet Divanı önüne gidemeden Fransız devletinin dediğini yapacak olursak, Fransızların gözdağı karşısında boyun eğmiş oluruz. Halbuki La Haye Adalet Divanı’na gidersek, davayı kaybetsek bile şeref ve haysiyetimiz zedelenmez.’’
    * * *
    VE Türkiye Cumhuriyeti devleti davayı kazanır.
    Nereden nereye gelmişiz, cumhuriyetin beşinci yılında uluslararası mahkemede dava kazanıyoruz, cumhuriyetin yüzüncü yılına doğru, uluslararası kurumların kapıların aşındırarak devletin yargısına karşı bildiri yayımlayın, diye yalvarıyoruz.

    23 Nisan Bayramı nasıl kondu Can Dündar

    events banner
    23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı 1921’den beri kutlanıyor.

    Geçen 87 yıl içinde sadece 2 yıl, 23 Nisan, “Ulusal Egemenlik Bayramı” olarak kutlanmadı; resmi tatil yapılmadı.
    Hatırlamayanlar, “Buna kim cüret edebilir ki?” diyecektir. Hemen hatırlatalım:
    Kararı alan, 12 Eylül askeri yönetimiydi.
    Kapattıkları Meclis’in egemenliğini kutlamak tuhaf olacağından 17 Mart 1981 tarihli yasayla, 23 Nisan’ı sadece “Çocuk Bayramı” olarak ve resmi tatil olmadan anmayı kararlaştırmışlardı.
    Aynı yasa, “27 Mayıs Anayasa ve Hürriyet Bayramı” ile “1 Mayıs Bahar Bayramı”nı da kaldırmıştı.
    O dönem karara karşı çıkan iki ismi hatırlıyorum:
    Bülent Ecevit, Arayış’ı inadına “Atatürk ve TBMM” kapağıyla çıkarmıştı.
    İlk Meclis’ten Hıfzı Veldet Velidedeoğlu ise ulusal egemenliğin hiçe sayıldığını yazmıştı.
    Sanıyorum o yazı üzerinedir ki, 1983’te Danışma Meclisi’nde 23 Nisan’ın yeniden resmi bayram ve tatil ilan edilmesi istendi. Konsey de kararını değiştirmek zorunda kaldı.
    * * *
    23 Nisan’ın bayram oluşunu da hatırlatalım.
    Hıfzı Veldet, “İlk Meclis” kitabında (Çağdaş Yayınları, 1990) bunu ayrıntısıyla anlatır.
    23 Nisan 1921, BMM’nin açılışının 1. yıldönümüdür. O gün İçel Mebusu Şevki Bey ile Manisa Mebusu Refik Şevket Bey, 23 Nisan’ın, eski tabirle “ayad-ı milliyeden”, yani milli bayram ilan edilmesini isteyen bir öneri verirler.
    Öneri görüşmeye açılır. Konya Mebusu Vehbi Bey itiraz eder:
    “Efendiler! Rica ederim, böyle bir kanuna ne ihtiyaç vardır? Nümayiş yapmakla bayram olmaz. Ulusumuz İzmir’e o mübarek bayrağımızı diktiğimiz gün, yüreğinde gerçek bir bayram yaşatır.”
    Tabii tartışma çıkar. Kırşehir Mebusu Yahya Galip, itiraz sahibi Vehbi Bey’e, “Hoca efendi hazretleri! Bugünü gökteki melekler bile yüceltiyor, siz neden yüceltmek istemiyorsunuz?” der.
    Salon karışır.
    Yahya Galip iyice yüklenir:
    “Ne vakit böyle bir milli bayram olur, memleketin sevinçli anları olur, bunun içine hemen ‘ahlakı İslamiye’ sokarlar. Her gün, her fırsattan yararlanarak temcit pilavı gibi bunu söylemekten ne çıkar, ben anlamıyorum.”
    Mahmut Celal, onu destekler:
    “Rica ederim bu, bütün Müslümanlar için büyük bir gün değil midir?”
    Trabzon Mebusu Ali Şükrü, konuyu isim vermeden Mustafa Kemal’e getirir:
    “Efendiler! Meclis’in kendi kendine ‘Burada toplandığım günü bayram yapıyorum, siz de bayram yapın’ demesi uygun değildir. (..) İşi bütün ulus yaptığı halde bu başarı doğrudan doğruya bize mi aittir? Mesela bir ordunun başarısı bir kumandana mı ait olacaktır?”
    Son sözü, teklif sahibi Refik Şevket söyler:
    “Koca bir tarihi canlandırma şerefini üzerine alan Meclisimiz bugünü elbette kutsallaştıracak ve bunu torunlarına yadigâr bırakacaktır. Bugünü ‘ayadı milliye’den sayan teklifimin oybirliğiyle kabulünü rica ediyorum.”
    Tunalı Hilmi, “’Milli bayram’ diyelim” diyerek Türkçeleştirir.
    Teklif kabul edilir ve kabul edilen kanun gereği 23 Nisan resmi tatil olduğundan oturum kapanır.
    O günden beri -2 yıl eksiğiyle- 23 Nisan, Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’dır.
    Kutlu olsun!

    20 Nisan 2008 Pazar

    Bakkala gittim kuyruk muyruk yok

    gazetesinin haberinden
    sayın basbakan sizi yanıltmışlar..
    pirinç var ama siz yanlıs yere bakmıssınız bakacagınız yer etiketlerdi

    Bakkala gittim kuyruk muyruk yok Başbakan, pirinç 'kıtlığı' için spekülatörleri suçladı. 'Vatandaşımızın damak tadını evelallah kaçırmayız' diye konuştu
    KUR'AN-I Kerim'le açılışı yapılan MÜSİAD Genel Kurulu'nda konuşan Başbakan Erdoğan'ın gündeminde pirinç krizi vardı. O da Tarım Bakanı Mehdi Eker gibi spekülatörleri suçladı. Erdoğan şunları söyledi: 'Şimdi de pirinç spekülatörleri çıktı. Ayıptır. Bunlar da ar diye bir şey yok. Depolarda bunları saklamak suretiyle vatandaşa nasıl pahalı pirinç satarız diye hesaplıyorlar. Geçen gün bir gazetede pirinç kuyruğu var diye haber çıktı. Dün (önceki gün) Mudurnu'daydım. Bakkala girdim. Kuyruk falan yok. Baktım pirinç var mı diye. Baktım pirinç de var, makarna da, bulgur da. Vatandaşımızın damak tadını evelallah kaçırmayız. Bu cambazlara aldanmayın. Gerekirse ihbarda bulunun. Bunların üzerine gideceğiz. Milletin üzerinde bu tür oyunlara girenlere milletçe hesabını sormak zorundayız.'

    Belki bir gün sizin de elinizi ısıtır
    dostlar, boş
    durmayın, aranın... Üzerinde kimin portresi olursa
    olsun,
    sıcaklığı değişmez paranın...
    A. Nedim

    * * *

    Türkiye’nin borcu katlandıkça,
    iktidardakilerin de serveti katlanıyor.
    Millet hem dışarıya hem iktidara
    çalışıyor...
    G. Elmas


    Ercan Akyol








    Yeni Sosyal Güvenlik yasası neler getiriyor Kim ne zaman emekli olacak

    Kim ne zaman emekli olacak?
    Yeni Sosyal Güvenlik yasası neler getiriyor...
    Haber Tarihi
    20 Nisan 2008


    Yeni sosyal güvenlik sistemiyle hastaneye gitmek için bir aylık sigortalı olmak yetecek. Doğan her bebek, sosyal güvenlik şemsiyesi altına alınacak.İ şçi yürüyüşlerine, bakanlık ile işçi sendikaları arasında çetin pazarlıklara, Meclis’te sert tartışmalara sahne olan Sosyal Güvenlik Reformu nihayet yasalaştı. Yasa köklü değişiklikler getiriyor. Cumhurbaşkanlığı onayından sonra yürürlüğe girecek yasayla birlikte istisnasız herkes sağlık güvencesi altına alınacak. Primini ödeyemeyen yoksul vatandaşların yükünü devlet üstlenecek.

    Hastaneye gitmek için 3 ay değil, 1 aylık sigortalı olmak yetecek. Emeklilik yaşı ve prim ödeme gün sayısı kademeli olarak artacak. Maaş bağlama oranları düşecek. Emeklilikte yüksek maaş alabilmek için daha uzun süre çalışmak gerekecek.

    ÇOK ÇALIŞANA YÜKSEK EMEKLİLİK MAAŞI

    İşte yeni sosyal güvenlik sisteminin şifreleri: Emeklilik maaşının hesaplanmasında çalışma hayatının bütününde ödenen primler dikkate alınacak. Halen 2,6 olan maaş bağlama oranı da sisteme yeni girecekler için her yıl için yüzde 2’ye düşürüldü. Mevcut sigortalılarda ise bu oran ilk 3600 günde yüzde 3 uygulanacak. Oranın düşmesi emekli maaşlarını düşürecek. Emekli maaşını düşürmemek için çok uzun süreler çalışmak gerekecek.

    DAHA GEÇ EMEKLİLİK

    Emeklilik yaşı kademeli olarak artacak. İşçi statüsündekilerin prim ödeme gün sayısı 7 bin 200’e çıkarken sisteme yeni giren memur ve Bağ- Kurlular 9 bin iş günü prim ödeyecek. Halen kadınlarda 58, erkeklerde 60 olan emeklilik yaşı 2048’de kadınlar ve erkekler için 65’e çıkacak.

    HER BEBEK GÜVENCEDE

    Genel Sağlık Sigortası (GSS) uygulamasıyla birlikte, 18 yaşın altındaki herkes kayıtsız şartsız sağlık güvencesine kavuşacak. Geliri asgari ücretin üçte birinin altında olanların sağlık primlerini devlet ödeyecek. 18 yaşını doldurmayanların yanı sıra tıbben başkasına muhtaç olanlar, acil haller, iş kazası ve meslek hastalığı halleri, bulaşıcı hastalık halleri ve analık hallerinde kişilere prim ödeyip ödemediklerine bakmaksızın sağlık hizmeti verilecek.

    1 AYLIK SİGORTA YETERLİ

    İlk kez işe giren birinin sağlık hizmetlerinden yararlanması için gerekli olan süre 3 aydan 1 aya inecek. Sigortalının eş ve çocukları için gerekli olan 4 ay bekleme süresi de 1 aya düşecek. Çalışırken işsiz kalanlar da 3 ay boyunca sağlık hizmetlerinden yararlanabilecek. 60 günden az prim borcu bulunan Bağ-Kur’lular da sağlık hizmeti alacak.

    ÖZEL HASTANE FARKI

    Özel hastaneler, hastadan yüzde 20 fark ücreti alabilecek. üstelik bu miktar, Bakanlar Kurulu tarafından iki katına kadar çıkarılabilecek. Daha önce kamu statüsünde kabul edilerek fark ücreti almaları önlenen vakıf üniversitesi hastaneleri de özel hastaneler gibi fark ücreti alabilecek.

    BAĞ-KUR’DA BASAMAK YOK

    Bağ-Kur’luların primi, kendileri tarafından beyan edilen günlük kazancının 30 katı olacak. Sigortalı aynı zamanda işverense, beyan edeceği aylık kazanç, çalıştırdığı sigortalının kazancından az olamayacak. Ayrıca şirket ortağı olan birisi her ortaklığı için ayrı prim ödeyecek. Basamak sistemi artık uygulanmayacak.

    ELVEDA YEŞiL KART HOŞGELDiN GSS

    Kız çocukları okumaları halinde 25 yaşını doldurana kadar anne ya da babalarının sigortalarından yararlanacak.
    Ölüm aylığından yararlanabilmek için en az 1800 gün malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi ödemiş olmak gerekecek. GSS prim borcu olan hak sahibine ölüm aylığı bağlanmayacak

    Malullük aylığı için en az 10 yıl sigortalı olma ve toplam 1800 gün prim ödeme şartı aranacak. Ancak, başka birinin bakımına muhtaç derecede malul olan sigortalılarda 10 yıl şartı uygulanmayacak.

    Yeşil kart uygulaması 2 yıl sonra kaldırılacak. Yeşil kartlılar GSS kapsamına alınacak.

    Gazilerin ihtiyaç duydukları her türlü protez ve diğer iyileştirici araçları da hiçbir katkı payı ödemeden en iyisinden temin edilecek. Ayrıca özel hastaneler, gazi ve şehit yakınlarından hiçbir fark ücreti alamayacak. Gazilerin memur olarak çalışmaya başlamaları durumunda emekli aylıkları kesilmeyecek

    Sigortalı annelere 6 aylığına ödenen emzirme yardımı 1 aya indirildi. Emzirme yardımı 202 YTL olacak.



    Erdoğan SÜZER / ANKARA

    19 Nisan 2008 Cumartesi

    "Yalnızken oku"

    "Yalnızken oku" notuyla gelen mektup
    Geçen günlerde bizin Yazı İşleri Müdürümüz Özcan Ünlü'nün, "aile içi şiddeti" konu alan, "Baba anneme bağırma" adlı kitabından bahsetmiştim.
    Haber Tarihi 19 Nisan 2008
    O kitaba, Özcan Ünlü, Mike Staver'in satırlarını okuduktan sonra karar vermiş. Kitabın önsözünde de o satırlara yer vermiş. Bir de Milton Greenblatt'ın, güzel bir deyişi var. Çok hoşuma gitti. Onları sizlerle paylaşmak istedim. Greenblatt'ın deyişi şöyle:

    "İlk başta anne-babalarımızın çocukları, sonra çocuklarımızın anne-babası oluruz. Daha sonra anne-babamızın anne-babası, en sonunda da çocuklarımızın çocukları oluruz." Mike Staver'in, anlattıkları ise aşağıda. On üç yaşındaydım. Ailem bir yıl önce Kuzey Florida’dan Güney Kaliforniya’ya taşınmıştı. Ergenliğe girmiştim ve öç alma duygusuyla yanıp tutuşuyordum. Anneme ve babama karşı öfke doluydum, söyledikleri her şey, özellikle de benimle ilgiliyse, çılgına dönüyordum. Ergenlik dönemindeki diğer çocuklar gibi, dünyayla ilgili görüşlerime ters düşen her şeyden uzak durmaya çalışıyordum.

    “Hiçbir yardıma gereksinim duymayan", zeki bir çocuk olarak, sevgiye karşı koyuyordum. Hatta, sevgi sözcüğü bile sinirlerimi bozmaya yetiyordu. O gün zor bir gün geçirmiştim. Akşam eve gelince fırtına gibi odama girdim, kapımı hırsla kapattım ve yattım. Yatağımda yatarken, elim yastığımın altına kaydı. Yastığımın altında bir mektup vardı. Mektubu çıkarttım, zarfın üzerinde “Yalnızken oku" yazıyordu. Odamda yalnız olduğum için, mektubu açıp okuyabilirdim, kimse de okuyup okumadığımı anlamazdı. Mektupta şunlar yazılıydı:

    “Mike, şu sıralar zor günler geçirdiğini biliyorum. Canının sıkkın olduğunu ve her şeyi doğru yapmadığımızı da biliyorum. Ayrıca, seni çok sevdiğimi, ne yaparsan yap, ne söylersen söyle, sana olan sevgimin değişmeyeceğini de biliyorum. Eğer benimle konuşmak istersen, ben hazırım. İstemezsen, o da senin kararın. Sadece, yaşamında ne yaparsan yap, nereye gidersen git, seni her zaman seveceğim ve senin gibi bir oğlum olduğu için gurur duyacağım. Yanındayım ve seni seviyorum. Bu hiçbir zaman değişmeyecek. Sevgiler, Annen."

    SEVGİ HER ŞEYİ DEĞİŞTİRİR

    Bu mektup, “Yalnızken oku" notuyla gelen pek çok mektubun ilkiydi. Ben yetişkin bir insan olana kadar bu mektuplardan ikimiz de hiç söz etmedik. Bugün insanlara yardım etmek amacıyla dünyayı geziyorum. Geçenlerde bir seminer vermek üzere Saratosa Florida’daydım. Seminerin sonunda yanıma bir hanım geldi ve oğluyla yaşadığı sorunlardan söz etti. Birlikte sahile çıktık ve yürümeye başladık. Ona annemin ölümsüz sevgisinden ve “Yalnızken" okumamı istediği mektuplarından söz ettim. Birkaç hafta sonra bana ilk mektubunu yazdığını bildiren bir kart gönderdi.

    O gece yattığımda, elimi yastığımın altına soktum ve annemin her mektubunu aldığımda ne kadar rahatladığımı anımsadım. Zor geçen ergenlik yıllarımda, o mektuplar her şartta sevildiğimi hissettirdi bana. Uykuya dalmadan önce, annemin öfkeli bir ergenin neye gereksinim duyduğunu çok iyi bildiği için şükrettim. Bugün sakin denizlerimde fırtınalar koptuğu zaman, yastığımın altındaki sevginin (tutarlı ve koşulsuz sevgi), her şeyi değiştirdiğini çok iyi biliyorum.

    16 Nisan 2008 Çarşamba

    Muro için infaz kararı kurtlar vadisi

    Muro için infaz kararı
    Memati zor durumda. Uyuşturucu kıskacından çıkamıyor. Muro için örgüt yeni planlar kuruyor

    Sadık bir izleyici kitlesi tarafından ilgiyle izlenen “Kurtlar Vadisi Pusu”nun bu haftaki bölümünde; “Muro’nun örgütle çelişkisi nereye varacak?”, “Polat, gazeteci cinayetiyle ilgili düğümü çözebilecek mi?”, “İskender’in hangi adamı Polat’la iş birliğine gidecek?” ve “Memati, uyuşturucudan kurtulacak gücü kendisinde bulacak mı?” gibi merak edilen sorular yanıt bulacak.
    *

    **

    13 Nisan 2008 Pazar

    Rejim hiç bu kadar tehdit altında olmadı 14/04/2007 habertürk blog bir yazı

    Rejim hiç bu kadar tehdit altında olmadı
    GM 14.04.2007 12:58:47

    rejimimiz ve cumhuriyetimiz büyük tehlike altındadır..ve biz bunun hala farkında degiliz

    ILIMLI İSLAM İRTİCANIN BİRİNCİ ADIMIDIR.TÜRKİYEYİ BÖLÜP PARCALAMAK,YÖNETMEK İSTEYENLERİN DERLEDİĞİ BİR OYUNUN İLK PERDESİDİR.ILIMLI İSLAMLA ÜLKE BÖLÜNEBİLDİĞİ COK PARCALARA AYRILARAK ZENGİNLİKLER KONTROL EDİLMEK İSTENİYOR,VE EGİTİMSİZ KALAN TOPLUM UMUTSUZLAŞTIRILIYOR,SÖMÜRGE DURUMUNA GETİRİLİYOR,UYUŞTURULUYOR.

    FİKİR ÜRETEMEYEN TOPLUM CARESİZLİKLE ÖNÜNE KONAN YEMEGİ YEMEGE ZOLANIYOR.

    VE BUNLAR YAVAS YAVAS OLUYOR .TOPLUM ÜLKEDEKİ YANDAŞLAR SAYESİNDE BAZI ŞEYLERE ALIŞTIRILIYOR .GELİNCİKLER COGALIYOR .VE BİR GÜN UCAKTAN BİRİSİ İNİYOR ..TOPLUM UYANIYOR AMA İŞ İŞTEN GECMİŞTİR..REJİM ELDEN GİTMİŞTİR.

    BU KİMİN İŞİNE YARAR VEYA BU OYUNU KİM SAHNELİYOR.

    OYUNUN BAŞ AKTÖRÜ

    ABD VE İNGİLTERE .

    ÇÜNKÜ ÜLKEMİN EN BÜYÜK 3 VARLIGI .

    1-REJİMİ ..DEMOKRASİ VE LAİKLİK

    2- GÜNEYDOGU (PETROLKAYNAKLARINA HAKİM BİR BÖLGE)

    3-BOGAZLAR

    BAŞ AKTÖRLER BURDA ILIMLI İSLAM FİKRİNİ YERLEŞTİRMEYEYE CALIŞIP ORTA VADEDE İRAN TİPİ BİR YÖNETİME GECMEYİ PROGRAMLIYORLAR .BÖYLECE TOPLUM ÖNCE LAİK VE İSLAMCI DİYE ÖNCE İKİYE BÖLÜNÜYOR DAHA SONRA ETNİK GRUPLAR VE HAKLARI ADI ALTINDA KACA BÖLÜNÜRSE .VE SON PERDE BÖLÜNMÜŞ BİR ÜLKE (KAÇA BELLİ DEĞİL) İSLAMCI BİR REJİM ...

    ESAS HAYAL ..

    ABD RUSYANIN ETRAFINA SARDIGI ZİNCİRİ KİLİTLEYE BİLMESİ İÇİN KARADENİZE CIKMASI LAZIM ..TABİİKİ BOGAZLARA İHTİYACI VAR, BUNU BUGÜNE KADAR BECEREMEDİ..TÜRKİYE VE RUSYA BUNA ENGEL OLDU..

    ORTADOGUDAKİ PETROL KAYNAKLARININ BİR BÖLÜMÜ İCİN IRAKTA SADDAM GİBİ BİR SEBEP YARATIP MÜDAHALEDE BULUNARAK BİR PROVA YAPAN ABD VE İNGİLTERE BUNU BAŞARMAK ÜZERE..

    SİMDİ DÜŞÜNÜN:

    DÜNYANIN EN ÖNEMLİ NOKTALARINDAN BİRİNDE BULUNAN TÜRKİYEDE .

    İSLAMCI BİR REJİME GEÇMİŞ MOLLA KÜLTÜRÜ İLE YÖNETİLEN BİR ÜLKE. AYNI ZAMANDA ETNİK BİR KARGAŞA VAR VE BÖLÜNME SANCILARI ÇEKİYOR.DEMOKRASİ RAFA KALKMIŞ .

    İŞTE BEKLENEN AN

    BÜTÜN BUNLARI HAZIRLAYANLAR..

    ŞİMDİ DE ÜLKEYE DEMOKRASİ GETİRMEK İÇİN .. BURADAKİ HALKIN İYİLİGİ VE REFAHI İÇİN...BU ÜLKEDEKİ REJİMİ DEVİRMEK İÇİN MÜDAHALE ETMEZMİ??? (SADDAMA IRAKA NÜKLEER SİLAH ÜRETİYOR DİYE ..LADİNİ DESTEKLİYOR DİYE. MÜDAHALE ETMEDİMİ .. SONRADA BUNLARIN GERCEK DISI OLDUGUNU İTİRAF ETMEDİLERMİ...IRAN A DA HEMEN HEMEN AYNI SENARYO İLE MÜDAHALE ETMEYİ DÜŞÜNMÜYORMU?..)

    VE SONUÇ

    DEMOKRASİ İÇİN MÜDAHALE EDİLİR ..ÜLKENİN BÖLÜNMESİ TAMAMLANIR..

    BOGAZLARIN VE ÖNEMLİ MADENLERİN,GÜNEYDOGUDAKİ OLUŞUM SAYESİNDE ORTADOU VE PETROLLERİN DENETİMİ ELE GEÇİRİLİR..

    BÖYLECE ÇİN ,HİNDİSTAN ,JAPONYA nın ihtiyacı olan enerjiyi ve yakıtı saglayan kaynaklar elinize gecer ve oraya hükmeder hale gelirsiniz. EN ÖNEMLİSİ ARTIK KARADENİZ KONTROL ALTINA ALINMIŞ RUSYA YA KİLİT VURULMUŞDUR

    İŞTE BİR ÜLKEYE DEMOKRASİ GETİRMEK İÇİN YAPTIGINIZ MÜDAHALENİN KAZANÇLARI..

    AMA HİÇ BİR ŞEY İÇİN GEÇ DEĞİL..

    ÜLKEMİZE DEMOKRASİMİZE DEĞERLERİMİZE SAHİP ÇIKALIM..

    gm.

    neseli birseyler

    Günün sözü

    İyi görüneceğine, iyi ol.Sallust


    Dilek


    GÖZLERİ görmeyen, bekar ve fakir Kayseriliye bir cin çıkagelmiş. "Benden bir şey dile yerine getireceğim" demiş. Kayserili düşünmüş, gözlerini mi istesin, zenginlik mi istesin, evlenmek mi istesin.

    Sonunda cine;

    "Oğlumu altınlarımı sayarken görmek istiyorum" demiş.


    Kız ve annesi

    KADIN ruh doktoruna sorar:

    - Kızım 15 yaşına bastı, onunla cinsel konularda konuşabilir miyim?

    Doktor :

    - Elbette hanımefendi. Ayrıca, ondan öğrenemediklerinizi de gelip bana sorabilirsiniz.

    Temel ve sigara


    - Temel sigarasını bir metre uzunluğundaki ağızlığa takıp içiyormuş. Niçin?

    - Doktoru sigaradan uzak durmasını söylediği için...

    Ticari yalanlar

    Giyince açılır, merak etmeyin.

    Bu renk sizi çok açtı.

    İmkansız, daha ucuza bulamazsınız.

    En geç haftaya hepsini öderim.

    Kurtarmıyor abla, bak inan zararına satıyorum.

    Her bedene uyar.

    Hayır efendim, bu kumaşlar çekmez.

    Orijinal yedek parçası.

    Dünyanın en şişmanı


    Dünyanın En Şişman Erkeği: 1941 yılında doğan Jon Brower Minnoch’tur. 1978 yılında hastaneye kaldırıldığında 635 kilo olan Minnoch, 1983’te 42 yaşında hayatını kaybetti.

    Dünyanın En Şişman Kadını: 1972 yılında ölen Percy Pearl Washington’dur. Hastaneye kaldırıldığında 400 kiloydu.(Teşekkürler Reyhan YILDIZHAN)

    Kaleciye kızmak ve siyasi partiler

    TUTTUĞU takımın kalecisi gol yedikçe, adam yedek kulübesindeki kaleciye dönerek, bağırıp küfür ediyormuş. Yanındaki arkadaşı dayanamayıp sormuş;

    - Yedek kaleciye niye kızıp küfür ediyorsun. Golleri o mu yiyor?

    - Adam olsaydı ve çalışsaydı da kaleye geçseydi. O zaman bu golleri yemezdik. Onun için yedek kaleciye kızıyorum!..

    Sigarayı bırakmak

    BİR
    tanıdığı Mark Twain’e sorar;

    - Sigarayı bırakmak istiyorum, zorlanır mıyım?

    - Tam aksi, çok kolay. Ben şimdiye kadar 47 defa bıraktım.

    Maliyeci


    ADAMIN biri, dünyada büyük iyilikler yapmış. Fakirlere yardım etmiş, kimsesiz çocukların okumasına yardımcı olmuş, çevresindeki herkese iyi davranmış, ibadetini yapmış, yol, okul, çeşme yaptırmış. Öbür dünyaya gidince de cennette güzel bir villa vermişler. Son derece mutlu olmuş.

    Bir sabah uyandığında, hemen yanı başında, kendisininkinden daha görkemli büyük bir villa görmüş. Dikkatle baktığında, bir ayının uzanmış vaziyette, armut yediğini fark etmiş.

    Merak etmiş ve yanına gidip, dünyada ne gibi iyilik yapıp da böylesine ödüllendirildiğini sormuş. O da armudunu ısırdıktan sonra;

    - Doğrusunu söylemek gerekirse, ne gibi iyilik yaptığımı hatırlamıyorum ama bir defasında, ormandan geçen bir adamı yemiştim. O da Maliyeci miymiş neymiş!..

    vanda gün batıyor htto://oanlar.net.tc


    12 Nisan 2008 Cumartesi

    Atatürk'ün unutulmuş mezar vasiyeti

    atatürk vasiyet resimleri mustafakemal ata resim pictures time cnn worlds mateserAtatürk'ün unutulmuş mezar vasiyeti

    türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu büyük önder Mustafa Kemal Atatürk de her canlı gibi bir gün ölümü tadacağını çok iyi biliyordu. Atatürk için de kaçınılmaz bir sondu ölüm… Dünyadaki hayatın sonlanması anlamındaki ölüm, zaman zaman Atatürk'ün de aklına gelirdi.
    Ölümü iç dünyasında hissettiği anlarda, düşünceleri sonsuzluğa yelken açardı. Tüm bedenini yine böylesi duyguların kapladığı bir sonbahar günü Atatürk, Ankara Orman Çiftliği'nin yanından geçerken, en yakın arkadaşı, Münir Hayri Egeli'ye; hayata gözlerini kapattığı zaman defnedilmek istediği yeri vasiyet etti.
    Atatürk, sadece ebedi istirahatgahının yerini değil, aynı zamanda nasıl bir mezar istediğini de vasiyet etti. Atatürk'ün vasiyeti, şimdiki Anıtmezarının bulunduğu Anıttepe değildi. Arzuladığı mezar, büyük ,üstü kapalı bir mezar da değildi. Yüce Atatürk, daha mütevazi, üstü açık ve gelen geçenin yoğun olduğu Orman Çiftliği'ne defnedilmek istemişti.
    Atatürk'ün vasiyetini en yakın arkadaşlarından Münir Hayri Egeli'den dinleyelim: “Mevsim sonbahardır. Ankara'da Orman Çiftliği'nde idare ortasındayız. Çiftlik müdürü Tahsin Bey, yanında Alman mimarı ile birçok yeni inşaat projeleri hakkında izahat veriyorlar…
    Çiftliğin büyütülmesi plânları ele alınıyor, sıra karşıdaki bir tepeciğe geldi. Orada bilmem hangi cinsi tavuklar için bir tesis yapılması düşünülmüş, Atatürk durdu, sonra 'olmaz, bu tepe için benim başka bir düşüncem var' dedi. Sonra bana döndü 'benim için nasıl bir mezar düşünüyorsunuz?' diye sordu.
    Hepimizin dili tutulmuştu, zannedersem Afet Hanım söze atıldı 'böyle güzel bir günde, böyle şeyler nasıl aklınıza geliyor?' gibi bir cümle söyledi.
    Atatürk, güldü. O gün bilhassa neşeli, yüzü sıhhat ışıklarıyla nurlanmıştı. 'ölüm beşeriyetin değişmez kaderidir, marifet unutulmamaktır' dedi.
    Sonra uzun bir süre pencereden dışarı bakarak ilâve etti, 'şu tepeye bana küçük ve güzel bir mezar yapılabilir, dört yanı ve üstü kapalı olmasın, esen rüzgârlar bana yurdumun her yanından haber getirir gibi kabrimin üzerinde dolaşsın, kapısına Gençliğe Hitabe'm yazılsın, o tepenin olduğu yer yol uğrağıdır, her geçen, her zaman dua okusun!...'
    Orada bulunan herkes susuyordu…
    Kimsenin bir kelime söyleyecek mecali kalmamıştı. Alman mimar da önüne bakıyordu…
    Atatürk 'Mamafih bütün bunlar benim fikrim… Türk milleti elbet bana münasip göreceği şekilde bir yer yapar' diyerek hüzünlü konuşmayı bitirdi.
    Aradan yıllar geçti o tepenin adı Hâtıralar Tepesi olarak öylece bomboş kaldı. Türk milleti ebedî atasına lâyık olduğu Anıtkabir'i dikti (…) İnsan ihtiyatsız… Acaba diyor, Hâtıra Tepesi'nde de bir taş dikilip üstüne Gençliğe Hitabe'si yazılsa.”
    Atatürk'ün vefatından sonra, nasıl bir anıt mezar tartışması başladı
    Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk vefat edince nereye defnin edileceği tartışma konusu oldu. Atatürk'ün aziz hatırasına yakışan bir anıtmezar yapılabilmesi için hükümet özel bir komisyon oluşturdu. Mezarın yeri ve biçimi konusunda karar verecek komisyon, yerli ve yabancı mimarlar, özel ve tüzel kurumların düşüncelerini aldı.
    Bu arada, o sıralarda yurdumuzda çalışan ve Ankara'nın ilk bayındırlık projesini yapan ünlü şehircilik uzmanı Prof. Jansen'e, yeni Büyük Millet Meclisi'nin mimarı Prof. Holzmeister'e, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mimarı Prof. Taut'a ve Güzel Sanatlar Akademisi'nde Prof. Belling'e de başvuruldu.
    Yapılacak anıt mezar için, Çankaya, Etnografya Müzesi, Büyük Millet Meclisi'nin arkasındaki tepe (Kabatepe), Ankara Kalesi, Bakanlıklar (Milli Eğitim Bakanlığı için ayrılan arsa), Eski Ziraat Mektebi, Gençlik Parkı, Altındağ (Hıdırlıktepe), ve Gazi Orman Çiftliği gündeme geldi.
    Gazi Orman Çiftliği
    Atatürk, Gazi Orman Çiftliğine defnedilmek istiyordu. Atatürk'ün vasiyetini bilenler, Anıtmezar'ın Gazi Orman Çiftliği'ne yapılmasını savundular. Çiftliğin yeşilliğini, gezi yeri oluşunu ve Atatürk'ün, kendisi tarafından kurulan bölgeye defnedilmesi halinde, yaşadığı zamana ait anılarının içinde mutlu olacağı savunuldu.
    Ancak, bu görüşe karşı olanlar da vardı. Karşı görüştekiler, Gazi Orman Çiftliğinin, gazinoları, bahçeleri ve türlü eğlence yerleri ile Ankara halkının belli başlı bir gezi yeri olduğuna dikkat çekerek; “Atatürk'ü buraya gömmek, burada kaynayan neşeli hayatı söndürebilir. Gerçekten bir hayat kaynağı olan ve ölmüş sanılan bir ulusu canlandıran Atatürk'ün ölüsü, daha sessiz bir yere yatırılmalı. Çünkü Ata, Orman Çiftliği'ni bir mezarlık değil, bir dinlenme ve eğlence yeri olarak yaptırmıştı.” görüşünü savundu.
    Altındağ
    Atatürk için düşünülen diğer bir yer ise bölgenin en yüksek tepesi olan Altındağ'dı. Tepe, şehrin her yerinden ve çok uzaklardan görünmesi bakımından bir anıt yapmaya elverişliydi. Ancak, Altındağ'ın çok dik tepe olması ve vatandaşın bu tepeye çıkmasının zorluğu göz önüne alınarak, Altındağ'dan da vazgeçildi. Atatürk gibi bir büyük devlet adamının şehrin ortasındaki bir tepeye gömülmesi, gelenek dışı görülerek Altındağ fikri de elendi.
    Ziraat Mektebi
    Atatürk'ün anıtmezarı için Ziraat Mektebi de düşünüldü. Ancak, yapılacak anıt¬, ne kadar büyük olursa olsun, tepeler arasında istenilen gösteriş, ululuk sağlanamayacağı düşüncesiyle sıcak bakılmadı. Tek sebep de bu değildi. Şehre de uzaktı. Ziraat Mektebi'ni isteyenler, Atatürk'ün Ankara'ya gelişini bir başlangıç olarak düşünmüştü. Oysa, ölümü, bir “son” değildi. Çünkü Atatürk, yeni Türkiye'yi ölmez değerler, düşünceler üzerine kurmuştu. Ölen, Atatürk'ün sadece 'fani vücudu' idi. O'nun ortaya koyduğu ilkeler, ölümsüzdü.
    Kabatepe
    Anıtkabir için, yeni Büyük Millet Meclisi'nin arkasındaki Kabatepe de teklif edilmişti. Burayı ileri sürenlerin başında Büyük Millet Meclisi'ni yapan ünlü Mimar Prof. Holzmeister geliyordu. Bu ünlü mimar, Atatürk'ün sağlığında Çankaya Köşkü'nü yapan sanatçılardan biriydi. Fakat Kabatepe fikri, komisyonda tutulmadı.
    Bakanlıklar
    Anıtmezar için o zamanlar, şimdiki Milli Eğitim Bakanlığı'nın bulunduğu arsa da düşünüldü. Komisyona, Anıtkabir'in bu arsaya kurulması da teklif edildi. Fakat bu yer, şehrin ortasında ve günlük hayatın en işlek bir alanı olduğu için uygun görülmedi.
    Ankara Kalesi
    Atatürk'ün anıtmezarı için, Ankara Kalesi de komisyonun üzerinde düşündüğü yerlerdendi. Burada yapılacak anıt, çok uzaklardan da görülebilirdi. Kale, başkentin sembolüydü. Kurtuluş Savaşı'nda Ankara Kalesi, halk türkülerine bile girmişti. Bundan başka, kale, şehrin tarih bakımından ünlü bir anıtıydı. Atatürk'ü bu tarih hazinesine yatırmak, O'nun yüce kişiliğine çok uygun düşerdi.
    Karşı düşüncede olanlar, Türk Ulusunun kurtarıcısı ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu olan Atatürk'ün, yeni bir çağ açmış olan bir başkan olduğunu ileri sürüp; “O, Türk Ulusunun geçmişinden çok geleceğini temsil eder. O'nun koyduğu ilkeler, gelecekte daha mutlu olmamız için yapacağımız işlerde bize ışık tutar. Bundan ötürü Atatürk'ü görevini tamamlamış tarihî, eski bir anıtın içine gömmek doğru değildir. O, tek başına bir değerdir. Başka bir tarihî desteğe ihtiyacı yoktur.” düşüncesini savundu.
    Çankaya
    Atatürk için düşünülen diğer bir yer ise, Atatürk'ün, uzun yıllar oturduğu Çankaya'ydı. Çankaya, O'nun anıları ile doluydu. Ata, Çankaya'yı da çok severdi. O, “Benim hatıralarımın yaşayacağı yer Çankaya'dır.” sözünün bir vasiyet sayılmasını bile istedi.
    Çankaya'yı isteyenler, Türk Ulusunun Kurtuluş Savaşı, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu, daha sonraki inkılâpların plan ve programlarının burada hazırlandığına vurgu yaptı. “Anıtkabir Çankaya'da yapılmalı; Ata'nın anıları canlı tutulmalıdır” görüşü dile getirildi. Bu teklifi, birçok fikir adamları ve bu arada birçok yazar destekliyordu. Anıtkabir'in Çankaya'da yapılmasına karar verilmek üzereydi.
    Mithat Aydın, Rasattepeyi önerdi
    Anıtkabir'in kurulacağı yerin kesin olarak tespiti için Büyük Millet Meclisi'nde 17 kişilik bir üst komisyon kurulmuştu. Başbakanlıktaki komisyona, bu konuda gelen teklifler, dosyalar hâlinde düzenlenmiş, Büyük Millet Meclisi'ne gönderilmişti. Komisyon üyeleri, dosyaları incelemişti.
    Anıtkabir'in ya Çankaya'da ya da Etnografya Müzesi'nin bulunduğu yerde kurulmasına karar verilmek üzereydi. Toplantıda Komisyon Başkanı “Teklif edilen yerleri incelediniz. Üye arkadaşlar başka yerler de arayabilirler” dedi. Anıtkabir Komisyonu üyelerinden Mithat Aydın, ileri sürülen yerlerin hiçbirini uygun bulmuyordu. Ertesi gün Ankara'nın birçok yerlerini bu amaçla gezdi, inceledi.
    Aydın Milletvekili olan Yüksek Mühendis Mithat Aydın, otomobili ile çıkamadığı yerlere yayan tırmanıyordu. Etlik, Keçiören, Cebeci, Altındağ'ı gezdi. En son, o zamanlar üzerinde birkaç küçük yapı bulunan Rasattepe'ye çıktı. Bu tepe, şehrin ortasındaydı. Çevresi boştu. Burada yapılacak Anıtkabir, çok uzaklardan görülebilirdi.
    Mithat Aydın, komisyonun son toplantısında, Anıtkabir yeri olarak Rasattepe'yi önerdi. Tepenin özelliklerini anlattı. Fakat daha önce Çankaya üzerinde düşünce birliğine varmış olan üyeler, kararlarından dönmüyordu.
    Özgeevren'in, “Türkiye'nin başkenti olan Ankara şehri, kollarını açmış Atatürk'ü kucaklamış olacaktır” sözleri komisyonu ikna etti Aynı gün yapılan ikinci toplantıda, birçok üyeler söz aldı.
    En son Süreyya Özgeevren söz aldı. Rasattepe'nin Anıtkabir için çok elverişli özelliklerini anlattı ve sözlerini şöyle bağladı:
    “Rasattepe'nin bunlardan başka bir özelliği daha vardır ki, hayali genişçe olan her kişiyi derin bir şekilde ilgilendirir sanırım. Rasattepe, bugünkü ve yarınki Ankara'nın genel görünüşüne göre, bir ucu Dikmen'de, öteki ucu Etlik'te olan bir hilal (yarımay)'in tam ortasında, bir yıldız gibidir. Ankara, hilalin gövdesidir. Anıtkabir'in burada yapılması kabul edilirse, şöyle bir durum ortaya çıkacaktır; Türkiye'nin başkenti olan Ankara şehri, kollarını açmış Atatürk'ü kucaklamış olacaktır. Atatürk'ü böylece bayrağımızdaki yarımayın (hilal) ortasına yatırmış olacağız.
    Atatürk, bayrağımızla sembolik olarak birleşmiş olacaktır! Ben bu açıklamayı, birçok aydın kişilere ve bu arada Hüseyin Cahit Yalçın'a da yaptım. Bu büyük fikir adamı, Atatürk'ün yatacağı yerin böyle açıklanmasında, gelecek nesilleri teşvik etmek bakımından büyük faydaların olacağını söyledi. Atatürk Anıtkabir'i için Rasattepe'ye oy verecek olanlar, Atatürk'e olan minnet borçlarını ödeme yolunu tutmuş olurlar!”
    Süreyya Özgeevren'den sonra İçel Milletvekili Emin İnankur söz aldı ve bir anısını anlattı. Emin İnankur, eski bir öğretmendi. Atatürk, onu çok severdi. Ata çok defa O'nu yanına alır, şehri birlikte gezerlerdi. Gene bir gezide yolları Rasattepe'ye düşmüştü. Atatürk, şehrin buradan seyrettikten sonra Emin İnankur'a dönmüş ve: “Bu tepe ne güzel bir anıt yeri…” demişti.
    Emin İnankur'un ve Süreyya Özgeevren'in bu açıklamalarından sonra, Rasattepe'yi beğenenler çoğunluğu sağladı. Anıtkabir'in Rasattepe'de yapılması, büyük çoğunlukla kararlaştırıldı. Karar, hükümete bildirildi. Rasattepe 15.6.1939'da bedeli ödenerek kamulaştırıldı.
    Kaynak: Kırmızı Çizgi Dergisi

    Para - borsaile ilgili herşey

    sitene html kodları

    HTML KODLARI SEÇ BEĞEN

    arama motoruna ücretsiz kayıt

    URL Submitter - URL Kay�t
    Google AllTheWeb BuildTurkey
    InfoTiger Rediff ScrubTheWeb
    EntireWeb ExactSeek Splatsearch
    WhatUseek TrueSearch GigaBlast
    -------------------------------------------------------------

    ARAMA MOTORLARINA DİREK KAYIT

    URL KAYDET. 1. http://search.yahoo.com/info/submit.html Yahoo! Search 2. http://search.msn.com/docs/submit.aspx?FORM=WSDD2 MSN 3. http://www.google.com/intl/en/addurl.html Google 4. http://www.about.com/gi/pages/homehc.htm#c4 About 5. http://www.dmoz.org/add.html Open Directory 6. http://www.accoona.com/submit.html Accoona 7. http://www.exactseek.com/add.html ExactSeek 8. http://www.scrubtheweb.com/addurl.html ScrubTheWeb 9. http://www.snap.com/about/site.php?last_link_type=about Snap 10. http://www.searchsight.com/submit.htm SearchSight 11. http://www.searchit.com/addurl.htm SearchIt 12. http://www.buzzle.com/suggest_basic2.asp Buzzle 13. http://www.entireweb.com/free_submission/ EntireWeb 14. http://www.whatuseek.com/addurl-secondary.shtml What U Seek 15. http://www.ezilon.com/ezilon_url_submission.htm Ezilon 16. http://www.gimpsy.com/gimpsy/searche...check_free.php Gimpsy 17. http://www.dirone.com/add_link_m.php dirOne 18. http://www.websquash.com/cgi-bin/sea...l?Mode=AnonAdd WebSquash 19. http://www.abilogic.com/how-to-suggest-a-site.php AbiLogic 20. http://addurl.amfibi.com/ Amfibi 21. http://www.01webdirectory.com/submit.htm 01WebDirectory 22. http://www.netinsert.com/en/insert.html NetInsert 23. http://www.mavicanet.com/ MavicaNET 24. http://www.searchhippo.com/addlink.php SearchHippo 25. http://www.worldsiteindex.com/ World Site Index 26. http://www.dailyorbit.com/add.htm DailyOrbit 27. http://www.nationaldirectory.com/addurl/ NationalDirectory 28. http://www.tygo.com/websites/FreeSubmitURL.aspx TYGO 29. http://www.mixcat.com/addurl.php MixCat 30. http://www.aeiwi.com/submit.html Aeiwi 31. http://www.illumirate.com/add_your_site_exp.cfm IllumiRate 32. http://www.infotiger.com/addurl.html Info Tiger 33. http://www.towersearch.com/addurl.php TowerSearch 34. http://www.splatsearch.com/submit.html SplatSearch 35. http://www.subjex.net/submit_url.html Subjex 36. http://www.qango.com/dir/addurl.html Qango 37. http://www.zeezo.com/Listings/New.aspx Zeezo 38. http://www.canlinks.net/addalink/ CanLinks 39. http://www.webbieworld.com/signup.asp WebbieWorld 40. http://www.searchking.com/add_new.htm SearchKing 41. http://www.amray.com/cgi/amray/addurl.cgi AMRAY 42. http://www.go4.it/listing.asp Go4.it 43. http://www.cipinet.com/addurl.html Cipinet 44. http://www.hedir.com/submit-help.html Hedir 45. http://www.walhello.com/addlinkgl.html Walhello 46. http://www.linketeria.com/submitsite.htm Linketeria 47. http://www.claymont.com/login/login.asp?img=y Claymont 48. http://www.jdgo.com/add.html JDGO 49. http://www.spheri.com/tc143as.php?sid=0 Sphericom 50. http://www.kaspie.com/web.html Kaspie