Müslüman gibi Hıristiyanlar
17 Ekim 2010
Bazen tarih sayfalarını karıştırırken, aradığımız bir sorunun cevabını buluruz.
Örneğin, “Osmanlı’nın son döneminde bu gidişin iyi gidiş olmadığını, kendimize gelmemiz gerektiğini söyleyenler hiç çıkmamış mı?” deriz.
Çıkmaz olur mu?
Padişah Sultan Aziz döneminde İstanbul Şehremini, Belediye Başkanı Ömer Faiz Efendi.
Ömer Faiz Efendi, Sultan Aziz’in Londra ve Paris gezilerine katılmış, sadrazam, yani Başbakan Ali Paşa ona bir ödev vermiş:
“Gördüklerini, işittiklerini, izlenimlerini yaz!”
Ömer Faiz Efendi de “Ruzname”yi yazmaya başlamış...
Yalnız sadrazamdan, gördüklerini yazdığı için cezalandırılacaksa, sürgün edilecekse, Avrupa’nın herhangi bir şehrindeki bir sefaretimize sürülmesini, imamlık yapabileceğini söylemiş. Ali Paşa da, şehreminin ne demek istediğini anlamış...
Avrupa gezisinden döndükten sonra Sadrazam Ali Paşa Bebek’teki yalısında bir davet verir, hem geziye katılanları, hem de katılmayan devlet büyüklerini çağırır, herkese sırasıyla söz verir, Avrupa’yı nasıl bulmuşlardır?
Ömer Faiz Efendi izlenimlerine “Paşa hazretleri bu memleketlerden her şeyi alalım, hatta Müslümanlığı bile...” diyerek başlar.
Herkes şaşırır, bu ne demektir!
* * *
Ömer Faiz Efendi devam eder:
“Evet Paşa Hazretleri, evet efendimiz, Müslümanlığı dahi bu memleketlerden alalım; çünkü onlar, ilim, irfan, medeniyet, çalışkanlık, adalet, müsavatları ile Müslümanlığın asıl emirlerini, Hıristiyan oldukları halde tatbik ediyorlar, yani bilmeden hidayete mazhar olmuşlar. Böylelikle diyar-ı küfür olarak onlardan en çok çekindiğimiz ve sakındığımız sebep biz Osmanlılar, medeniyet, refah ve umranın bizler için nasıl manevi ve dini vazife-i asliye olduğunu idrak edersek, evet efendimiz gerisi kolay çünkü şahsi ve cemi olarak vasfımız onlardan üstün... Cehaleti bırakıp ilmi, iptidailiği bırakıp medeniyeti, tembelliği bırakıp çalışkanlığı, el emeği biçareliğini bırakıp makineyi, şehirlerde ve köylerde pisliği bırakıp temizliği, üfürüğü bırakıp ilacı, deveyi bırakıp treni, yelkeni bırakıp uskurlu gemiyi alır, kadın-erkeğimizle birlikte ve beraber ‘tam millet’ olursak hem dinimizin, hem devletimizin bekasını ve izz-ü şan ile devamını temin ederiz. Evvela buna karar verelim, bunun asli ve ulvi vazifemiz olduğunu idrak ve kabul edelim.”
* * *
Ali Paşa, yakın dostu İstanbul Şehremini Ömer Faiz Efendi’nin istediği “ceza”yı verir, Paris’e gönderir. Ömer Faiz Efendi bu ikinci seyahatinden unutulmaz hatıralarla döner.
Çok sevdiği dostları Fuad ve Ali paşaların vakitsiz ölümleri Ömer Faiz Efendi’yi çok sarstı. Mithat Paşa ile birlikte Bağdat’a gitti, onun kapı kethüdası oldu. Mithat Paşa’nın azlinden sonra büsbütün yalnız kaldı, inzivaya çekildi, Sadrazam Mahmut Nedim Paşa’nın kötü idaresiyle ülkenin sarsıldığı 1975’te öldü, İstanbul’da Yenikapı Mevlevihanesi’ne gömüldü.
Bu olaydan, yani kıssadan bir hisse çıkar mı?
Kim Ömer Faiz Efendi gibi lafa girebilir ki?
Örneğin, “Osmanlı’nın son döneminde bu gidişin iyi gidiş olmadığını, kendimize gelmemiz gerektiğini söyleyenler hiç çıkmamış mı?” deriz.
Çıkmaz olur mu?
Padişah Sultan Aziz döneminde İstanbul Şehremini, Belediye Başkanı Ömer Faiz Efendi.
Ömer Faiz Efendi, Sultan Aziz’in Londra ve Paris gezilerine katılmış, sadrazam, yani Başbakan Ali Paşa ona bir ödev vermiş:
“Gördüklerini, işittiklerini, izlenimlerini yaz!”
Ömer Faiz Efendi de “Ruzname”yi yazmaya başlamış...
Yalnız sadrazamdan, gördüklerini yazdığı için cezalandırılacaksa, sürgün edilecekse, Avrupa’nın herhangi bir şehrindeki bir sefaretimize sürülmesini, imamlık yapabileceğini söylemiş. Ali Paşa da, şehreminin ne demek istediğini anlamış...
Avrupa gezisinden döndükten sonra Sadrazam Ali Paşa Bebek’teki yalısında bir davet verir, hem geziye katılanları, hem de katılmayan devlet büyüklerini çağırır, herkese sırasıyla söz verir, Avrupa’yı nasıl bulmuşlardır?
Ömer Faiz Efendi izlenimlerine “Paşa hazretleri bu memleketlerden her şeyi alalım, hatta Müslümanlığı bile...” diyerek başlar.
Herkes şaşırır, bu ne demektir!
* * *
Ömer Faiz Efendi devam eder:
“Evet Paşa Hazretleri, evet efendimiz, Müslümanlığı dahi bu memleketlerden alalım; çünkü onlar, ilim, irfan, medeniyet, çalışkanlık, adalet, müsavatları ile Müslümanlığın asıl emirlerini, Hıristiyan oldukları halde tatbik ediyorlar, yani bilmeden hidayete mazhar olmuşlar. Böylelikle diyar-ı küfür olarak onlardan en çok çekindiğimiz ve sakındığımız sebep biz Osmanlılar, medeniyet, refah ve umranın bizler için nasıl manevi ve dini vazife-i asliye olduğunu idrak edersek, evet efendimiz gerisi kolay çünkü şahsi ve cemi olarak vasfımız onlardan üstün... Cehaleti bırakıp ilmi, iptidailiği bırakıp medeniyeti, tembelliği bırakıp çalışkanlığı, el emeği biçareliğini bırakıp makineyi, şehirlerde ve köylerde pisliği bırakıp temizliği, üfürüğü bırakıp ilacı, deveyi bırakıp treni, yelkeni bırakıp uskurlu gemiyi alır, kadın-erkeğimizle birlikte ve beraber ‘tam millet’ olursak hem dinimizin, hem devletimizin bekasını ve izz-ü şan ile devamını temin ederiz. Evvela buna karar verelim, bunun asli ve ulvi vazifemiz olduğunu idrak ve kabul edelim.”
* * *
Ali Paşa, yakın dostu İstanbul Şehremini Ömer Faiz Efendi’nin istediği “ceza”yı verir, Paris’e gönderir. Ömer Faiz Efendi bu ikinci seyahatinden unutulmaz hatıralarla döner.
Çok sevdiği dostları Fuad ve Ali paşaların vakitsiz ölümleri Ömer Faiz Efendi’yi çok sarstı. Mithat Paşa ile birlikte Bağdat’a gitti, onun kapı kethüdası oldu. Mithat Paşa’nın azlinden sonra büsbütün yalnız kaldı, inzivaya çekildi, Sadrazam Mahmut Nedim Paşa’nın kötü idaresiyle ülkenin sarsıldığı 1975’te öldü, İstanbul’da Yenikapı Mevlevihanesi’ne gömüldü.
Bu olaydan, yani kıssadan bir hisse çıkar mı?
Kim Ömer Faiz Efendi gibi lafa girebilir ki?