Bu Blogda Ara

30 Eylül 2007 Pazar

KOVULDUK EY HALKIM,Çölaşan’ın kitabındaki müthiş açıklamalar ..tercüman.

Günün sözü

Ne kimseden borç al, ne kimseye borç ver; çünkü ödünç para veren çoğu kez, hem parasından olur hem de dostundan... Shakespeare

emin Çölaşan’ın kitabındaki müthiş açıklamalar

Ertuğrul Özkök hep arkadan vuruyordu
25 yıllık gazetecilik hayatının Milliyet gazetesinde başlayıp Hürriyet gazetesinde sona eren macerasını kitaplaştıran Emin Çölaşan, Aydın Doğan ve ailesiyle ilgili anekdotlardan, Ertuğrul Özkök’le arasında geçen diyaloglara kadar pek çok ilginç ve şaşırtıcı olayı gözler önüne seriyor
GAZETECİ Emin Çölaşan, yıllarını verdiği Hürriyet’le yollarının ayrılmasından sonra kaleme aldığı “Kovulduk Ey Halkım, Unutma Bizi” adlı “medya belgeseli” adı verdiği kitabında, Milliyet’te başlayıp Hürriyet’te devam eden 25 yıllık gazetecilik hayatında sona gidişin kilometre taşlarını belgeli olarak ele alıyor.
Çölaşan, 2002’de AKP’nin tek başına iktidara gelmesiyle, gazetede ortamın gerginleştiğini vurgularken, o güne kadar gerek Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök, gerekse Aydın Doğan ve damadı Mehmet Ali Yalçındağ’la olan sıcak ilişkilerine örnek veriyor. Aydın Doğan’la tavla oynamasından, Yalçındağ’ın gönderidiği 25. yıl hediyesine kadar ayrıntıya girmekten kaçınmıyor. Çölaşan’ın kaleminden Türkiye’nin en büyük! gazetesinde yaşananlar ve gazeteciliğin can çekiştiğinin de bir göstergesi.
Patronun ilk fırçası
Eylül 2003. Şu anda 10 aylık AKP dönemi var. Patronu İstanbul’a çağırdı. Holding binasında buluştuk ve mektubundan sonra ilk sözlü fırçayı orada yedim. İlk uyarılar gelmeye başlamıştı. Bunu daha niceleri izleyecekti. Bana, ‘Yazılarında çok acımasız gidiyorsun. Hükümeti çok eleştiriyorsun. Bunlar sende takıntı oldu. Hep aynı konuları yazıyorsun. Kişisel kavganı benim gazetemde yapıyorsun. Bunun yaptırmam. Hakkında bir sürü dava açılıyor. Yumuşak yaz. Senin yüzünden ben yara alıyorum. Çarmıha germe. Beni gereksiz yere hükümetle kavgaya sürüklemeye çalışıyorsun. Sana iki ay önce mektup yazıp uyardım...
‘Tayyip mi’ sorusuna, ‘Yorum yok’
Ertuğrul Özkök hep arkadan vuruyordu. Bana dokunduran köşe yazıları yazıyordu. Hükümet aleyhinde yazmamamı istiyor. Beni kimin şikayet ettiğini sorup Tayyip mi dedim. ‘Yorum yok’ cevabını verdi. Peki Bekir Coşkun’u da şikayet ediyor muydu hükümet. Özkök ‘O mizah uslubu ile yazdığı için kimse iplemiyor’ dedi. TRT’yi dolandırdığı Yargıtay kararı ile sabit olan Mehmet Ali Birant aleyhinde de yazmamam isteniyordu.
Ertuğrul bir gün bana ‘Ben gazeteci değilim, cambazım ve jonglörüm’ dedi. Hürriyet’i yönetmek için cambazlık yaptığını, beş topu havaya atıp tutarak jonglörlük yaptığını anlatıp şunları söyledi:
Ben cambazım
‘Ben rüzgârın karşısında kavak ağacı gibiyim. Rüzgar nereden eserse o yöne eğilirim. Patronla uğraşıyorum, kızıyla damadıyla uğraşıyorum. Yediğim fırçaların haddi hesabı yok. Hangisine dert anlatacağımı şaşırıyorum. Hükümeti az yaz. Hiç merak etme biz bu iktidarla er veya geç papaz olacağız. Zamanı gelecek. Biz onlara dünyaya dar edeceğiz. Kimse merak etmesin.’
Fethullah’ı kaybederiz
Bir gün de Aydınlık Dergisinden alıntı yapıp yazımda kullanmıştım. Önce Özkök arayıp uyardı. Sonra Aydın Doğan (O topal’ın dergisinden yazmışsın) dedi. Topal kim? diye sordum. Doğu Perinçek dedi. 12 Kasım 2004 günü Fethullah Gülen’le ilgili bir yazı yazmıştım. Ertuğrul aradı ‘Gözünü seveyim Fethullah Gülen’le, Zaman Gazetesi ile ilgili bir şey yazma’ dedi. Biz Zaman’ın dağıtımını yapıyormuşuz. Her gün 500 bin gazetenin parasını alıyormuşuz. Özkök, ‘Herifleri ürkütüp kaçırırsak Sabah’ın dağıtım şirketiyle anlaşırlar. Çok para kaybederiz’ dedi. Sonra zaten Zaman gazetesini ziyaret edip övgüler düzdü. Kendisine orada yakası kapalı özel Fethullah hoca gömleği armağan ettiler. Pek mutlu olmuştu.
Sümenaltı dosya
TMSF Demirel ailesine ait Göltaş’a el koymuştu. TMSF’nin bazı çalışanları Göltaş’ın paralarını özel harcamalarında kullanıyordu. Bu belgeli haberi ekonomi muhabirimiz Çiğdem Toker yazacak, ben de bu konuda yazı yazacaktım. Haberi yazıp geçtik. Ertuğrul Özkök, Ankara’ya geldi. Belgelerin düzmece olabileceğini söyledi. ‘Ben bu dosyayı İstanbul’da bizim muhasebe servisine bir göstereyim de onlar incelesin’ demesin mi? Dosyayı vermek istemedim ama geri göndereceğini söyleyince verdim. Fakat, o dosya bir daha geri gelmedi. Haber de çıkmadı.


Aydın Doğan’ın Çölaşan’a gönderdiği mektup
Sevgili Emin,
Bugün denizde yüzerken iki önemli arkadaşım bana şu suali sordular. Bu soruyu soranların samimiyetinden ve kimliğinden kuşku duymaman için küçük bir de ayrıntı vereyim.
Her ikisi de uzun yıllar devlete hizmet etmiş, sapına kadar laik, çağdaş ve Türkiye aşığı insanlar. Her ikisi de senin yazılarını kaçırmayan kişiler. Söyledikleri şu:, “Yahu Emin Çölaşan yıllardır İ. Melih’i yazar, onun fakir çocuklarına dağıttığı 150 futbol topunu, İ. Melih belediye parası ile kendi propagandasını yapıyor diye mesele yapar. Şekerbank’ta çok küçücük bir olayı günlerce yazdı durdu. Acaba banka hortumlamalarına neden hiç girmez? Star gazetesinden alıntı yapar da, sahiplerinin ülkeyi nasıl soyduğunu neden yazmaz anlayamadık” diyorlar.
Ne cevap vermem lazım Sevgili Emin?
Gazetenin sahibi olduğum için son zamanlarda Marina’da, sokakta, her yerde bu sorulara muhatap oluyorum. Herkes; “Emin Bey soyguncularla neden uğraşmıyor?” diyor. Tabii cevap vermekte zorlanıyorum, “Emin herhalde patron yalakalığı yapıyor derler, patron yazdırdı demesin diye yazmıyordur” diyorum.

Yarın: Patronu öv, duygusal adamdır

---Patronu öv, duygusal adamdır

Bir gün Ertuğrul Özkök, Başbakan’ın iftarını eleştirdiğim için uyardı: Hükümeti haftada bir eleştir araya başka şeyler koy. Mesela kuş gribini yaz. Patron duygusaldır, översen hoşuna gider
13 Ekim 2005 günü hastayım, evde yatıyorum. Ertuğrul aradı. Ertesi günkü yazımı hatırlatıp, ‘Tayyip Bey’in Alman Başbakanına verdiği iftarla alay etmişsin. Oysa ne güzel bir şey yaptı. sen artık Erbakan çizgisine geldin.’ dedi. Herhalde şaka yapıyordu. Sonra devam etti. Ayrıca ‘Emine Erdoğan’a bulaşmışsın. Patronla da kavga ediyorsun. O seni Ankara’da uyarmıştı. Hükümet’i eleştirmeni istemiyor. Haftada bir eleştir kardeşim. Araya başka şeyler koy. Kuş gribini yaz mesela. Belediyelerdeki ufak tefek yolsuzlukları yaz. İş kopma noktasına geliyor haberin olsun.’ Bu sözler üzerine Özkök’e ‘Ne demek yani? Kimi tehdit ediyorsun! Kovarsanız kovun’ dedim.
Aydın Bey bizi ihya etti
Bir gün öğlen saat 12.00’de Ertuğrul’un Shareton Oteli’nde kaldığı kral dairesine gittim. Hayatımda ilk kez kral dairesi görüyordum. ‘Seninle ne yapacağız’ diye söze başladı. Ve şunları söyledi: “Arkadaş ben Aydın Bey dönemine kadar parasız biriydim. İyi bir şarap alacak param bile yoktu. Aydın Bey bizi ihya etmedi mi, refaha kavuşturmadı mı? Bizi bu AKP döneminde çok sıkıyorlar. Lütfen biraz yardımcı ol. Sonra Ankara’da Tirilye Restoran’da Özkök’le yemek yedik. Restoran sahibi masaya 15 çeşit şarap getirdi. Ertuğrul bunların hiçbirini beğenmeyip şoförünü çağırdı. Arabasının arkasından başka bir marka şarap getirtip onu içti. Bu yemekte de yumuşak yazmamı istedi ve ‘Rahat edelim keyfimize bakalım. Sana İstanbul’dan çok güzel şaraplar göndereyim. Sen votka seversin. Çok güzel votkalar göndereyim’ dedi. Özkök bu yemekte yazılarımda gazeteden de bahsetmemi isteyip şöyle dedi: ‘’Patronu öv. Duygusal adamdır. Hoşuna gider. Ben patronla aranızda kalmaktan sıkıldım. Sinir sistemim bozuldu. Dün gece senin yüzünden yine şarap içmeye başladım. Patron bana da sık sık küser ama ben aldırış etmem. Bir seferinde bana iki ay küstü. Bazen kovmaya kalkıştı. Hatta benim yerime Seçkin Türesay’ı, Güneri Civaoğlu’nu getirmeye kalktı. Ama ben hep esnek davrandım, gönlünü almayı bildim ve işi bitirdim. Ne olur hükümetle iktidarla ilgili bir şey yazma. Bu POAŞ olayında anamızı...
8 Şubat 2007 günü Akşam Gazetesi benimle ilgili manşet atmış Hükümet aleyhine yazı yazmamam konusunda uyarıldığım belirtiliyor. Ertuğrul saat 11.00’de gazeteden aradı. ‘Vallahi billahi senin yüzünden intihar edeceğim. Silahla mı edeyim, kendimi gazetenin 11’nci katından mı atayım’ bilemiyorum. Ben de kendisine ‘İkisi de olmaz. İlle de intihar edeceksen eşin senin elini ayağını güzelce bağlasın. Hava gazı borusunu burnuna dayasın. En kolay öyle oluyormuş.’ cevabını verdim.
Kelkit son nokta oldu
Çölaşan, Aydın Doğan’la aralarındaki “kırılma noktası”nın ise, 27 Mayıs’taki köşesinde yer verdiği bir pankart haberi olduğunu söylüyor. Gümüşhane Kelkit’te asılan bu pankartta, “Alkollü sürücüler her gün trafik kazalarında hayat kaybediyor, kaybettiriyor” denildikten sonra Atatürk’ün resmi kullanılmış ve “Sizce suç kimde?” denilmiş. Bilmeden cami duvarına işemişim. Çünkü bizim patron Aydın Doğan Kelkitli... Bunu kovulma saatlerinden önce Ertuğrul söyledi. Kovulma sonrasında Sedat Ergin ‘Senin olayında kırılma noktası bu Kelkit yazısı oldu’ dedi. Onca sorun içerisinde bunun ne kadar doğru olduğunu bilemem. Belki de bir bahane idi. Her şey aklıma gelirdi de, Kelkit’in başıma iş açacağı doğrusu gelmezdi!”

Benjamin Franklin

Günün sözü

Para ve insan arasındaki karşılıklı ilişki şöyledir:

İnsan paranın sahtesini yapar, para da insanın.

Benjamin Franklin

pazar nesesi,,,/fıkralr

Soğuk kış

HÜKÜMET Erzurum’a bir yazı göndermiş;

"Kışın soğuk geçeceği anlaşılmaktadır. Kullandığınız yakıtın cinsini, kod numarasını ve stok durumunu acele bildiriniz."

Erzurumlu bir köy muhtarı da oturup hemen Ankara’ya cevap yazmış;

"Yakıtımız pohtir. Kod numarası yohtir. Stoğumuz ise çohtir!.."


Pilot Temel

PİLOT Temel telsize var gücüyle bağırıyordu;

- Ula, sağ motor bozuldu. Düşeyrum, düşeyrum. Meydey düşeyrum. Kule düşeyrum.

Kule hemen cevapladı;

- Mesaj anlaşıldı. Yerinizi bildirin, yerinizi bildirin.

Temel gayet ciddi :

- Pilot kabini, öndeki sol koltuk, pilot kabini, öndeki sol koltuk.



Kim daha zeki

HER gün Ayşe ile sevgilisi ormana gidiyorlarmış. Oğlan ona 250 YTL verip ağaca çıkarıyormuş. Ve kız annesine yaptıklarını anlatıyormuş. Bir gün aynı olay yeniden olmuş ve anne artık çok sinirlenmiş. Demiş ki;

- Kızım o senin külotuna bakmak için seni çıkarıyor.

Kız da;

- Biliyorum anne ben de bu yüzden külotumu çıkarıyorum!

Türk erkeği

Kaçan golde yuh çeker.

Ağzında sigara halay çeker.

Genelde babaya çeker.

İskenderin üstüne künefe çeker.

Kafası bozulunca resti çeker.

Sevdiğini sorguya çeker.

Aldatılınca tetiği çeker.

İtalyan erkeklerine beş çeker.

İngilizlere yirmi beş çeker.

Balıketi görünce iç çeker.



Bilen ve bilmeyen

Bilmeyen ve bilmediğini bilmeyen zararlıdır,

ONDAN SAKININ.

Bilmeyen ve bilmediğini bilen bir öğrencidir,

ONA ÖĞRETİN.

Bilen ama bildiğini bilmeyen uykudadır,

ONU UYANDIRIN.

Bilen, bildiğini de bilen ve öğreten akıllıdır,

ONU İZLEYİN.

İlginç bilmece


Günün Sözü


Para, insan avlamak için en iyi yemdir.

Thomas Fuller
*********
Adam, ruh doktoruna gitmiş. "Doktor" demiş. "Derdim çok büyük. Ne zaman yatağa girsem, karyolanın altında biri olduğu hissine kapılıyorum.Yataktan kalkıp, karyolanın altına bakarken, bu defa da yatakta biri var gibi geliyor bana..
Bu sabaha kadar sürüyor. Çık, in, çık in..
Uykusuzluktan aklımı kaçırmak üzereyim.." Doktor "Tamam" demiş. "Haftada üç seans bana gel. Bir yılda seni iyileştiririm." Adam sormuş:
"Peki doktor, ücretiniz ne kadar olacak ?"
"Seansı yüz lira.." Hasta "Sanırım biraz düşünmem gerek, doktor bey." demiş ve gitmiş. Gitmiş, gidiş o gidiş. Bir daha gelmemiş. Altı ay sonra doktor adamla sokakta karşılaşınca sormuş: "'Ne oldu, niye bir daha gelmediniz bana?" "'Sizin tedavi bir yıl sürüyor, bana 15 bin liraya falan patlıyordu. Arkadaşım Temel beni 10 dakikada, 30 liraya iyileştirdi." Doktor hayretle sormuş: "Gerçekten mi? Nasıl başardı bunu?" "Çok basit. Bir marangoz getirdi.
Karyolanın ayaklarını kestirdi."
////////

Tebessüm

Sarışının biri doktorun kapısını çalıp "afedersiniz.." demiş , "külotum muayene odanızda kalmış?.."
Doktor içeri gidip geri dönüp "yok.." demiş, "burda değil.."
"Zahmet ettirdim özür dilerim.." demiş sarışın, "gidip bir de kasaba sorayım..!"
********
Tarihte bugün!..
Tarihe geçecek günler yaşıyoruz. Geçtiğimiz hafta olanlar nesiller sonra da anlatılacak. Ama bugün de sıradan bir gün değil. 16 Eylüllerde tarih boyu neler olmuş neler. İşte size tarihte 16 Eylül'ler

1939 - İlk kez Kumkapı'da bir meyhanede içki içerken "noolacak bu memleketin hali" sorusu soruldu. Birkaç dakika sonra da ilk kez rakı masasında memleket kurtarıldı.

1233 Ğ Sahanda yumurta keşfedildi.

1942 Ğ Gazeteler satmakta zorlanınca kupon icat oldu mertlik bozuldu.

1962 Ğ Bir grup medyum eğlenmek için gittikleri Kulüp 12'ye alınmadı. Medyumlar olayı "Laila mı lan burası?" diyerek kınadılar. Kapıdaki görevliler birbirlerine boş boş baktılar.

1072 Ğ Uyuya kalan bir grup Türk Anadolu'ya ancak giriş yaptı.

1943 Ğ Avrupa Su Topu Şampiyonası'nda sonuncu olan 12 saf adamımızın yüzme bilmedikleri anlaşıldı.

1901 - Çizgili pijama ilk defa bir piknikte giyildi.

1003 - Basurlular daha fazla ayakta kalmaya dayanamayarak yıkıldılar. Kral II. Hemoroid son Basur kralı oldu.

1947 - "İlk defa bir yolcu yanındaki yolcuya hemşerim memleket nere?" diye sordu.

1525 - İlk bilim kurgu eseri Hamlet beklenen ilgiyi görmedi.

1994 - İlk kez ticari bir taksinin dikiz aynasına CD asıldı.

1878 - İlk kez bir faytonun dikiz aynasına taş plak asıldı.

1923 - "Gıda işinde iyi para var abi" cümlesi ilk defa kuruldu.

1333 - İlk defa bir ressama 333 denerek poz verildi.

1957 - Fethiye'de ilk kez bir Vita tenekesinin içine fesleğen ekildi.

1971 - Televizyon üzerine konulmak üzere örülen ilk örtü tamamlandı.

1743 - İlk kez "kız meselesi" yüzünden kavga çıktı

1981- İlk defa bir diskoya damsız girmek için "abi valla bi arkadaşa bakıp çıkıcam" yalanı söylendi.

1997 Ğ Türkiye'de kopyalanarak dünyaya gelen ilk koyun birinci yaşını doldurdu. Bu büyük başarı şerefine, kopyalanan koyun kesildi.

1453 - Bir baba ilk defa oğlunu misafirlerin yanına çağırıp "göster amcalara pipini" dedi.

0832 - Türkler yine bir nüfus sayımı yüzünden günü çadırlarında geçirdiler. Oba beyi bir sonraki sayımın çayıra çıkma yasağı olmadan yapılacağı sözünü bir kere daha verdi.

1958 - Kamyon lastiği içiyle denize ilk defa girildi.

1000 - "Yeni Milenyuma girdik... Hayır seneye giricez" şeklinde süren kavga nihayet bitti. Konu 1000 yıl sonra açılmak üzere kapandı.

1523 - Elektrik bulundu. Ay sonunda fatura gelince elektrik bulunduğu yere geri bırakıldı.

1876 Ğ Talihsiz Henry isimli bir İngiliz Graham Bell'den sadece 5 dakika sonra telefonu icat etti. Hemen bir numara çevirdi. Telefon meşgul çalınca bunalıma girip intihar eti.

1957 - Gazetede kağıdından ilk defa kabak çekirdeği külahı yapıldı.

1625 - İlk kez bir toz şeker kaşığının üzerinde biriken şeker parçaları, bardaktaki çaya sokularak temizlendi.

1908 - Hamamdan çıkan birine ilk defa "sıhhatler olsun" yerine "saatler olsun" dendi.

1925 - Evreşe yollarındaki yol genişletme çalışmaları başladı.

1990 -12 Eylül 1990 tarihinde başlayan "10 yıl oldu darbe olmadı" kutlamaları sona erdi.

1983 Ğ Daha evvel Bülent Ecevit'e ait olan çeyizine en çok mavi gömlek konan damat unvanı Konyalı bir damat tarafından bir gömlek farkla kırıldı.

1930 Ğ İslamköy'de çobanlık yapan Sülü bir an için koyunlarına vaatte bulunmayı bırakıp etrafına baktı ve etrafta da baya koyun olduğunu farketti ve siyasete atılmaya karar verdi.

********

Erkek mi kadın mı?
Öğretmen öğrencilerine sormuş; - Bilgisayar erkek mi dişi mi sizce?

Kız öğrenciler diyor ki;

- Bilgisayar erkektir. Çünkü bilgisayarlar aslında sorunları çözmek için yaratılmalarına rağmen, ömürlerinin dörtte üçünü sorun yaratarak geçirirler. Daha da önemlisi, bunlardan bir tane aldığınız an, biraz daha sabretmiş olsaydınız çok daha gelişmiş bir modeline sahip olabileceğinizi görüp pişman olursunuz.

Erkekler diyor ki;

- Bilgisayar dişidir. Çünkü onun mantığını yaratıcısından başka kimsenin anlaması mümkün değildir.

Yaptığınız en ufak hatayı bile hafızasına kaydedip tekrar tekrar önünüze koyar ve bir bilgisayar aldıktan sonra fark edersiniz ki, asıl parayı ona gereken aksesuarlar için harcamak zorundasınız.

************

DİZE

Bilgi ve paylaşım
Konficyus'ün dizeleri için Öznur Bilgin'e teşekkürlerimle..

Bende bir yumurta var.

Sende bir yumurta var.

Eğer,

Sen bana bir yumurta verirsen,

Ben sana bir yumurta verirsem,

Yine sende bir yumurta

Bende bir yumurta olur.

Şayet,

Sende bir bilgi var.

Bende bir bilgi var.

Ben sana bir bilgi verirsem,

Sen bana bir bilgi verirsen,

Sende iki bilgi,

Bende iki bilgi olur.

Pazar Neşesi

Bu hafta pazar neşemiz, bir klasik..
Yetmişlerinde bir çift doktora gelmişler.. "Doktor" demişler.. "Sevişirken bizi izler misiniz?"

Doktor şaşkın bakmış.. Demek bir sorunları var. Tıp adamı olarak yardım etmek zorunda..

"Peki"demiş..

Çift yatağa uzanmış.. Doktor izlemiş ve teşhisini bildirmiş

"İkiniz de gayet sağlıklısınız. Sevişmeniz fevkalade.. Merak edecek birşey yok.. Viziteniz 32 dolar. Bu da faturanız.."

Ertesi hafta çift gene gelmiş doktora "Sevişirken bizi izle" diye.. Gene izlemiş doktor.. Gene sorun yok. Gene vizite 32 dolar.

Her hafta çift randevu alıyor, geliyor, sevişiyor, parayı ödüyor, çıkıp gidiyor. Bir türlü birşey bulamayan doktor sonunda dayanamamış..

"Meraktan ölüyorum. Bana biraz yardımcı olun. Sıkıntınız ne, söyleyin.."

Adam cevap vermiş;

"Herhangi bir sıkıntımız yok. Bir şey bulmanızı da istemiyoruz. Bu kadın evli.. Onun evine gidemiyoruz. Ben de evliyim.. Benim evime de gidemiyoruz. Hilton geceye 78 dolar istiyor.. Sheraton 82 dolar.. Buraya ise sadece 32 dolar ödüyoruz. Onun 28 dolarını da sigortamız fatura karşılığı 'Doktor muayenehanesinde ziyaret' fonundan geri ödüyor!.."
******
Pazar Neşesi

-Yaşınızı söyler misiniz?
-86 yaşndayım.
-Lütfen bize olay günü neler olduğunu anlatın
-O gün hava çok güzeldi ve ben parkta oturuyordum.. Derken o adam geldi ve yanıma oturdu.
-Onu tanıyor muydunuz?
-Hayır ama tatlı birine benziyordu
-Sonra ne oldu?
-Birden bacaklarımı okşamaya başladı...
-Ona engel oldunuz mu?
-Hayır
-Neden?
-Çünkü hoşuma gitti.. Kocam 3 yıl önce öldüğünden beri kimse bana böyle dokunmamıştı...
-Sonra ne oldu?
-Sonra göğüslerime dokundu...
-Engel oldunuz mu?
-Hayır
-Neden?
-Çünkü uzun zamandır ilk defa kadın olduğumu hissediyordum.
-Sonra?
-O kadar tahrik olmuştum ki "Seviş benimle hadi seviş benimle!.." diye bağırdım..
-Sizinle sevişti mi?
-Hayır!
-Peki, ne oldu?
- "Gülümseyin, Kamera Şakası" diyince ben de ona vurdum.
**


mizah ve şiir den vakit bulabilrseniz okuyun..
gerci bunlar sizi ilgilendirmiyor ama!!
inşallah cocuklarınızda sizin gibi bu sutunlarda hür ve özgürce yazabilirler
yazamazlersa bilinki sizi sizi suclayacaklar,
nekadar duyarsız oldugunuzu ,
siz şiir, resim ve mizahla ugraşırken sistemin değiştigini ve geleceklerinin çalındığını göremediğiniz için sizi suçlayacakalar
sayın mizah ve şiir seven blokcular
hele birde bunu hiç bir anlamı olmayan en çok okunanlar listesine girmek için yaptıgınızı okuyunca
yalnızca aca acı gülecekler ve oan sizi nasıl anacaklar !!!



siyasal islam adım adım gelirken biz uyuyorduk../malezya

MALEZYALI MUHALİF KADIN ÖNDERLERDEN IVY JOSIAH'IN İBRETLİK SÖZLERİ:


Siyasal İslam adım adım gelirken biz uyuyorduk

O kadar yumuşak ve argümanları hazırlanmış bir biçimde gelişiyor ki siyasal İslam ve muhafazakârlık, bu yumuşaklık karşısında tartışacak bir siyasi satıh bulamıyorsunuz. Biz uyuyorduk... Güzellik yarışması protestosunda, kadın eli sıkmamaya başladıklarında, devlet dairelerine kapalı giysilerle gelmemizi söylediklerinde... Yavaş yavaş oldu.

İşte Malezya / 5 - Ece Temelkuran
FOTOĞRAFLAR: Yurttaş Tümer

Bazen düşünüyorum da Irak'tan çıkan en kıymetli şey petrol yerine elma olsaydı dünyanın başına bütün bunlar gelir miydi? Ya da Afganistan uyuşturucunun değil ıspanağın merkezi olsaydı? Ama artık bu "medeniyetler çatışması" hikâyesi üzerine kurulu kan çukurunun çözmek zorunda bırakıldığımız politik ve dini karmaşası bu soruları soramayacak kadar burnumuza dayanmış durumda.
1980'lerde dünya sahnesine çıkan siyasal İslamın kaynaklarının ne olduğunu, ülkelerin nasıl etkilediğini konuşamayacak kadar meşgulüz diyelim ki başörtüsü meselesiyle.
Siyasal İslamın kahramanlarının dünyanın efendileri tarafından nasıl yaratıldığını, desteklendiğini konuşamıyoruz çünkü o kahramanların yönlendirdiği görece masum halk kitleleriyle uğraşıyoruz. Ve bütün bunları konuşmak, tartışmak çok zor. Çünkü, biliyorsunuz, onlar Tanrı'nın kendi taraflarında olduğunu söylüyor.

'Yeşil'den 'ılımlı'ya
Politik bir hareket olmasına rağmen soru sorduğunuzda dinlerini sorguluyor duruma düşürülüyorsunuz. Türkiye gerçeğinde "darbe davetiyesi" çıkarmış oluyorsunuz, Malezya gerçeğinde İslam karşıtı ya da halk düşmanı ilan ediliyorsunuz.
ABD'nin 80'lerde meyvelerini veren ve Ortadoğu'daki özgürlük hareketlerine, SSCB etkisine karşı kullandığı "Yeşil Kuşak Projesi"nin sonuçları "fazla kanlı ve tehlikeli" olduğu için icat ettiği "ılımlı İslam" projesi ise bu oyunun bizim kuşağımızı uğraştıracak devam filmi. Malezya'nın Tayyip Erdoğan'ı Anvar İbrahim'in dünkü röportajda söylediği gibi:

"Bu, uluslararası bir hareket!"
Şimdi ülkelerin demokratları, aydınları tarafından kabul görebilecek, hatta desteklenecek bir yaklaşımla siyasal İslamı yükseltme zamanı.
Bu sadece Türkiye için değil, Türkiye ile pek bir benzerliği olmayan Malezya için de geçerli. Çok karmaşık toplumsal problemler içinden filizlenip güçlenen bu siyasi hareketin sevimli ve yumuşak tavrının görünmez kıldığı hakikatleri bulup çıkarmak da yine bizim kuşağımızın meselesi olacak.
Ama bir ülkenin, bir rejimin "gerçek renklerini" her zaman kadınlar anlatır. Malezya ile Türkiye arasındaki farklar-benzerlikler üzerine uzun uzun konuşmaya gerek yok. Sivil toplum örgütü yöneticileri Ivy ve Toni'nin anlattıklarına bakın. Ve Türkiye Malezya resimleri arasındaki "7 benzerliği" kendiniz bulun.
Malezya'dan Türkiye'ye dönerken bu bulmaca-röportajda herkese başarılar!

Müslüman, kadın, muhalif! Bu yüzden işi daha da zor
"Müslüman erkeğin en cahili bile en bilgili Müslüman kadından daha meşrudur."
İslamda Kızkardeşler Örgütü'nün (Sisters in Islam-SIS) baş eğitmeni Toni Kasım muhafazakârlığa karşı bir Müslüman kadın olarak mücadele vermenin ne kadar güç olduğunu böyle anlatıyor. Çünkü:
"Kuran'da ne yazdığını ben biliyorum. Ama bir toplantıya gittiğimde bütün kadınlar başörtülü olduğu için erkek veya kadınlardan biri çıkıp bütün bir konuşmadan sonra sadece şunu soruyor:
'Senin dediklerine nasıl inanabilirim? Başın açık!' Siz de biliyorsunuzdur, söylenen şeyle başa çıkamadıkları zaman söyleyene saldırırlar. 'Ben sizin kıyafetiniz yüzünden size saldırmıyorum. Gelin konuyu tartışalım' dediğimde ise işim pek kolaylaşmıyor."

Tutucu kanaatler engeli
İslamda Kızkardeşler Örgütü, Malezya'daki en etkin kadın örgütü. Müslümanlar ve Kuran'ın çağdaş dünyaya yorumları üzerinden muhafazakâr İslam hareketine karşı mücadele veriyorlar. Kadınlara, herhangi bir erkek egemen baskı altında kaldıkları zaman bunun Kuran'da olmadığını anlatıyorlar. Ya da Şeriat Mahkemesi'nin verdiği kararların İslami olmadığını aydın ilahiyatçılardan aldıkları yorumlarla halka açıklamaya çalışıyorlar. Ama hem basının üzerindeki sansür hem de Müslüman toplumdaki yerleşik, tutucu kanaatler işlerini zorlaştırıyor:
"Burada değil İslam dinini sorgulamak onun erkek egemen olan ve 7. yüzyılda kalmış yorumunu sorgulamak bile İslam karşıtı sayılıyor."
Peki bir sivil toplum örgütü olarak Kuran'dan yola çıkmak, Kuran ile uyumlu olmak zorunluluğu onları köşeye sıkıştırmıyor mu bazen?
"Ne yapabilirsiniz? Kadına 'Bu sivil yasada yok. Bu insan haklarına aykırı' deseniz size dönüp dininin böyle istediğini söylüyor. O zaman ona 'Hayır, dinimiz böyle söylemiyor' demek zorundasınız."

'Çok bilmek yetmiyor'
Toni, Avrupa'da yaşayan Müslüman kadınları örnek veriyor:
"Kadın Avrupa vatandaşı ama Müslüman. Haklarının gasp edilmesine karşı her türlü laik imkâna sahip. Ama yine de dayak yiyince polise gitmiyor. Buna ne diyeceksiniz? Ona İslam'ın bunu reddettiğini anlatmak zorundasınız."
Ama İslam'ı çok bilmenin hiç bilmeyen muhafazakârlar için "yeterince müslüman" olmaya yetmediğini, yerleşik kanaatlere sadece kadın olarak değil, erkek olarak karşı koymanın da "gayrimeşru" sayıldığını anlatıyor Toni.
Peki hangisi daha çok saldırıya uğruyor? Ivy, Toni'yi gösteriyor:
"Onun işi daha zor. Çünkü hem Müslüman, hem muhalif!"
Her iki kadın da konuşma biter bitmez işlerine koşturuyorlar. İkisi de yapacak çok işleri olduğunu biliyorlar.

'Yumuşak ve yavaş yaparlar'
"İnanç özgürlüğünü savunana kadar bizi çok sevimli bulurlardı. Ama ne zamanki anayasal inanç özgürlüğünden söz etmeye başladık ölüm tehditleri başladı."
Ivy Josiah, Malezya'nın ilk kadın sığınma evi ve "Kadına Yardım Örgütü'nün (WAO) kurucusu, yöneticisi. Örgütün 25 yıllık bir geçmişi var. "Uyuyorduk" diyor Ivy, "Güzellik yarışmasını protesto ettiklerinde, kadınların elini sıkmamaya başladıklarında, devlet dairelerine kapalı giysilerle gelmemizi söylediklerinde... Hatta haklı buluyorduk bir yanıyla. Doğru, devlet dairesine 'düzgün' kıyafetle gidilmeliydi. Ama sonra o 'düzgün' yani kapalı kıyafetleri zorunlu hale getirdiler. Bu yavaş yavaş oldu. Siz de bilirsiniz, her dinin evangelistleri hiç acele etmeden yaparlar bu işleri."

Halkı değiştiriyorlar
O kadar yumuşak ve argümanları hazırlanmış bir biçimde gelişiyor ki, siyasal İslam ve muhafazakârlık, bu yumuşaklık karşısında tartışacak, kafa kafaya gelecek bir siyasi satıh bulamıyorsunuz. Ne der Ivy buna?
"Evet, evet. Biz 'Tamam o zaman, eğer İslam devleti istiyorsanız, gelin anayasayı değiştirelim o zaman' dediğimizde asla kabul etmiyorlar. Çünkü, bu tepki çeker ve reddedilir, biliyorlar. O yüzden çok yavaş ve yumuşak yaptılar başlangıçta. Ama şimdi gücü ele geçirdikleri için o kadar yumuşak değiller."

Ekonomi ve muhafazakârlık
Ivy, "ekonominin tıkırında" olmasının herkesin bu siyasi gelişmeye sessiz kalmasının bir başka nedeni olduğunu söylüyor:
"Bize maddiyatı verdiler ama soru sormamızı yasakladılar. Yani ülkenin 'hardware'i iyi, 'software'inde sorun var. Ve Malezya halkı Türkiye kadar (!) soru soramaz. Yıllarca otoriter bir rejim altında yaşadığımız ve Malay halkının resmi dini İslam olduğu için bu konuda tartışmamız daha zor. Oysa siyasal İslamı yükselten bir güç oyunu.
Aşırı dinci PAS partisi çıktıktan sonra merkez parti UMNO da İslamcılaştı. Sonra birbirleriyle muhafazakârlaşma konusunda yarışmaya başladılar. Arada hep kadınlar harcandı, harcanıyor."

'Kitlelere ulaşamıyoruz'
Ya muhafazakâr İslamcılığı destekleyen kadınlar?
"Çok var tabii. Biliyor musun, biz aslında yukarıda bir yerde, elit bir düzeyde konuşup duruyoruz. Kitlelere, kitlelerle konuşmamız lazım. Ama sansür var. Sansürün olmadığı yerde de bizim söylediklerimizin din karşıtı olduğuna inananlar var. Yani bizim kitlelere ulaşmamızı engelliyorlar."
Laiklik için bile değil, ülkedeki bütün dinlerin birbiriyle eşit olması için, muhafazakâr İslamın bütün ülkeyi ele geçirmemesi için çalışan Ivy Josiah, Hint kökenli bir Hıristiyan. Belki onun sözlerinin bu kimlik nedeniyle "sakıncalı" sayılabileceğini düşünebilirsiniz ama ya inançlı bir Müslüman kadın muhafazakâr ve siyasallaşmış İslama karşı çıkarsa?

Reşit Galip olayı hem bir devrimci cesaretin hem de Mustafa Kemal büyüklüğünün hikâyesidir...


ÇiziYORUM - Ercan AKYOL


melih asık/milliyet
Reşit Galip olayı hem bir devrimci cesaretin hem de Mustafa Kemal büyüklüğünün hikâyesidir...
Dr. Reşit Galip, Balkan ve Birinci Dünya Savaşı'na gönüllü doktor olarak katılır. Atatürk'le tanışmaları 1923 Mart'ında Mersin'de olur. Devletten istifa edip Türk Ocağı Başkanı olan Reşit Galip, açık hava toplantısında konuşurken birden işaret parmağıyla Gazi'yi gösterecek ve
"Sen" diye ona seslenerek şöyle diyecektir:
- Senin asıl büyüklüğün bütün o büyüklüklere rağmen milletin ferdiyim diye övünmendir...
Herkes bir fırtına kopacak sanır. Aksine Atatürk, Reşit Galip'i sever. Galip, 1925 yılında milletvekili olur, iki yıl süreyle İstiklal Mahkemesi üyeliği yapar. Atatürk'le aralarındaki o efsaneye dönüşen kavga 1931 yılı ağustos ayında Dolmabahçe Sarayı'nda yaşanır...
Reşit Galip masada Atatürk'ün de hocası olan zamanın Milli Eğitim Bakanı Esat Mehmet'i eleştirmeye koyulur.
Atatürk'ün, "Davamıza inanmıştır, benim hocamdır, benim hocam olması sence bir değer taşımıyor mu?" sözlerine "Kusura bakma Paşam taşımıyor, okuttuklarının içinde sizin gibi devrimci çıkmış ama kim bilir nice tutucu da çıkmıştır" diye karşılık verir. Mustafa Kemal, "Bu masada hocama hakaret etmenize müsaade edemem" diyecek olur, Reşit Galip, "Devrimleri korumak için sizden müsaade istemiyorum. Hatayı yapan siz de olsanız sizi de eleştiririm. Rose Noir'a 15 bin liralık kredi mektubu da siz verdiniz diye hata olmaktan çıkmaz" diye üsteler.
Ortalık buz keser. Atatürk "Yoruldunuz, biraz istirahat etseniz iyi olacak" diyerek Reşit Galip'i dışarıya davet eder. Ama tüm beklentilerin aksine Reşit Galip dışarı çıkmaz: "Burası sizin değil milletin sofrasıdır" diyerek yerinde çakılı kalır. Bunun üzerine Atatürk odayı terk eder. Reşit Galip sabaha kadar o salonda oturur. Ertesi gün Ata'ya bir özür mektubu yazar. Birkaç ay sonra yaptığı bir radyo konuşmasını Atatürk de dinler. Reşit Galip: "Devrimlerimizi herkese ve her şeye karşı savunacağız. Gerekirse babalarımıza ve çouklarımıza karşı da..." demektedir. Atatürk birkaç gün sonra Reşit Galip'i çağırtır. Onu Milli Eğitim Bakanı yapar...
Rose Noir hadisesine gelince... Beyoğlu'nda bir Rus karı-kocanın işlettiği böyle bir mekân vardır. Atatürk bir gece oraya gittiğinde mekânın sahibi Madam Senya masaya gelir, uzun uzun dert yanar, İş Bankası'nın krediyi kestiğini anlatır. Bu tür mekânların yaşamasını isteyen Atatürk, İş Bankası'na hitaben bir not yazar, ellerine tutuşturur. İş Bankası Genel Müdürü Mummer Eriş ertesi gün kâğıdı alınca Dolmabahçe Sarayı'na gelir, bu krediyi vermeye kuralların müsaade etmediğini bildirir. Mesele bundan ibarettir.
Ancak, Atatürk'ün o gece o çifte çek verdiği dedikodusu yayılmıştır. Reşit Galip işte bu dedikoduyu seslendirir... Atatürk kimilerine göre diktatördü. Bir bugünkü demokratlara (!) bakın bir o günkü diktatöre...

AKP iktidara gelene kadar Atatürk'ün modern Türkiye'si İslam âlemine örnek gösteriliyordu... AKP iktidarından sonra kendimize İslam âleminden örnek aramaya başladık. Beş yılda ne ilerleme...

Çorum
Çorum Haber gazetesinden bir haber:
"CarrefourSA'da içki reyonu kaldırıldı. Eşrefhoca Caddesi'nde bulunan CarrefourSA Merkez Şubesi'nde alkollü içeceklerin bulunduğu reyon bir daha konulmamak üzere kaldırıldı.
Edinilen bilgiye göre, vatandaşların hemen hiç ilgi göstermemeleri ve alkollü içeceklere olan tepki nedeniyle böyle bir uygulamaya gidildi. CarrefourSA yetkilileri, ramazan ayının da gelmesini fırsat olarak değerlendirerek içki reyonunun kaldırılmasını kararlaştırdılar..."

Malezyalı muhalif kadınlardan Josiah, "Siyasal İslam adım adım gelirken biz uyuyorduk" demiş.
Onlarda da şeriatı demokrasi diye yutturan işbirlikçi liberaller boldu anlaşılan...
Haldun Ertem
****

26 Eylül 2007 Çarşamba

gülümseyinnn

*Kulağıma Küpe

Beni daha az övseydin, seni daha çok överdim.
Louis XIV

*********

* eczane

Pansiyoncu kadının evinde genç bir erkekle, genç bir kız oturuyordu. Pansiyoncu kadın sabaha karşı genç kızın odasında bir gürültü duydu. Hızla kızın odasına gitti ve delikanlıyı içeride yakaladı. Genç adamın üstünde sadece pantolunu vardı. "Burada ne işiniz var?" diye sordu. Delikanlı boynunu bükerek yanıt verdi: "Buraya sadece ilaç getirmek için geldim. Bu genç kızın başı ağrıyormuş da.." Pansiyoncu kadın yataktaki kızı ve ayaktaki delikanlıyı yukarıdan aşağıya süzdü.. Süzdü.. "Peki" dedi: "Yalnız sokağa çıkmadan önce eczanenizi kapasanız iyi olur!"

*****************

*Bir şeyin söylenmesini istiyorsanız erkekten, yapılmasını istiyorsanız kadından isteyin.

Margaret Thatcher

*********

*26/10/1997 yılından bir çizgi

Salih MEMECAN

*söz

Sessizliğin faziletlerine öyle inanırım ki, susmak üzerine saatlerce konuşabilirim.

George Bernad Shaw

*Karadeniz'den

Altıncı katta oturan Temel'e postacı her gün bir mektup getiriyormuş. Cemal gıpta ile,

- Ne şanslı adamsın, her gün bir mektup geliyor.

- Bildiğin gibi değil, postacıya kızdım, her gün kendime bir mektup atıyorum.

///

*Abilerim Ne Demiş

Aşkın gelişi aklın gidişidir. Antoine Bret

*************

kaza

Torna tezgâhının ustabaşısı işçinin karısına telefon etmiş..
"Size bir iyi, bir kötü haberim var.. İyi haber..
Kocanız bu sabah torna tezgâhına kapıldı.
Hastaneye gitti. Hayati tehlike yok..
İki günde çıkacak ve işine devam edebilecek, buna rağmen patron ona 50 milyar lira tazminat ödeyeceğini açıkladı.."
"Harika" demiş, kadın..
"Bunun kötü haber neresinde?.."
"Bekleyin, daha neresinin koptuğunu söylemedim
.."

****************

25 Eylül 2007 Salı

google easter egg /google yumurtaları-googlenin gizemi


Deep Secrets Of GOOGLE - The most amazing videos are a click away

Google
Sadece arama motoru değil. Kocaman bir sır küpü. İşte size ufacık tefecik google süpriz yumurtaları (easter egg).
Alttaki kelimeleri yazdıktan sonra “Kendimi şanslı hissediyorum”a tıklayın.
xx-klingon, xx-piglatin, google gothic, google loco, google l33t, google bsd, google linux, google easter egg (google tavşan oyunu),
Google hesap makinesi;
sqrt(x) ==> x yerine kare kökten çıkartmak için sayı girin
pi ==> sabit 3.14 yerine kullanilacak terim, işlem yaparken kullanarak 3,1428571428571428571428571428571…yazmak zorunda kalmazsınız örn: pi*r^2
e ==> doğal terim, 2,71828183
sin, cos, tan, cot, arctan vs.. ==> trigonometrik ifadelerle işlem yapabilirsiniz örn: sin(45)
! faktöryel hesaplama ==> örn: 3! = 6 olur (1*2*3 = 6)
log(x) ==> logaritma fonksiyonu örn: log(15) = 1,17609126
ln(x) ==> logoritma e tabanında sonuç verir
Birim çevirme:
half a cup in teaspoons ==> yarım bardak kaç kaşık yapar?’a cevap verir
8 km in cm ==> 8 kilometre kaç santimetre yapar
x birim1 in birim2 ==> x birim1′i birim2 cinsinden verir (birimler day, second, feet, km, inch,ytl, usd gibi her türden olabilir

24 Eylül 2007 Pazartesi

deniz gezmiş resimleri

malezya olurmuyuz???


Beş on yıl sonra biz İran siz de Malezya olacaksınız

Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nusret Aras üniversitelerde türbanın serbest bırakılmasının liselerde de benzer talepleri getireceğini söylediği gün, Milli Eğitim Bakanlığı'ndaki törende türbanlı ilköğretim öğrencileri ortaya çıktı.

Milli Eğitim Bakanlığı'nın Cumhuriyet Eğitimleri çerçevesinde Doğu ve Güneydoğu Bölgeleri'nden Çanakkale'ye gönderdiği bin 120 öğrenciden ikisi türbanlıydı. Türbanlı iki kız öğrenci Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in de bulunduğu törende yer aldı. Hatta Çelik, türbanlı kız öğrencilerle birlikte fotoğraf da çektirdi.

Ankara Üniversitesi Rektörü Aras, üniversitenin 2007-2008 eğitim-öğretim yılının açılışında yaptığı konuşmada "Sonraki aşamada 'liselerde bulunan kız öğrenciler de isterlerse başlarını örtebilir' talepleri gelebilir. Ayrıca diğer bir şekilde 'eğitimin ana-babanın inançlarına uygun şekilde yapılması hakkı' da ilköğretim ve ortaöğretim kurumlarında türbanlı öğrencilerin bulunmasını da ortaya çıkarabilir" görüşünü dile getirdi.


Röportaj: Ezgi BAŞARAN, Fotoğraflar: Sebati KARAKURT

Tartışmanın başlangıcı, Richard Holbrooke’un "Türkiye ve Malezya gibi hem Müslüman olup hem de seküler olunabiliyor" sözüydü belki.


Ne Malezyası dedik, biz laik bir devletiz, onlar değil ki! Bu cahil bir ifade, dedik. Fakat bir yandan AKP’nin 22 Temmuz’daki zaferi, Anayasa’daki türban ve laiklik değişikliği tartışmaları... Diğer yandan Malezya’dan gelen "Polis ramazanda oruç tutmayanları cezalandırıyor" haberleri... Başbakan Abdullah Bedevi’nin "Malezya bir İslam devletidir" sözleri... Her şey üst üste gelince, "Eyvah! Türkiye Malezya olabilir mi?" sorusu doğdu. Bazı yazarlara göre bu suni bir tartışma, bazılarına göre bunu konuşmanın tam zamanı. Şerif Mardin’e göre böyle bir ihtimal gerçekten var. "Türkiye Malezya olur mu" sorusunun cevabını bulmak için ilk önce Malezya’da gerçekten neler oluyor onu öğrenmeye çalıştık. Bunu için de, Malezya’da yoğun bir İslamlaşma var mı, iktidar ne diyor, güçlü İslam partisi PAS’ın tutumu ne, STK’lar ne yapıyor, liberal seküler kanadın fikri nedir, anlamak gerekiyordu. Sebati Karakurt ile Kuala Lumpur’a geldik, gözlerimizle görelim istedik. Bu yazı dizisinde, 3 gün boyunca gördüklerimizi okuyacaksınız.

İkİ Müslüman avukat Malik İmtiaz (37) ve Haris Bin Muhammed (47), 2006’da "11. Madde Hareketi" adlı bir sivil hareket başlattı. Hareketin adı, Malezya Anayasası’ndaki "Herkes istediği dini seçmekte ve yaşamakta özgürdür" maddesinden esinlenilmiş. Bu maddenin artık uygulanmadığını savunuyor ve Malezya’daki İslamlaşmaya, "şeriat"ın anayasanın üstünde tutulmaya başlanmasına karşı, 11 sivil toplum kuruluşunu aynı çatı altında buluşturuyorlar. Bütün bunlar yüzünden, aynı zamanda Ulusal İnsan Hakları Derneği’nin başkanı da olan Malik İmtiaz hakkında Ağustos 2006’da "İslam’ı aşağılıyor, katli vaciptir" yazan posterler Malezya’nın her köşesine dağıtıldı. Fakat o ve arkadaşı Haris Bin muhammed yılmadı, 11. Madde Hareketi olarak mitingler ve forumlar düzenlemeye çalıştı. Son iki miting polis tarafından engellendi, artık forum düzenlemeleri de yasak. "Şimdilik davamızı internet üzerinden yürütüyoruz, çünkü başbakan bu sivil hareketten hiç hoşlanmıyor" diyor. Malik ve Haris’le Malezya’daki İslamlaşma sürecinde kimlerin rol oynadığını, geçmişini ve geleceğini konuştuk. İşte anlattıkları:

İKİLİ HUKUK Malezya’da ikili hukuk sistemi var. Müslümanların evlilik, boşanma, miras gibi medeni konuları Şeriat Mahkemesi’nde görüşülür. Gerçi sivil mahkemelerde de 1970’lerin sonundan beri İslam’ı baz alan kurallar ve yasalar hep vardı. Örneğin "3 kez üst üste cuma namazına gitmeyen ya da oruç tutmayan bir Müslüman para cezasına çarptırılır" diyordu. Ama bu tamamiyle kağıt üstündeydi, hiç uygulanmıyordu. Çünkü 1980’lerde İngiliz eğitimi görmüş akıllı avukatlar ve hákimler vardı.

İSLAMCI RETORİK 1988’de, eski Başbakan Mahathir bin Muhammed, İslam partisi PAS’ı çok ciddi bir tehdit olarak görmeye başladı. Oylarını onlara kaptıracağını düşündü. Partisinin başına Enver İbrahim’i getirdi ve İslamlaşma trendini başlattı. Biz de iyi Müslümanlarız demek istiyordu. 2001’e geldiğimizde ise "Malezya İslam devletidir" deyiverdi.

METAMORFOZ OLDU Son 10 yıl içinde, İslam baz alınarak yazılan ve aslında hukukçuların umursamadığı yasalar, metamorfoz geçirip küçük böcekler halinde toplum hayatımıza sızdı. Gerçekten uygulanmaya başlandı. 10 yıl önce farklı dinden kişilerin evlenmesinde sorun yoktu. İsteyen din değiştirebiliyordu. Şimdi ise bir Müslüman’ın bir Budist ile evlenmesine, din değiştirmesine imkan yok.

MÜSLÜMANLAR HARİÇ Malezya Anayasası’nın 11. maddesi şöyle der: "Herkes istediği dine inanmakta ve ibadet etmekte özgürdür." Fakat 1999’da Yüksek Mahkeme bu maddedeki "herkes" kelimesinin anlamını değiştirdi: "Herkes ama Müslümanlar hariç." Müslümanlar din değiştirmek istiyorlarsa şeriat mahkemesine gidecek bundan böyle dediler. O yıl din değiştirip bir Hıristiyanla evlenmek isteyen Lina Joy’un hüsranla biten hukuk savaşı bunun ilk örneğidir.

HÁKİMLER YAPIYOR Nüfus kağıdına, "Dini İslam’dır" ibaresi eklendi. Müslümanların yaşam biçimini etkileyen konularda sivil mahkemeler bir anda ortadan kayboldu, yetkiyi Şeriat mahkemelerine devretti. Anayasa resmen çarpıtılmaya başlandı. Bazı hákimlerin şöyle dediğini duyuyoruz: "Önce Müslüman’ım sonra hákim."

YAVAŞ VE DERİNDEN İslamlaşma programı, hem devlet hem de başsavcı ve hukuk adamları tarafından yürütülüyor. Yavaş ve derinden, yeraltından ilerliyorlar. Anayasa değişmedi, ama onu yorumlayanların ve uygulayanların kafa yapısı değişti. Şimdi de toplum hayatına sızdı.

ARAPLAŞMA YAŞANIYOR İslamlaşmanın ötesinde Araplaşma yaşıyoruz. Ahlak polisi daha görünür hale geldi, hayata müdahale etmeye başladı. Artık türban takmayan Müslüman kadınlar garipseniyor. Geçen sene dini ne olursa olsun kadın polislerin türban takması zorunlu hale geldi.

ASLINDA AZINLIK AMA Aslına bakarsanız radikal İslamcıların azınlık olduğunu düşünüyorum. Ama sesleri çok gür çıkıyor. Sessiz çoğunluk ise dışlanmamak için onlara uyuyor. Şehirdeki aydınlar, "İslamcılık asla Malezya’ya hákim olamaz" deyip gülüp geçiyorlar. Ama böyle şeyler hız kazandıktan sonra durdurulamıyor.

Türban 10 yılda yüzde 80’e ulaştı

ÜLKENİN yüzde 50’ı Malay, yüzde 30’u Çinli, yüzde 8’i Hintli. Yüzde 61’i Müslüman, yüzde 19.2’si Budist, yüzde 9.1’i Hıristiyan, yüzde 6.3’ü Hindu. Başkent Kuala Lumpur’da, Malezya’nın farklı etnik yapılarının hepsi, kendi kimliğini, kültürünü ve dinini yaşıyor. Malezya’da türbanlı kadınların sayısı, son 10 yıl içinde yüzde 10’dan 80’e ulaşmış. Metroda karşılaştığımız genç kız Surinia, türban takma gerekçesini şöyle açıklıyor:

"Çünkü normal olan bu. Biz Malayların yaptığı böyle, ailem, arkadaşlarım, komşularım hepsi türbanlı."


Fakültede bacılar ve erkekler

Üniversite "Brothers-Sisters" yani "erkek kardeşler" ve "kız kardeşler" diye ikiye ayrılmış. Kütüphanedeki, kantindeki, bilgisayar odasındaki masaların üstünde kimin nereye oturacağı yazıyor, yani bir kız "Brothers" yazısı yapıştırılmış masaya oturamaz. Üniversitenin girişinde kıyafet kurallarını anlatan büyük bir afiş var. Erkekler gömleği pantolonun içine sokacak, kadınlar türban takıp bol kıyafetler giyecek, ağır makyaj yapmayacak, açık ayakkabı giymeyecek.

ORUÇ POLİSİ

Malezya’da kadın polislerin türban takması zorunlu. "Oruç Polisi" adıyla tüm dünyada haber olan ekip ise, polisin dinden sorumlu bir birimi. Oruç tutmayanları ve iftar vaktinden önce Müslümanlara servis veren lokantaları tespit etmekle görevliler.

SOKAK İZLENİMLERİ

Petronas’tan uzaklaşınca İslami baskı hissediliyor

BAŞKENT
Kuala Lumpur’un en kalabalık yeri olan Bugit Pintag’taki ışıklarda 3 türbanlı kadının yanında, süper minisi ve göbeğini açıkta bırakan dar bluzuyla duran Çinli kızın belki konuşacak fazla ortak konusu yok. Ama aynı kenti rahatlıkla paylaşıp yan yana yeşil ışığın yanmasını bekliyorlar. Ramazan olmasına rağmen gün içinde sokakta yemek satılıyor, Müslüman olmayanlar hapur hupur yiyor. Kendilerine ayrılmış özel restoranlarda içki içebiliyor, sarmaş dolaş oturabiliyor.

İKİNCİ SINIF Fakat şehrin vitrini haline gelen Petronas Kuleleri’nden uzaklaşıp, turistik olmayan bölgelerine doğru ilerledikçe işin rengi değişiyor. Son birkaç yıldır İslam’ın bir devlet politikası olduğunun vurgulanması, Çinli ve Hindu vatandaşların kendilerini ikinci sınıf hissetmesine neden olmuş. Açıkça söylenmese de Malezya Anayasası’ndaki "Malezya’nın resmi dini İslamdır" ibaresi de Malay’ların ülkenin gerçek sahipleri olduğunu bir şekilde hissetmeleri, bunun teminatını Anayasa’da görmek istemelerinden kaynaklanıyor. Özellikle Çinli nüfusun ekonomik olarak güçlenmesine karşı da, Malaylara pozitif ayrımcılık uygulanıyor.

PET ŞİŞENİ SAKLA Şehrin devasa reklam panolarında hep türbanlı kadın kullanılıyor. Afişlerde Malayca’nın altında bir de Arapçası da yazılı. Bütün alışveriş merkezlerinde mescid bulunması zorunlu. Şehrin diğer ucundaki Malay İslam Üniversitesi’ni ziyaret ettiğimizde elimdeki su şişesini saklamam öğütleniyor. Ramazanda oruç tutmadığımı ima eden bütün ipuçlarını yok ediyorum ki rahatça dolaşabilelim.

DAVUTOĞLU’NUN KIZLARI Başbakan Tayip Erdoğan’ın eski Başdanışmanı Ahmet Davutoğlu’nun kızlarını okuttuğu bu üniversitede çalışan, adını vermek istemeyen yabancı bir hocanın söylediğine göre burası Malezya’nın İslamlaşma sürecinde önemli rol oynuyor, bir sürü genç mümin yetiştirip topluma servis ediyor. Karşılaştığımız erkek öğrenciler, kadın olduğum için elimi sıkmaktan kaçınıyor
.

*****************

ÇiziYORUM - Ercan AKYOL

23 Eylül 2007 Pazar

Türkiye İRAN olurmu? soner yalcın/hürriyet





AKP'nin Anayasa tasarısı hazırlıkları, Türkiye'nin bir saklı gündeminin doğmasına neden oldu: "Darbe mi? Şeriat mı?" İşte Türkiye'nin gizli gündemi bu soru. Herkes bunu tartışıyor. Ne rastlantı; yıllar önce, İslam devriminden önce benzer soru İran'ın da gündemindeydi. İranlı solcular, demokratlar, liberaller ve milliyetçiler bu soruyu tartışıyordu, darbeye karşı çıkıyorlardı. Gelin İran'ın İslam devrimi öncesi ve sonrası günlerine gidelim. Bir de, "mahalle baskısı" var mıymış görelim.

MERHABA. Benim adım Bahman Nirumand. İranlı bir gazeteci-yazarım.

Şah'ın devrilmesinde aktif rol oynayanlardanım.

Ve aynı zamanda mollaların, demokrasi ve özgürlük getireceğine inanan milyonlarca solcu, demokrat, liberal ve milliyetçi insandan biriyim.

Evet, Humeyni yeryüzünde cenneti vaat etti bize. Demokrasi gelecek, kimse fikirleri ve siyasal görüşleri yüzünden tutuklanmayacak, işkence yapılmayacak, kadınlara eşit haklar verilecek, giyim serbest olacaktı.

Şah'ı devirdikten sonra mollaların camiye geri döneceklerinden emindik. Devleti yönetecek durumda olduklarına inanmıyorduk.

Yanıldık. Kitaplardan ezberlediğimiz cümleleri, içi boş kavramları birbirimize söyleyip duruyorduk.

ÜZERİNDE DURMADIK

Her şey 14 Ocak 1979 tarihinde değişti. Şah, İran'ı terk etti. Ardından İran tarihinin en büyük yürüyüşü Tahran'da yapıldı. Sansür, yasak yoktu, istediğimiz gibi bağırıyorduk.

Fakat mitingde ilk dikkatimi çeken, kim liberal Musaddık ya da solcu şehitlerin resimlerini taşıyor ise mollalarca dövülüyordu.

Pek üzerinde durmadık bu olayın, "Hele bir kurtlarını döksünler, sonra sakinleşirler"

Ertesi gün gazetede, bir hırsızın genç mollalar tarafından yakalanıp, adına "İslam Mahkemesi" denilen bir mahalli heyet tarafından 35 kamçı cezasına çaptırıldığı haberini okuduk.

Haberi ciddiye almadık; "Üç beş sapsızın işi" dedik.

Bu arada bira-şarap fabrikalarının yakılması, sinemaların tahrip edilip filmlerin sokaklara atılması gibi olayların üzerinde hiç durmadık. "Ufak tefek şeylerin" toplumun demokrasi ve ulusal bağımsızlık yolundaki çabaları etkilemesini istemiyorduk.

Biz bunları söylerken, mollalar tarafından, kadın ve erkeklerin yan yana yüzemeyecekleri; okullarda aynı sınıflarda olamayacakları; birlikte spor yapamayacakları gibi gerici kararlar ardı ardına alınmaya başlandı.

"Müslüman kadınların yanında orospuların yeri yoktur" denilerek kadınlara örtünme zorunluluğu getirildi. Özellikle üniversitelerde bu yüzden çatışmalar çıktı.

Bu çatışmalardan rahatsız olduk; kadın sorununun güncelleşip ön plana geçmesini istemiyorduk! "Asıl mücadele, emperyalizme ve kapitalizme karşı verilmelidir" diyorduk. Kadın sorunu bir yan çelişkiydi, ana çelişki sömürüydü. Kadının giyim sorunu, emperyalizme karşı verilen mücadeleyi baltalamamalıydı!

Peçesiz, başörtüsüz sokağa çıkan kadınlar artık açıkça, gözümüzün önünde dövülüyordu. Bazı kadınların yüzüne kezzap atılıyordu.

Biz ise hálá büyük laflar ediyorduk; bu tür olayları devrimin kaçınılmaz sancıları olarak görüp umursamıyorduk! "İttifak" "Eylem Birliği" gibi terimlerin peşinden koşup duruyorduk.

GEÇİŞ SANCILARI SANDIK

Humeyni, "Bütün sorunlarımızın sebebi, cemiyetimizdeki ahlaksızlıklardır. Bunların kökünü kazımalıyız"
diyor; genç mollalar terör estiriyordu. Kitabevleri yağmalanıyor; gazete bayileri ateşe veriliyordu.

Şiraz'da "İslam Mahkemesi" eşcinsel ve fahişe olduğu gerekçesiyle dört kişiyi idam ediyordu. Benzer olay Tahran'da da gerçekleşiyor, üç fahişe ve üç eşcinsel kurşuna diziliyordu.

Sesleri ve görüntüleriyle erkekleri tahrik ettikleri için kadın spikerler televizyondan kovuluyor; uyuşturucu olarak görülen müzik yasaklanıyordu. Alkol içen, kırbaç cezasına çaptırılıyordu.

Şimdi düşünüyorum da, insan zamanla her türlü aşağılanmaya alışıyor galiba. Hiçbirini görmüyorduk; basmakalıp analizlerimizin doğru olduğuna o kadar inanıyorduk ki!..

Oysa toplum hızla dincileştiriliyordu. Alınan her kararda "Tamam bu sonuncusu" diyorduk. Ama arkası hep geliyordu.

Kızların evlenme yaşı 18'den 13'e düşürüldü. Parfüm, ruj, saç boyası, mücevher gibi kadın malzemelerinin yurda girişi yasaklandı. Kadın çamaşırı satan mağazaların vitrinlerine sutyen, kombinezon vs. koymasına bile izin yoktu.

Kamu dairelerinde kadın memurlara tesettüre girme emri çıkarıldı.

Aslında birçok aydın kadının üye olduğu kadın dernekleri vardı. Onlar kendi küçük çevrelerinde "hamilelik tatilinin uzatılması", "eşit işe eşit ücret" gibi talepleri tartışıyorlardı.

Biz aydınlar hep aynı düşüncedeydik: Demokrasi ve özgürlüğe geçiş sancılarıydı bu tür vakalar! Abartmaya gerek yoktu.

Hepimiz "ana çelişki" üzerinde duruyorduk; öncelikle dışa bağımlılık ve ekonomik krizden kurtulmalıydık.

REFERANDUM OYUNU

Üç ay önce Humeyni, Paris'te komünistler de dahil olmak üzere her görüşün rahatça örgütleneceği bir demokrasiden, özgürlükten bahsederken, şimdi tüm solcu, milliyetçi ve liberalleri İslam düşmanı ilan etmişti.

Bu sözler üzerine ilk protestomuzu yaptık. Mitingimize bir milyonu aşkın insan geldi.

Mollaların en iyi siyasi stratejileriydi; işlerine gelmediği zaman hemen gündemi değiştiriyorlardı.

Referandum meselesini gündeme getirdiler. Halka soracaklardı: "İslam Cumhuriyeti'ni istiyor musunuz, istemiyor musunuz?"

Kuşkusuz bu bir oyundu; halkın yüzde 65'inin okuryazar olmadığı bir ülkede kim ne anlardı cumhuriyetten?

Yapılan propaganda belliydi; dediler ki: "İslam'a evet mi, hayır mı diyorsunuz?"

Biz bu oyunu biliyorduk ama şöyle düşünüyorduk: "Önemli olan cumhuriyettir; serbest seçimlerdir; demokratik haklardır; özgürlüklerdir. İslam Cumhuriyeti bunu sağlayacaksa neden karşı çıkalım?"

Ancak bazı küçük kesimler bu oyuna gelmemek için referandumu boykot ettiler.

Sonuçta, "evet" diyen 20 milyon, "hayır" diyen ise sadece 140 bindi.

Mollalar bu referandum sonucunu çok iyi kullandılar. Güya tüm ülke yaptıklarını onaylıyordu. Artık televizyondan sonra basın da ellerine geçmişti. Sanki tüm muhaliflerin sayısı 140 bin kişi gibi gösterdiler. Halbuki 20 milyon içinde bizim oyumuz da vardı. Ama artık bizim sesimizin çıkmasına izin verilmiyordu.

HALKI ANLAYAMADIK

Mollalar güçlendikçe saldırganlaştılar.

Örneğin, tirajı bir milyon olan liberal "Ayendegan" Gazetesi'ni kapattırdılar. Sıra sonra "Keyhan" Gazetesi'ne geldi; muhalif yazarların işten çıkarılmasını sağladılar.

Tüm bu olanları protesto etmek için mitingler düzenlemeye başladık. Ama iş işten geçmişti artık; insanlar yılmıştı, korkuyordu.

Özgürlük, demokrasi ve bağımsızlık için ayaklanan halkın, bu kadar kısa sürede değişeceğini düşünememiştik.

Sanmıştık ki, mollaların gerici yasalarına/kurallarına halk karşı çıkacak. Halbuki tersi oldu; mollalar yasak, sansür getirdikçe arkalarından gidenlerin sayısı arttı.

Örtünmek moda oldu!

Tüm bunlara "gelip geçici bir fırtına" diye bakmak ne büyük yanılgıydı.

Komünistlerden, solculardan, demokratlardan, milliyetçilerden sonra liberal İslamcılar da zamanla mollaların hedefi oldu.

Şah döneminden daha çok insan cezaevlerine konuldu; idam edildi.

Milyonlarca insan canını kurtarmak için yurtdışına kaçtı.

Kaçanlardan biri de bendim.

Umarım bizim hatalarımızdan birileri ders çıkarır.

(Not: Bu metin, Bahman Nirumand'ın "İran" kitabından derlenmiştir.)
diye düşündük.

ÖNCE bir tespit yapalım:

Diyorlar ki, "Türkiye, İran'a benzemez!"

Yanılıyorlar.

Bu nedenle gelin önce kısa bir tarih yolculuğu yapalım:

19. yüzyılda İngiltere'nin Osmanlı Devleti gibi İran üzerinde de nüfuzu vardı.

İki ülke de tarım ülkesiydi.

20. yüzyıl başında, -İran 1906; Osmanlı 1908- askerlerin bastırmasıyla iki ülkede de meşrutiyet ilan edildi.

Her iki ülke 1920'lerde yeni liderleriyle yönetildi:

İran'da subay Rıza Han (Pehlevi), "ormancılar ayaklanmasını" bastırıp yönetimi devirerek kendini "Şah" ilan etti.

Türkiye'nin lideri ise iç ve dış düşmanları yenen Mustafa Kemal Atatürk'tü.

Her iki lider de ülkelerinin tarihlerinde görülmedik boyutlarda, modernleşme ve reform politikalarını uygulamaya koydu. Ülkelerini eğitim sisteminden hukuk sistemine kadar laikleştirmeye çalıştılar. Kılıf kıyafet devrimi yaptılar.

Bu reformlara her iki ülkede de karşı çıkan pek olmadı; sayıları az olmakla birlikte muhalif olanlar da çok ağır cezalara çaptırıldı.

İran 1940'ta, Türkiye 1946 yılında parlamenter demokrasiye geçti.

İran'da 1951'de, Türkiye'de 1960'ta "milliyetçi/ulusalcı solcu" askerler darbe yaptı.

İran'da başta petrol olmak üzere millileştirmeler yaşanırken, Türkiye de dışa açıldı, yabancı sermayeyi kabul etti.

CIA, İran'daki darbeci Musaddık'ı yıktı. Yerine tekrar Şah Rıza Pehlevi'yi getirdi. Şah bütün partileri kapattı, liderlerini hapsetti.

Türkiye, 1961'de demokrasiye döndü, seçimler yapıldı.

1960'lı yıllar, her iki ülkede de sol, milliyetçi ve İslamcı hareketin ivme kazandığı dönem oldu.

Aynı dönemde her iki ülkenin siyasi ve iktisadi olarak dışa bağımlılığı arttı. ABD "abi" rolündeydi. Düşman ise komünizmdi.

Her iki ülke de solcularını ezmek, yok etmek için her yola başvurdu. Devlet güçleri, sola karşı diğer güçlerle ittifak yaptı.

Sol muhalefetin ezildiği dönemde İslamcı hareketler güçlendi.

YEŞİL KUŞAK PROJESİ

Burada meseleye daha geniş açıdan bakıp, 1970'li yılların son dönemini bir hatırlayalım.

Sovyetler Birliği, Afganistan'a girmişti.

ABD'nin kontrolündeki Şah, İran'ı terk etmişti. Türkiye'de büyük bir sol dalga vardı.

Soğuk Savaş döneminde siz ABD'nin yerinde olsanız ne yaparsınız?

İran'da Sovyetler Birliği yanlısı solculara karşı mollaları desteklediler.

Türkiye'de 12 Eylül 1980 askeri darbesini yaptırıp, İslamcıları kuvvetlendirerek solu ezdirdiler.

ABD, Şah'tan umudunu kesince mollaları destekledi. İran'da mollaları yok etmek isteyen askerlerin elini kolunu bağladı.

Şah Rıza Pehlevi, ölmeden birkaç hafta önce, "Amerika ve İngiltere yerine muhalefeti yok etmek isteyen askerleri dinleseydim, ülkeyi terk etmek zorunda kalmazdım" diye açıklama yaptı.

ABD, Sovyetler Birliği'ni İslam ülkeleriyle kuşatıp içindeki İslamcı halkları ayaklandırarak yıkacağını hesaplıyordu.

Bu nedenle İranlı subaylara hep engel oldu.

Örneğin: Şah gittikten sonra, ülkenin başında kalan sosyal demokrat Başbakan Bahtiyar "İslam Cumhuriyeti'ne izin vermeyeceğim" diyordu.

Genelkurmay Başkanı Karabagi, Bahtiyar'ı destekliyordu.

Bahtiyar, ABD ve İngiltere'ye danıştı. Tabii ki destek alamadı.

Mollalar şanslıydı; dünya siyasal konjonktürü onların lehineydi.

Sonunda Humeyni, Tahran'a geldi. Yerleştiği "Refah Okulu"nda, liberal-İslamcı Mehdi Bazargan'ı Başbakan ilan ettiğini açıkladı. ABD ve Avrupa bu "ılımlı İslamcı" atamadan mutlu oldu.

Ancak mollalar güçlendikçe iktidara yerleşti.

Son hedefleri, halkın oylarıyla Cumhurbaşkanı olan liberal Müslüman Beni Sadr idi.

Askerler bu kez Beni Sadr'ın imdadına yetiştiler; darbe yapabileceklerini söylediler. Sadr darbe istemedi ve yurtdışına kaçmak zorunda kaldı.

Mollalar iktidara yerleşti. "Ilımlı İslam" istemiyorlardı!

DESTEK ESNAFTAN

İran tarihine bakıldığında, mollaların devlete karşı ayaklandığı görülmemişti. Sadece 1963'te Şah, mali kaynaklarını yok ettiği için ilk protesto eylemini gerçekleştirmişlerdi. Bu nedenle Humeyni, Türkiye'ye sürgüne gönderilmişti.

Durum aslında bizim Nakşibendiler'e benziyor, onlar da hep devletin yanında olmuşlardı. Neyse...

Türkiye'deki İslami hareketler ile İran'daki mollaları destekleyen güçler arasında benzerlikler var mıydı?

Yapısal farklılıklar olsa da taban aynıydı:

Mollaların ülke içinde en büyük destekçisi, iç ticaretin üçte ikisini, ihracatın üçte birini elinde tutan ve geleneksel değerlerin savunucusu Bazar esnafıydı.

Mollalar ayrıca liberal-burjuva çevrelerinden de destek gördü. Bunun sebebi, özerklik için harekete geçen Azeri, Kürt, Beluciler gibi etnik unsurların başlarının hemen ezilmesi talebiydi.

Ve tabii, din adamlarının siyasal örgütlenme gücünün en büyük dayanağı ise, cami komiteleriyle girdikleri yoksul mahallelerdi. Camiler cihat birliklerinin hücre evleriydi. Kısa bir süre öncesinin solcu varoş mahallelerinin yoksulları akın akın mollaların arkasından yürüyordu artık.

Şimdi tekrar başa dönüp soralım: Türkiye, İran'a benziyor mu?

Para - borsaile ilgili herşey

sitene html kodları

HTML KODLARI SEÇ BEĞEN

arama motoruna ücretsiz kayıt

URL Submitter - URL Kay�t
Google AllTheWeb BuildTurkey
InfoTiger Rediff ScrubTheWeb
EntireWeb ExactSeek Splatsearch
WhatUseek TrueSearch GigaBlast
-------------------------------------------------------------

ARAMA MOTORLARINA DİREK KAYIT

URL KAYDET. 1. http://search.yahoo.com/info/submit.html Yahoo! Search 2. http://search.msn.com/docs/submit.aspx?FORM=WSDD2 MSN 3. http://www.google.com/intl/en/addurl.html Google 4. http://www.about.com/gi/pages/homehc.htm#c4 About 5. http://www.dmoz.org/add.html Open Directory 6. http://www.accoona.com/submit.html Accoona 7. http://www.exactseek.com/add.html ExactSeek 8. http://www.scrubtheweb.com/addurl.html ScrubTheWeb 9. http://www.snap.com/about/site.php?last_link_type=about Snap 10. http://www.searchsight.com/submit.htm SearchSight 11. http://www.searchit.com/addurl.htm SearchIt 12. http://www.buzzle.com/suggest_basic2.asp Buzzle 13. http://www.entireweb.com/free_submission/ EntireWeb 14. http://www.whatuseek.com/addurl-secondary.shtml What U Seek 15. http://www.ezilon.com/ezilon_url_submission.htm Ezilon 16. http://www.gimpsy.com/gimpsy/searche...check_free.php Gimpsy 17. http://www.dirone.com/add_link_m.php dirOne 18. http://www.websquash.com/cgi-bin/sea...l?Mode=AnonAdd WebSquash 19. http://www.abilogic.com/how-to-suggest-a-site.php AbiLogic 20. http://addurl.amfibi.com/ Amfibi 21. http://www.01webdirectory.com/submit.htm 01WebDirectory 22. http://www.netinsert.com/en/insert.html NetInsert 23. http://www.mavicanet.com/ MavicaNET 24. http://www.searchhippo.com/addlink.php SearchHippo 25. http://www.worldsiteindex.com/ World Site Index 26. http://www.dailyorbit.com/add.htm DailyOrbit 27. http://www.nationaldirectory.com/addurl/ NationalDirectory 28. http://www.tygo.com/websites/FreeSubmitURL.aspx TYGO 29. http://www.mixcat.com/addurl.php MixCat 30. http://www.aeiwi.com/submit.html Aeiwi 31. http://www.illumirate.com/add_your_site_exp.cfm IllumiRate 32. http://www.infotiger.com/addurl.html Info Tiger 33. http://www.towersearch.com/addurl.php TowerSearch 34. http://www.splatsearch.com/submit.html SplatSearch 35. http://www.subjex.net/submit_url.html Subjex 36. http://www.qango.com/dir/addurl.html Qango 37. http://www.zeezo.com/Listings/New.aspx Zeezo 38. http://www.canlinks.net/addalink/ CanLinks 39. http://www.webbieworld.com/signup.asp WebbieWorld 40. http://www.searchking.com/add_new.htm SearchKing 41. http://www.amray.com/cgi/amray/addurl.cgi AMRAY 42. http://www.go4.it/listing.asp Go4.it 43. http://www.cipinet.com/addurl.html Cipinet 44. http://www.hedir.com/submit-help.html Hedir 45. http://www.walhello.com/addlinkgl.html Walhello 46. http://www.linketeria.com/submitsite.htm Linketeria 47. http://www.claymont.com/login/login.asp?img=y Claymont 48. http://www.jdgo.com/add.html JDGO 49. http://www.spheri.com/tc143as.php?sid=0 Sphericom 50. http://www.kaspie.com/web.html Kaspie