Bu Blogda Ara

30 Kasım 2010 Salı

TÜRBAN OLAYINA ATATÜRK NASIL BAKIYORDU?

TÜRBAN OLAYINA ATATÜRK NASIL BAKIYORDU?
Usta gazeteci Rahmi Turan, Atatürk’ün 21 Mart 1923 tarihinde, Konya Hilaliahmer (Kızılay) Kadınlar Şubesi’nde söylediklerini anımsatmış okurlarına: “Muhterem hanımlar! Memleketimizin bazı yerlerinde giyim tarzımız, kıyafetimiz, bizim olmaktan çıkmıştır. Kadınlarımızın giyim tarzı ve örtünmesinde şu iki şekil görünüyor: Ne olduğu bilinmeyen çok kapalı, çok karanlık bir dış görünüm gösteren kıyafet veyahut Avrupa’nın en serbest balolarında bile giyilmeyecek kadar açık bir giyim... Bunun her ikisi de yanlış!” (Hürriyet, 18 Ekim 2010)
Atatürk, 87 yıl öncesinden öngörmüş bugünleri… Sistem kadını tek bir noktada birleşen iki ayrı uca yöneltiyor: Ya türbana ve çarşafa, ya da göbeğini açmaya…
TÜRBANI ÇÖZME YARIŞI
2006 yılında hukuken kapanan türban konusu, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun halkoylaması mitingleri sırasında “türbanı biz çözeriz” sözleriyle yeniden önümüze geldi. Kılıçdaroğlu, ardından “cemaatlere saygılıyız” ve “laiklik tehlikede değil” diyerek izleyeceği politikanın köşelerini de belirledi. (Akşam, 21-22 Eylül 2010)
CHP’nin bu sürpriz çıkışı, AKP’nin geri planda tutmak zorunda kaldığı en önemli silahını yeniden cepheye sürmesine olanak yarattı.
TÜRBAN ÖNCE ÜNİVERSİTEYE
Fırsat bu fırsat diyen YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan, üniversite rektörlüklerine “kız öğrencilerin türbanlı olsa bile derslere girebilmesinin önünü açan” bir yazı yazdı. AKP hükümetinin yarattığı korku toplumunun sonucu olarak, yasal olmayan bu talebe, üniversiteler büyük oranda sessiz kaldı ve türban uygulaması başladı!
Rektörler, konuya itiraz etmeyeceğini açıklayan anamuhalefet liderinden daha ileri gitmeye nasıl cesaret edebilirdi ki zaten! CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “YÖK’ün bu yazısını durdurmak amacı ile herhangi bir şekilde hukuki yollar da dâhil bir girişimde bulunulmayacağını” söylüyordu. (Hürriyet, 6 Ekim 2010)
AKP’nin elini güçlendiren en önemli dayanak, CHP’nin kamuoyuna yansıyan yeni rapor taslağıydı. CHP’nin türbanı “bireysel hak ve özgürlükler” kapsamında ele alması, AKP’nin türbanı hem çarşafa çevirmesine hem de üniversitelerin ardından tüm kamuya sokmasına dayanak oluşturacaktı!
Üstelik raporun mimarlarından CHP’li Sencer Ayata, YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan’a akıl danışmıştı: “Sencer Bey, benim çok eski arkadaşımdır. Uzun yıllar beraber öğretim üyeliği yaptık. Bu, bir rapor değil, bilgi notu kabilindedir. Onun üzerinde çalıştığını söyledi. Henüz bitmiş bir şey değil. Ne yapılabileceğini konuştuk. Bize ‘başörtülü öğrenciler için ne yapılabilir’ diye sordular. Madem partiler bu konuda anlaşacak, bize bir güvence gerekir. Yeter ki problem çözülsün.” (Vatan, 12 Ekim 2010)
“TÜRBAN KAMUDA SERBEST OLSUN”
AKP, yandaş medyayı da harekete geçirerek, zaferi taçlandırmak için sondaj çalışmasına başladı hemen. El birliği ile “türban kamuda da serbest olsun” kampanyası başlatıldı!
CHP’ye rağmen tepki gösterenlere ise YÖK Başkanı Özcan güvence veriyordu: “Garanti ediyorum, başörtüsüz öğrenciler baskı görmeyecek”. (Vatan, 12 Ekim 2010)
Menderes ve Özal’dan sonraki Müslüman Cumhurbaşkanı” sıfatıyla seçilen Abdullah Gül, bu fırsattan yararlanarak sekiz yıllık uygulamayı iptal ettiğini ve 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı için tek tip resepsiyona geçtiklerini, konuklarını eşi Hayrünnisa hanımla birlikte karşılayacağını müjdeliyordu. (Hürriyet, 12 Ekim 2010). Gül’ün “türbanlı resepsiyon” kararını, Genelkurmay Başkanı Org. Işık Koşaner’e de bildirdiği belirtiliyordu.
Türban konusunda üniversitelerin ardından ilk kurumsal adımı Türkiye Gazeteciler Cemiyeti TGC attı. TGC, daha önce reddettiği tesettürlü bir gazetecinin üyeliğini bu sefer kabul ediyordu. (gazeteciler.com, 13 Ekim 2010)
LAİKLİK ÖNCE BOŞALTILACAK SONRA KALDIRILACAK
Ve sahneye TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu çıkıyor ve “Türkiye laiklik ilkesini yeniden yorumlamalı” diyordu. (Hürriyet, 13 Ekim 2010). CHP’nin rapor taslağını fırsat bilen Kuzu, “örneğin başörtüsü meselesi laiklikle değil bireysel özgürlüklerle ilgilidir” diyerek yeni anayasanın birey haklarına odaklanması gerektiğini vurguluyordu.
Bundan sonra, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının nasıl şekilleneceğinin işaretini ise Başbakan Erdoğan veriyordu. Kızılcahamam’da bir köfteciye uğrayan Başbakan, köftecinin çocuklarına “namaz kılıyor musunuz” diye soruyordu. “Evet” yanıtı alan Erdoğan, namaz kılan çocukları, oyuncakla ödüllendiriyordu! (Milliyet, 17 Ekim 2010)
TÜRBANIN HEDEFİ TBMM
Öte yandan “Türban kamuya da girsin” kampanyasının bir haftada büyük yol aldığını ve merkezi kurumların sessiz kaldığını gören Erdoğan artık meydan okuyordu: “Türbanlı her yere girebilir”. (Cumhuriyet, 17 Ekim 2010)
Erdoğan, AKP Kurucular Kurulu üyesi Fatma Ünsal’ın “Kadınlar, başörtüsüyle Meclis’e giremiyor. 8 yıl geçti” sözlerini de “her şeyin bir zamanı var” diye yanıtlıyordu. (Hürriyet, 18 Ekim 2010)
TÜRBAN ARAÇTIR
Türban, aslında kadınlarımızın bir sorunu değildir. Türban, bireysel bir özgürlük de değildir. Tam tersine kadınlarımızı esaret altına almanın aracıdır.
Türbanın Kuran’da yeri olmadığı, Kuran’ın örtülmesini emrettiği bölgenin kadının saçlarının olmadığı gerçeği, dindar yurttaşlarımızla dincileri birbirinden ayıran önemli bir ölçüttür. Çünkü dindar bilmektedir ki, Kuran kadından sadece “farj” bölgelerini “hımar” ile örtmesini emretmiştir.
İşte bu yüzden, kadınlarımızı türbana sokup, onları araç olarak kullananlar, yavaş yavaş dudaklarına sürdükleri rujlara, gözlerine çektikleri sürmelere itiraz etmeye başlamışlardır! Bu konuda rahatsızlık oluşmaya başladığını bazı türbanlı kadın yazarlar da dile getirmeye başlamıştır.
LAİKLİK, DİNİN DÜNYA İŞLERİNDEN AYRILMASIDIR
Yazımıza, Rahmi Turan’ın anımsattığı Atatürk’ün konuyla ilgili sözleriyle başlamıştık, yine Atatürk’le bitirelim.
Yeni CHP”nin türbanı “bireysel hak ve özgürlükler” kapsamında ele alması, aslında Atatürk sonrası CHP’sinin, laiklik ilkesinin anlamını değiştirmesiyle başlattığı sürecin bir sonucudur. Atatürk’ün devrimci CHP’si ile İnönü’nün tutuculaşan CHP’si arasındaki en önemli farklardan biri laiklik ilkesiydi.
Atatürk, laikliği “dün ve dünya işlerinin ayrılması” diye tanımlarken, yıllar sonra CHP bu tanımı “din ve devlet işlerinin ayrılması” şeklinde değiştiriyordu.
Dini dünya işlerinden değil de, sadece devlet işlerinden ayrı tutunca”, 1948 yılından başlayarak günümüze kadar uzanan, “imam hatip okulu açmak, kuran kursu açmak, cemaatlere hoşgörülü olmak, sonra da saygılı olmak, türbanı üniversiteye sokmak” gibi uygulamalar bireysel haklara giriyordu! Devlet TBMM’ydi, Çankaya’ydı… Üniversite değildi!
Bu anlayışın Türkiye Cumhuriyeti’ni getirdiği yer ortada. CHP, köklerine dönmeli ve Atatürk’ün altı ilkesine sıkı sıkıya sarılmalıdır. Çünkü Türkiye uçuruma yuvarlanmaktadır. 
Mehmet Ali Güller
Odatv.com

İÇİŞLERİ BAKANI ONU DA GÖREVDEN ALMIŞTI






24 Kasım 2010 tarihinde gazetelerde ve televizyonlarda şöyle bir haber gördük:
“Son YAŞ toplantısında terfi ettirilmeyen ve Askeri Yüksek İdari Mahkemesi'ne (AYİM) başvurarak yürütmeyi durdurma kararı aldıran Jandarma Tümgeneral Halil Helvacıoğlu, Tümgeneral Gürbüz Kaya ve Tuğamiral Abdullah Gavremoğlu Hükümet tarafından görevden alındı.
İçişleri Bakanı Beşir Atalay Cumhuriyet tarihi boyunca bir ilke imza atarak, yetkisini kullanıp, Balyoz'da ve fişleme olaylarında adı geçen Jandarma Tümgeneral Halil Helvacıoğlu'nu görevden aldı.
Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül ise Tümgeneral Gürbüz Kaya ve Tuğamiral Abdullah Gavremoğlu'nun görevlerinden alındığını açıkladı
.”

MENDERES DE KOMUTANLARI GÖREVDEN ALMIŞTI

29 Ekim 1923’te Cumhuriyetin ilan edilmesinden 88 yıl sonra “ikinci kez”, generaller hükümet tarafından (İçişleri Bakanınca) görevden alındı. Basında iddia edildiği gibi bu olay, Cumhuriyet tarihinde bir “ilk” değildi. llk olay, Adnan Menderes döneminde yaşanmıştı.
Demokrat Parti'nin iktidara gelmesinden sonra, darbe yapma hazırlığı içinde oldukları iddia edilen, 16 general ve 150 albayın orduyla ilişkileri kesilmişti. Dönemin Başbakanı Adnan Menderes, bir albay aracılığıyla kendisine ulaşan “darbe hazırlıkları” yönündeki bilgi sonrasında Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ı da ikna ederek 16 general ve 150 albayı emekliye sevk etmişti. Menderes tarafından emekliye sevk edilenler arasında Genelkurmay Başkanı Abdurrahman Nafiz Gürman ile Genelkurmay İkinci Başkanı, Deniz ve Hava Kuvvetleri komutanları ile üç ordu komutanı vardı.

91 YIL ÖNCE, O DA HÜKÜMET TARAFINDAN GÖREVDEN ALINMIŞTI

Yakın tarihimizde, hükümet tarafından generallerin görevden alınmasına yönelik son karar (Son olayı ve Menderes’in görevden almalarını saymazsak) günümüzden 92 yıl önce alınmıştı. Kaderin garip cilvesine bakın ki, 91 yıl önce (1919’da) dönemin Hükümeti ve İçişleri Bakanı tarafından görevden alınan o generaller arasında, 4 yıl sonra Cumhuriyeti kuracak olan Mustafa Kemal de vardı.
En başından alalım…

ORDUYU ETKİSİZLEŞTİRMEK İSTEYEN BİR HÜKÜMET

30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması’nın “ordular dağıtılacak”, “silahlara el konulacak” maddesi gereği harekete geçen İtilaf devletleri, İstanbul Hükümeti’ni ve Padişah Vahdettin’i de kontrol altına alarak, Osmanlı ordusunun başarılı generallerini “sudan bahanelerle” görevden aldırıp tutuklamaya başlamışlardır. Irak Cephesi Komutanlarından Ali İhsan Paşa ve Kafkas Cephesi Komutanlarından Yakup Şevki Paşa, İngilizlerce tutuklanarak Malta’ya sürgün edilmiştir. Sonraki dönemde de Osmanlı Genelkurmay’ında “İtilaf devletlerine güçlük çıkaracak” ne kadar “gözü pek” general varsa hepsi görevinden alınmış veya tutuklanmıştır. Fevzi Paşa, İsmet Paşa, Cemal Paşa, Cevat Paşa görevden alınan komutanlardan bazılarıdır.
Padişah Vahdettin, Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan hemen sonra, 5 Kasım 1918’de, “İngilizleri memnun etme politikası gereği” ordunun onda dokuzunun terhis edilerek erlerin memleketlerine gönderilmesine ilişkin kararnameyi, hiç itiraz etmeden, imzalamıştır.(1)
Padişah Vahdettin ve Damat Ferit Hükümeti, Osmanlı ordusundaki, Fevzi Paşa, Cevat Paşa, Cemal Paşa gibi “ulusalcı generalleri”, işbirlikçi Süleyman Şefik Paşa aracılığıyla tasfiye etmiştir. Damat Ferit, Kuvâ-yı Mıllîye'ye karşı istenilen şekilde hareket etmediğine kanaat getirdiği Harbiye Nazırı Nazım Paşa’yı görevinden alarak, 13 Ağustos 1919'da bu göreve, “Kuvâ-yı Millîye'nin hakkından ben gelirim.” diyen emekli Ferik Süleyman Şefik Paşayı getirmiştir. 14 Ağustos 1919 tarihinde Harbiye Nezareti makamına oturan Süleyman Şefik Paşa, Vahdettin’in Kuvayı Milliye’yi “ezmek” için kurduğu Kuvayı İnzibatiye (Halifelik Ordusu)’nin başına geçmekle kalmamış, Türk ordusunun kalbur üstü birçok kumandanını topyekûn görevden almıştır. Bununla da yetinmeyerek, kolordu kumandanlarının "Kolordu ahz-ı asker" başkanlıkları ile şifreli muhaberede bulunmalarını yasaklamıştır. Fakat kolordu kumandanları bu emri dinlemediği gibi, 28 Ağustos'ta azledilen 20. Kolordu Kumandanı Ali Fuat Paşa’nın yerine tayin edilen Mirliva Ahmet Hulusi Paşa’ya baskı yaparak bu görevi kabul etmesini engellemişlerdir.
Damat Ferit, İstanbul'daki İngiliz Yüksek Komiser Vekili Amiral Webb'e aralarında Ahmet İzzet, Mustafa Kemal, Kazım Karabekir ve Ali Fuat Paşaların da bulunduğu gizli bir liste vererek; "siyasî düşmanlarım" diye nitelediği bu kişilerin tutuklanarak Malta'ya sürgün edilmelerini istemiştir.
Yani bir başbakan, en güzide komutanları “siyasi düşmanları” olarak adlandırabilmiştir. Damat Ferit, bununla da yetinmeyerek, 24 Ağustos 1920 tarihinde çıkarmış olduğu “Tashih-i Rüteb-i Askeriyye Kararnamesi”ne dayanarak, 30 Ağustos 1920'de Müşir Ahmet İzzet, Ali Rıza ve Salih Paşaların rütbelerini ferikliğe indirmiştir. Ancak, daha sonra, Tevfik Paşa’nın son sadareti sırasında, 30 Ekim 1920 tarihli irade üzerine, 22 Kasım 1920'de bu üç güzide askerin rütbeleri yeniden iade edilmiştir.
Damat Ferit Hükümeti, orduyu o kadar yıpratmıştır, ki İngilizler ellerini kollarını sallayarak Türk generalleri etkisiz hale getirmişlerdir. İngiliz Karadeniz Orduları Komutanı General Milne, 17 Şubat 1919 tarihinde İngiliz Hükümeti’nde gönderdiği bir raporda “9. Ordu Komutanı Yakup Şevki’yi attırdım, yardımcısı Ali Rıfat Bey’i yakalattım. Batum Tümen Komutanı Mürsel Bey’i tutuklattım…” diye övünmüştür.
Vahdettin’in Şeyhülislamı Mustafa Sabri Efendi, ordunun tasfiye edildiği o günlerde, üstelik İzmir’in işgalinden 15 gün sonra, “ORDUNUN GÖREVİ ORUÇ TUTMAKTIR!” diye bir açıklama yapmıştır.(2)
Şeyhülislamın bu açıklamasından üç ay sonra Alemdar gazetesinde çıkan bir yazıda: “ORDUNUN BEŞ VAKİT NAMAZDA PADİŞAH’A DUADAN GAYRI BİRŞEY BİLMEMESİ LAZIMDIR” denilmiştir. (3)
İstanbul Müftüsü Dürrizade de, 11 Nisan 1920’de yayınladığı bir fetvada: “ULUSALCI PAŞALARIN ÖLDÜRÜLMELERİNİN DİNEN CAİZ OLDUĞUNU” ve “KUVAYI MİLLİYE’YE KARŞI MÜCADELE EDERKEN ÖLENLERİN ŞEHİT, KALANLARIN GAZİ OLACAĞINI” bildirmiştir.(4)

MİLLİ GÜÇLERİ TASFİYE EDEN BİR HÜKÜMET

İçişleri Bakanı Ali Kemal, 26 Haziran 1919’da yayınladığı bir genelgeyle, “Valilerin, komutanların verdikleri emirlere uymamasını, bu emirlere uyanların şiddetle cezalandırılacağını” bildirmiştir.
Damat Ferit’in isteğiyle 30 kadar “vatansever” mutasarrıf ve kaymakam azledilmiş ya da istifa etmiş sayılmıştır. Bunların yerine, 54 kadar “işbirlikçi” yeni mutasarrıf ve kaymakam tayin edilmiştir.
Damat Ferit, kendisine muhalif olan çevreleri sindirmek amacıyla teşkil ettirdiği Divân-ı Harplerle, eski İttihad ve Terakki kabinelerinde görev almış birçok devlet adamını mahkemeye sevk etmiştir.
Damat Ferit Hükümeti, ayrıca Anadolu’ya Tahkik Heyetleri göndermiştir. Heyetlerin amacı, “taşrada huzur ve asayişi bozabilecek bazı ahval ve hadisat ve muamelatın meydana gelmekte olması sebebiyle, soruşturmalarda bulunup rapor vermek ve acil işleri telgrafla bildirmekti”. Bunun anlamı açıktı: Genellikle merkeze itaatkar olan mülkiye teşkilatına karşılık, “askerî teşkilatta” merkeze karşı bir baş kaldırma durumu vardı ve bu gibi şahıslar hizaya getirilecekti! Fakat Amasya Genelgesi yayınlandıktan ve Erzurum Kongresi toplandıktan sonra, bu gibi kararları uygulamaya koymak hiç de kolay değildi. Nitekim kabine üyelerinden bazıları, örneğin Ahmet İzzet Paşa, bu heyetlerde görev almayı reddetmişlerdir.
Damat Ferit Hükümeti’nin çarpıcı icraatlarından biri de, Anadolu’ya İngiliz kontrol subaylarının atanmasını kabul etmesidir. Milli mücadele yıllarında nerdeyse bütün Anadolu şehirlerinden bir İngiliz Kontrol Subayı vardır.

MUSTAFA KEMAL PAŞA’YI YOK ETMEK İSTEYEN BİR HÜKÜMET

İstanbul Hükümeti ve Padişah Vahdetin, “İngilizlere yaranma politikası” gereği bu alçakça girişimlerde bulunurken, Anadolu’da “kelle koltukta” vatan ve hürriyet mücadelesi ve Mustafa Kemal Paşa çok büyük sıkıntılar çekmiştir.
İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthrope’un, 21 Nisan 1919 tarihinde Harbiye Nazırlığı’na verdiği, “Anadolu’daki karışıkların derhal önlenmesi, Türklerin elindeki silahların toplanması, direniş düşüncesinin etkisizleştirilmesi” biçiminde isteklerin yer aldığı nota üzerine 9. Ordu Müfettişi (sonra 3.Ordu) olarak Samsun’a gönderilen Mustafa Kemal Paşa, Anadolu’ya ayak basar basmaz, Havza ve Amasya Genelgelerini yayınlamış ve kendisine verilen görevinin tam tersine, açıkça “halkı direnişe çağırmıştır”.
Mustafa Kemal, Anadolu’ya çıkıp kafasındaki “kurtuluş planını” uygulamaya koyar koymaz, İngilizler, İstanbul Hükümeti Başbakanı Damat Ferit ve Padişah Vahdettin’den Mustafa Kemal’i derhal İstanbul’a geri çağırmalarını istemişlerdir. Bu doğrultuda hemen harekete geçen Damat Ferit ve Padişah Vahdettin, birkaç defa Mustafa Kemal’i İstanbul’a geri çağırmışlar, ancak Mustafa Kemal, bütün bu çağrılara olumsuz cevap vererek, “Sine-i millette bir ferdi mücahit gibi” mücadelesini sürdüreceğini bildirerek istifa etmiştir. (7/8 Temmuz 1919). Bunun üzerine Padişah Vahdettin, Mustafa Kemal Paşa’nın müfettişlik görevine son vermiştir. (8 Temmuz 1919).
Hükümet, 23 Haziran 1919 tarihli kararı ile, “çağrıldığı halde gelmediği” ve "halkı hükümete karşı tahrike teşebbüs ettiği" gerekçesiyle, Mustafa Kemal Paşa’yı azlederek yerine Bahriye Nazırı Hurşit Paşa’nın tayin edilmesine ve Mustafa Kemal Paşa’nın bundan sonra yapacağı “tebligat ve iş'arların resmî sıfatının kalmadığını” ilgili vilayetlere bildirilmesine karar vermiştir.
İçişleri Bakanı Ali Kemal Bey, Sivas’a gönderdiği 29 Haziran 1919 tarihli şifre telgrafla, Mustafa Kemal Paşa’nın "suret-i kat'iyyede" azledilmiş olduğunun (görevden alındığının) bilinmesini tebliğ etmiştir. 9 Temmuz 1919'da gönderdiği bir başka telgrafla da, “Samsun'a çıkarılan İngiliz işgal kuvvetleri için mümessiller nezdinde gerekli teşebbüsatın yapıldığını, bunun İngilizlerce bir işgal olarak kabul edilmemesi gerektiği cevabı alındığını” belirterek, “azledilmiş olan Mustafa Kemal Paşa’nın hareket ve tertiplerine iştirak ve muvafakat edilmemesini, Harbiye Nezareti’nce de kumandanlara bu yolda talimat verilmiş olduğunu” bildirmiştir. Aynı şekilde, 9 Temmuz 1919 tarihinde Diyarbekir vilayetine çekilen şifre telgrafla Mustafa Kemal Paşa’nın “azledilmiş” ve harekatının “merdud”, verdiği “emirlerin reddi” gerektiği vurgulanarak, “Erzurum Kongresi'nden maksadın ne olduğuna dair, acele bilgi verilmesi” istenmiştir.
Gelişmelerden son derece endişeye düşmüş olduğu anlaşılan Damat Ferit Hükümeti, "Müdafaa-i Millîye ve Redd-i İlhak Cemiyetleri”nin çalışmalarına asla yardımcı olunmayacağını ilan etmiştir. Mustafa Kemal Paşa kastedilerek, “bazı ordu müfettişlerine verilen yetkilerin, memleketin selamet ve asayişinin sağlanmasına ait tedbirleri almak olduğu” hatırlatılarak, direniş gösteren komutanlara karşı mülkî ve askerî kuvvetlerin birleşmesi gerektiği belirtilmiştir.
İç işleri Bakanlığı, 17 Temmuz'da Van ve 21 Temmuz'da da Bitlis, Hüdavendigar, Ankara ve Sivas vilayetleriyle Karasi Mutasarrıflığına gönderdiği şifre talimatlarla “lazım gelenlerin ikaz edilmesini ve etkili tedbirlerin alınmasını” istemiştir.
Damat Ferit Hükümeti, İçişleri Bakanı Adil imzasıyla 29 ve 30 Temmuz 1919 tarihiyle hemen tüm vilayet ve mutasarrıflıklara gönderdiği şifre telgrafla, Mustafa Kemal Paşa ile Rauf Bey’in yakalanarak derhal İstanbul'a gönderilmelerini istemiştir.
İstanbul Hükümeti ve Padişah Vahdettin’in bilgisi ve isteği dahilinde İstanbul Müftüsü Dürrizade Abdullah Efendi’nin yayınladığı bir fetva ile, Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarının (Karabekir hariç) idam edilmelerinin “dinen caiz” olduğu bildirilmiştir. Bu “hıyanet fetvaları” Anadolu’ya İngiliz uçaklarınca atılmıştır. (11 Nisan 1920).
İstanbul Hükümeti ve Padişah Vahdettin’in bilgisi dahilinde toplanan Divanı Harp (Kürt Mustafa Divanı) Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarını (Karabekir hariç) gıyaben idama mahkum etmiştir. (11 Mayıs 1920).
Ayrıca Mustafa Kemal Paşa’nın nişanları, madalyaları ve fahri yaverlik rütbesi elinden alınmıştır.

DEJAVU

30 Ekim 1918’de Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalanmasından sonra Anadolu’da yaşanlar “dejavu” misali bugünün Türkiye’sinde yaşananlara benzemektedir.
Şöyle ki:
O günkü Hükümet, Türkiye’deki “milli güçlerden” rahatsız olarak bu güçleri tasfiye ederken, örneğin Anadolu’daki yerel yöneticilerin “milli” olanlarını “gayri milli” olanlarla değiştirirken; bugünkü Hükümet de “ulusalcı güçlerden” rahatsız olarak, bu güçleri tasfiye etmekte ve bu doğrultuda kadrolaşmaktadır.
O günkü Hükümet, “ulusalcı güçleri” tasfiye etme sürecinde İngilizlerden destek ve yardım görürken; bugünkü Hükümet de “ulusalcı güçleri tasfiye ederken” ABD’den ve AB’den destek ve yardım görmektedir.
O günkü Hükümet, yargıyı kontrol altına alarak “göstermelik yargılamalarla” bütün “vatansever” güçleri asker-sivil “suçlu” diye damgalayarak Bekirağa zindanlarına ve Malta Adası’na tıkarken, bugünkü Hükümet de yargıyı ele geçirerek, “bütün ulusalcı güçleri” asker-sivil “suçlu” diye damgalayarak Silivri’ye tıkmaktadır.
O günkü Hükümet, İngiliz kışkırtması ve baskısıyla Anadolu’da bir Kürt ve Ermeni devleti kurulmasına onay verirken, bugünkü Hükümet de ABD kışkırtması ve baskısı altında, Anadolu’da bir Kürt devleti kurulması çalışmalarına seyirci kalmaktadır.
O günkü Hükümet, Anadolu’da İngiliz “kontrol subayları” bulundurmasına izin verirken, bugünkü Hükümet de Anadolu’da “ABD gözlemcileri” bulunmasına, Türkiye’ye füze kalkanı konulmasına izin vermektedir.
O gün, “işbirlikçi”, “milli harekete karşı”, Hükümetin kontrolünde bir Mütareke basını varken; bugün yine “işbirlikçi”, “ulusal yapıya karşı”, Hükümetin kontrolünde bir Yandaş basın vardır.

O günkü Hükümet, “milli güçleri” etkisiz kılmak için “dinden” yararlanırken, bugünkü Hükümet de “ulusal güçleri” tasfiye ederken “dinden” yararlanmaktadır.
Ve
O günkü Hükümet, İngiltere’nin baskısı ve isteğiyle “orduyu tasfiye” ederken; bugünkü Hükümet de ABD baskısı ve isteğiyle “orduyu tasfiye” etmektedir.
TARİH ÇARKI:
23 Haziran 1919: Damat Ferit Paşa Hükümeti’nin İçişleri Bakanı Ali Kemal, Mustafa Kemal Paşa'yı görevden almıştır!
23 Kasım 2010: Tayyip Erdoğan Hükümeti’nin İçişleri Bakanı Beşir Atalay, Tümgeneral Halil Helvacıoğlu’nu görevden almıştır!
1919 Mütareke basınına göre Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları “suçluydu” ve bu “azil” doğru bir karardı.
2010 Yandaş basınına göre Halil Helvacıoğlu Paşa ve arkadaşları“suçluydu” ve “görevden alınması” doğru bir karardır.
İnsan bu tabloya bakınca “tarih çarkının” dönmeye devam ettiğini ve tarihin gerçekten de tekerrürden (tekrardan) ibaret olduğunu düşünmeden kendini alamıyor doğrusu…
.
Sinan Meydan
Odatv.com

ERDOĞAN HAKKINDA İNANILMAZ İDDİALAR

ERDOĞAN HAKKINDA İNANILMAZ İDDİALAR
Der Spiegel Türkiye belgelerini nasıl verdi

Wikileaks belgelerini en önce ele geçiren Der Spiegel, şok Türkiye raporlarını birer birer açıklıyor. Ayrıntılarıyla sunuyoruz…
WİKİLEAKS’ın sızdırdığı ve dün akşamdan itibaren basında parça parça yer alan belgeler, Türkiye’de AKP hükümetini hayli zora sokacağa benziyor.
Belgeler, şimdiye kadar bir çok kişi tarafından dile getirilen iddiaların yazılı şekli olsa da, hiç bilinmeyen bir çok skandalın ABD’li diplomatlarca nasıl izlendiğini ve aslında bilindiğini de gösteriyor.
Dünyanın başka bir yerinde olsa, bu iddialar karşısında bir hükümet iki dakika yerinde kalmaz ama bizde kalacaktır. Bundan eminiz.
Çünkü, iktidardaki zihniyet ABD’lilerin tarif ettiği şekliyle şudur: "Yolsuzluk yapan bir hükümet ve ona göz yuman bir islamist…“
8 BİN BELGEYİ İNCELEDİLER
Wikileaks belgeleri, dün bir kaç basın organına önceden ulaştı. Bunlardan biri de Alman Der Spiegel Dergisi oldu.
Der Spiegel’in, Türk basınından önce Türkiye ile ilgili yaklaşık 8 bin ABD belgesini inceleme olanağı bulduğu kesin.
Bugün piyasaya çıkan Der Spiegel, Maximillian Popp imzası ile Türkiye hakkındaki belgelerle ilgili iki sayfalık bir haber yaptı. Bu haberden aktarmak istiyoruz.
Der Spiegel’in haberinin spotu, "NATO partneri olan Türkiye, ABD için özellikle korkutucu. Bir Büyükelçilik Sözcüsü Erdoğan’ı, rüşvetçi hükümete göz yuman islamist olarak tanımlıyor“ şeklinde...
İşte bundan sonraki bir kısım iddialar ise Türk basını tarafından hiç dikkate alınmadı.
İSLAMCI BASINDAN BİLGİ ALIYOR
Der Spiegel’in yer verdiği ABD belgelerinden devam edelim;
- Amerika, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a güvenmiyor. Muhalefet ise tam bir komedi..
- Erdoğan'ın dünyaya bakış açısı, hiç bir zaman gerçekçi olmamıştır. (Mayis 2005)

- Erdoğan, Tanrı’nın (Allah’ın) Türkiye’yi yönetmesi için kendisini seçtiğine inanıyor ve kendisini Anadolu'nun "Volkstribun"u  (Almanlar'ın Roma İmparatoru Sezar'ı tanımlamak için kullandıkları tabir) olarak görüyor.
- NATO’daki en büyük ikinci askeri güç olan Türkiye’nin başbakanı Erdoğan, çeşitli bilgileri genel olarak islamcı gazetelerden alıyor ve ve kendi bakanlıklarının yaptığı araştırmalara bile gereken ilgiyi göstermiyor.
- Bu nedenlerden dolayı, istihbarat ve ordu artık bazı bilgileri kendisine iletmekten vazgeçmiş durumda.
- Kimseye pek güveni olmayan biri ve etrafında sözünden çıkmayan dar çemberden oluşmuş bir danışman grubu bulunduruyor
- Her ne kadar atıp tutuyor ve gürlüyorsa da gücünü kaybetmekten korkuyor
- Erdoğan’ı iyi tanıyan biri Amerikalılar’a onu şöyle özetliyor: "Tayyip Allah'a inaniyor, ama Allah'a güvenmiyor…“
PETROL İŞİNDEN PAY ALIYOR…
- 2004'ten beri yapılan çeşitli açıklamalar göre, ülkede her alanda yolsuzluklar var ve hatta Erdoğan’ın ailesi içinde bile. Söylentiler arasında, hükümetin önemli danışmanlarından birinin bir gazeteciye aktardığı, „Erdoğan petrol işlerini özelleştirirken kendine de pay ayırıyor“ sözleri de var. ABD belgeleri arasında, Enerji Bakanlığı içinden sızdığı belirtilen belgelere göre, Erdoğan’ın İran’a baskı yaparak doğalgaz boru hattı projesine okul arkadaşının bir şirketini de ortak ettirdiği yönünde. Bu şirketin liman inşaatları yaptığı, enerji dalında bir tecrübesi olmadığı biliniyor.
Der Spiegel’in bazı belgelerle ilgili açıklamaları Türk basınında da yer aldı. Erdoğan’ın İsviçre’de 8 ayrı özel hesabının bulunması, çocuklarının eğitiminin bir işadamı tarafından üstlenilmesi ve servetini düğün takıları ile açıklamaya çalışması gibi…
TRABZONSPOR’A MİLYONLARCA DOLAR
Biz, görülmek istenmeyenlerle devam edelim. Yine Der Spiegel’den gidiyoruz:
- Erdoğan’ın tabana mesaj vermede haraket etmeyi çok iyi bildiği belirtiliyor. Bir büyükelçilik görevlisi, buna örnek olarak Bakan Faruk Nafiz Özak ile ilgili bir olayı anlatıyor. Bu belgeye göre Başbakan Erdoğan, 2004 yılı belediye seçimlerinde Trabzon Belediyesi'ni kaptırınca, Özak’ı hemen Trabzonspor'un başına getirdi. Erdoğan daha sonra "gizli devlet kasasın“dan bir kaç milyon doları, yeni oyuncu alımı için Özak’a aktardı. Bu yolda elde edilen başarıyla Özak, belediye seçimleri için avantaj sağlamaya çalıştı.
- Bir ABD belgesi, "Erdoğan, AKP'yi ‚Erdoğan-Partisi’ne’ çevirdi“ yorumunu getiriyor. Dönemin ABD Büyükelçisi Eric Edelmann 2004'te, hükümette gerçek bilgi sahibi olan çok az kişi olduğunu, bazı AKP'lilerin göreviyle büyüyüp geliştiklerini, diğerlerinin ise beceriksiz ve kendi çıkarları doğrultusunda hareket ettiklerini veya bağlı oldukları cemaatlerin amaçlarına hizmet ettiklerini tutanaklara geçirdi.
ÇUBUKÇU, NEDEN EŞİNDEN SÖZ ETMEZ
Der Spiegel’in haberinde, Erdoğan’ın seçtiği çalışanların kalitesizliği vurgulanırken, Bakan Nimet Çubukçu’nun Emine Hanım’ın yakını olduğu için bu görevde olduğu ve her ne hikmetse hep oğlundan bahsedip eşinden hiç bahsetmediği vurgulanıyor.
Bir bakanın, uyuşturucu işine bulaştığı iddiaları ve küçük kızlara düşkünlüğü vurgulanırken, Erdoğan’ın hükümet olmadan önceki, "Demokrasi, bizi ulaşmak istediğimiz noktaya götürecek bir trendir“ sözünün ABD belgelerine girdiği belirtiliyor.
Haberde, ABD belgelerinde yer alan Gül- Erdoğan çekişmesine vurgu yapıldıktan sonra, Gül için şu tanımlamanın bir belgede yer aldığı bildiriliyor: "Erdoğan’ın aksine Gül, İngilizce biliyor ve daha demokrat görünüyor. Ancak bu yanıltıcıdır. Gül, Erdoğan’dan daha ideolog biri ve daha batı karşıtıdır.“
ABD belgelerine göre Erdoğan, Gül’ün Çankaya’ya çıkmasını engellemek için uğraşmış ancak bunda başarılı olamamış. Haber, Türk medyasında yer alan Davutoğlu ile ilgili, "Ankara dışı siyasetle ilgili bilgisi çok az. Bu uyumsuzluk yaratıyor. İslami düşünceleri özellikle tehlikeli“ yorumlarıyla devam ediyor.
NEFRETİ (Hass) DİNSEL NEDENLERDEN
İsrail’in Ankara Büyükelçisi Gabby Levy’nin, Ekim 2009’da söylediği belirtilen "Başbakan Erdoğan bir fundamentalist. Dinsel nedenlerden dolayı bizden nefret ediyor“ sözlerinin yer aldığı belgenin de ABD yazışmalarında yer aldığı belirtiliyor.
Amerikalılar, Erdoğan’ın Türkiye’yi her geçen gün batıdan uzaklaştırdığını gözlemlerken, Erdoğan’ın kurduğu sistemin bir NATO ülkesi olan Türkiye’yi gerçekten stabil bir şekilde tutup tutamayacağının bilinmediği vurgulanıyor. Haber, Ankara Büyekelçisi James Jeffrey’in, bu yılın şubat ayında yazdığı bir raporla bitiriliyor:
"Burada her gün her şey değişiyor. Kimse, bütün bir coğrafyada dengenin ne yanda olacağını tahmin edemiyor. Dikkatinize sunarım...”
Dergi, tüm bu iddiaların Türk hükümetine sorulduğunu ve bir cevap alınamadığını da özellikle vurguluyor.
Biz de, tümünü Türk halkının bilgisine sunuyoruz.

Ali Gülen
Odatv.com

BAŞBAKAN BU FIKRAYA ÇOK GÜLECEK

Başbakan Erdoğan, açılışına gittiği pekçok üniversitede protesto edildi. Bu protestolarda polisin sert tavrı eleştirildi. Son olarak ise Erdoğan'ı protesto eden 18 İTÜ öğrencisi 15'er ay hapis cezasına çarptırıldı.
İşte günlerdir kamuoyunda konuşulan bu olaylardan sonra üniversite öğrencileri arasında bir fıkra kulaktan kulağa yayılıyor.
İşte o fıkra:
"Başbakan, Karadeniz gezisinde bir üniversiteyi ziyaret etmiş.
Sınıfın birinde öğrencilerle tanışmış.
O karizmatik duruşuyla beden dilini de kullanarak bir konuşma yapmış.
Etkili konuştuğunu düşünerek "Sorusu olan var mı?" demiş.
TEMEL; "Ben size 3 soru soracağım." demiş;
"1-Bu kadar yıpranmış olmanız gerekirken oylarınız nasıl oldu da arttı?
2-Özelleştirme adı altında bütün önemli kurumları yabancılara sattınız, bunlardan ne kadar para kazanıldı?
3-Bu paralar nerede?"
Tam bu sırada zil çalmış. Başbakan, "2.derste devam ederiz" deyip çıkmış.
Derse yeniden girince "nerede kalmıştık" diye sormuş.
Bu sefer DURSUN ayağa kalkmış; "Bizim sorularımızı cevaplayacaktınız" deyince,
Başbakan "iyi tekrar sorun bakalım" demiş.

DURSUN, "Size 5 sorum olacak" :
"1-İktidarda yıpranmış olmanıza rağmen oylarınızı nasıl artırdınız?
2-Bütün önemli kurumlarımızı sattınız? ne kadar para kazanıldı?
3-Bu paralar nerde?
4-Tenefüs zili neden yarım saat erken çaldı?
5-TEMEL nerede?"

Odatv.com

ATATÜRK DİNSİZ MİYDİ

Atatürk, çağını aşmış bir "savaş ustası", gelmiş geçmiş en büyük "örgütçü"lerden biri ve Asya'nın en büyük "devrimcisi"dir.
O tartışmasız bir "dahidir". Bu kadar "üstün yeteneklere" sahip bir insanı, bir "dahiyi" anlamak doğrusu çok da kolay değildir. Hele hele "okumanın" sadece "boş zaman" etkinliği olarak kabul edildiği, "felsefe" dersinin "önemsiz" görülerek okullardan kaldırıldığı, kitabi ve akıl süzgecinden geçirilmiş bilgininin yerine "kulaktan dolma" nakilciliğin egemen olduğu bir toplumda, Atatürk gibi çağını aşmış bir "dehayı" anlamak, özellikle de onun "felsefi derinliğini" çozmek çok zordur. Buna, bir de değişik kaygılarla bu dehanın "çarpıtılması" da eklenince, Atatürk'ün "insana," "evrene", "doğaya" ve "Tanrı"ya bakışını tam olarak ortaya koyabilmek neredeyse imkansızlaşmıştır.

SÜREKLİ GELİŞEN VE OLGUNLAŞAN BİR BEYİN
Atatürk üzerine yaklaşık olarak 15 yıldır kafa yoran ve Atatürk'ü doğumundan ölümüne kadar inceleyen biri olarak şunu söyleyebilirim ki: Atatürk sürekli gelişen ve olgunlaşan bir düşünce dünyasına sahiptir. Bir taraftan ömrünü adadığı toplumunu kurtarmaya çabalarken, diğer taraftan içinde yaşadığı "evreni" anlamaya çalışmıştır. Felsefeden, tarihe, dinden, kuramsal fiziğe kadar pek çok farklı alanda 5000 civarında kitap okumasının altında yatan bir "bilimsel zeka" ve "bilim insanlarına has bir "merak" ve "sorgulama dürtüsü" vardır. Atatürk'ün "göz kamaştıran başarılarının" anahtarını da burada aramak gerekir....

DAHİNİN FELSEFİ KODLARI VE BİLİMSEL KAFA YAPISI
Yarı bağımlı, az gelişmiş bir imparatorluğun "sürekli değişimi arzulayan bir bireyi" olarak yetişen Atatürk, aile kucağında ve çevrede aldığı geleneksel dinsel eğitimden sonra (Zübeyde Hanım etkisiyle), eğitim hayatında, özellikle İstanbul Harp Okulu ve Harp Akademisi yıllarında dünyayı etkilemeye başlayan Pozitivizm, Materyalizm, Darvinzim, Sosyalizm üzerine kafa yormaya başlamış ve nitekim 1905'de not defterlerinden birine "Evvela Sosyalist olmalı maddeyi anlamalı" diye bir not düşmüştür...Atatürk'ün sonraki yıllarda karşımıza çıkacak olan "Akıl ve bilim" vurgusunun kökleri bu dönemlere gider. J. Jack Rousseau'dan, Montesquieu'ya, Namık Kemal'den Abdullah Cevdet'e birçok yerli ve yabancı aydının görüşleriyle bu dönemde tanışmıştır.

DİNE KAFA YORAN BİR DEVRİMCİ
Atatürk bir taraftan pozitivizm ve materyalizm üzerine kafa yorarken diğer taraftan da "din üzerine" okumaya ve düşünmeye devam etmiştir. Okuduğu kitaplar arasında bütün tek tanrılı dinlerin kutsal kitaplarıyla birlikte özellikle İslam dini konusunda "yüzlerce kitap" vardır... Onun sıradan insanlardan farkı; atadan, deden gelen her bilgiyi çağının gelişmelerine paralel yeniden değerlendirmesi ve sorgulamasıdır... Dolayısıyla mensup olduğu İslam dini de dahil, din ve Tanrı kavramlarını bile yaşamı boyunca ciddi biçimde sorgulamıştır. Atatürk'ün, din ve inanç konusundaki görüşlerini anlamak için bu "sorgulamalara" da göz atmak gerekir.
Atatürk'ün, Lenin, Stalin, Napolyon, İskender gibi liderlerden ve devrimcilerden en temel farkı "din üzerine" ciddi bir biçimde, entelektüel düzeyde kafa yormuş olması ve dini yok etmek için değil, dinin anlaşılması için uğraşmasıdır.

ÇANAKKALE ETKİSİ
Atatürk, özellikle Çanakkale Savaşı yıllarında, savaş meydanlarında karşılaştığı manzaralardan dolayı olsa gerek, din ve Tanrı kavramı üzerinde düşünmekle kalmamış, inancın gücünü de bizzat gözlemlemiştir. Atatürk'ün Çanakkale savaşlarından yakın dostlarına yazdığı mektupların satır aralarındaki "Allah büyüktür", "Allah dilerse olur", "Allahın inayetine sağınarak çalışıyorum" gibi dinsel ifadeler ve Çanakkale anıları arasında bize aktardığı Bombasırtı Vakası, onun 1915 yılında Çanakkale'de din ve Tanrı kavramını "içselleştirdiğini" kanıtlamaktadır. O günlerde askerlerinin inancıyla gurur duyan Atatürk, herşeye rağmen o dönemde bile "akılcı düşünceyi" bir kenara bırakmamıştır. Sonraları,"Hangi şey ki akla mantığa uygundur, biliniz ki o şey dinidir" diyen Atatürk, "gerçek dinin" "akılla" bir probleminin olmadığına inanmaktadır. O "akıl dışılığı" aynı zamanda "din dışılık" olarak görmektedir. Atatürk'ün bu yaklaşımı Fransız düşünürü Voltaire'nin "Akılla inanma" kuramını akla getirmektedir.Bilindiği gibi "akıldışı" unsurlardan dolayı Hırisitiyanlığı eleştiren Voltaire, "aklının kendisini bir Tanrı'ya inanmaya zorladığını" belirtmiştir.

İSLAMİ MEŞRUİYET POLİTİKASI
Türk insanının "inancını" çok iyi bilen Atatürk, Kurtuluş Savaşı yıllarında bilerek ve inanarak bir "dinsel meşruiyet politikasına" başvurmuştur... Müslüman Anadolu insanını, Hıristiyan işgalciye karşı en iyi birleştirecek şeyin İslam dini olduğunu görerek, Kurtuluş Savaşı'nın başından sonuna kadar İslam dininden övgüyle söz etmiştir. Bu sırada Meclisi dualarla açtırmış, bazen camiye, bazen cem evine gitmiş, bütün yazışmalarında dinsel bir uslüp kullanmıştır. Atatürk, bunu yaparken aslında Kuran'daki "cihat" kavramından yararlanmıştır.... O günlere ait "Hafıza kuran okuttum", "Hafız Kuran okudu", "TANRI BİRDİR VE BÜYÜKTÜR" biçimindeki kendi el yazısıyla tuttuğu özel notlarından kendisinin de o dönemde samimi olarak Tanrı'ya yöneldiği anlaşılmaktadır....

DEVRİM STRATEJİSİ VE DİNSEL SÖYLEMİN TERKEDİLİŞİ
Atatürk, Kurtuluş Savaşı sonrasında, devrimler sürecinde "dinsel söylemlerden" zamanla neredeyse tamamen vageçmiştir. Büyük bir "taktisyen" olan Atatürk'ün 1923 sonrasında dinsel söylemlerini önce azaltmasının, sonra din eleştirileri yapmasının ve son olarak da dinsel söylemlerden tamamen vazgeçmesinin nedeni yine "stratejiktir": Şöyle ki: Nasıl ki Kurtuluş Savaşı yıllarında dinin, Müslüman toplumu bir araya getireceğine inanarak "dinsel söylem" kulandıysa, dinden "övgüyle" söz ettiyse, devrimler sürecinde de "akıl ve bilimi" esas alan "laik" bir devleti yerleştirme sürecinde dinsel söylemlerden o kadar uzak durmuş, hatta zaman zaman "din eleştirileri" yapmıştır...
Tanrısal kaynaklı monarşik Osmanlı'nın yerine kurduğu laik Türkiye cumhuriyetinin lideri olarak "dinsel söylem" kullanmaya devam etmesi kuşkusuz ki büyük bir tutarsızlık olurdu.

MEDENİ BİLGİLER KİTABI'NIN SIRRI
Atatürk, 1930 yılında Afet İnan'a Medeni Bilgiler adlı bir kitap "dikte ettirmiştir". Bu kitabın yazılış amacı, adı üstünde topluma "medeni bilgiler" vermektir. Tarihi, sosyal, toplumsal ve dinsel konularda yoğunlaşan Medeni Bilgiler kitabında Atatürk, "devrimci bir yaklaşımla" yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarını "evrensel bilgilerle" tanıştırmak istemiştir. Bu kitabın temel amacı, akıl ve bilime vurgu yaparak, çağdaş ve demokratik bir devletin yurttaşlarını bilinçlendirmektir. Radikal bir devrimci olan Atatürk, Osmanlı toplumunda "akıl ve bilimin" önünü kapatan şeyin "din", daha doğrusu "dinin çarpıtılmış yorumları", olduğunu bilmektedir.Bu durumda en çabuk biçimde akıl ve bilimin önünü açmak için, "kendisine dinsiz denilmesini bile göze alarak", genelde dinleri özelde de İslam dinini ağır biçimde eleştirmiştir. Dünya tarihinde hiçbir Müslüman liderin cesaret edemeyeciği bu "din eleştirileri", Atatürk'ün kendisini toplumuna feda ettiğinin en açık kanıtlarından biridir.

İSLAM ELEŞTİRİLERİNİN NEDENİ
Medeni Bilgiler kitabındaki ATATÜRKÜN İSLAM DİNİNE YÖNELİK ELEŞTİRİLERİNİ okurken, Atatürk'ün neyi ne zaman nerede ve neden söylediğini ve yazdığını bilerek okumak gerekir. Bunun için de ATATÜRK'Ü ANLAMIŞ OLMAK gerekir!.. Nasıl ki Atatürk'ün Kurtuluş Savaşı yıllarında "İslam ve din" konusundaki "övgü dolu" yaklaşımlarını onun "dindarlığına" kanıt olarak gösteremezsek (çünkü, bunlar o günün koşullarında müslüman halkı milli mücadele etrafında toplamak için söylenmiştir), Atatürk'ün 1930'da Medeni Bilgiler kitabında yazdığı "İslam ve din eleştirilerini" de onun "dinsizliğine" kanıt olarak gösteremeyiz. Çünkü Atatürk 1930'larda Türk devriminin temel taşı olan "akıl ve bilime "vurgu yaparak onları öne çıkarmak ve "irticanın önünü kesmek" istiyordu, bunu yaparken de "devrimci bir mantıkla" dini eleştiriyordu. Atatürk'ün benzer "din eleştirileri" Tarih II Orta Zamanlar adlı kitapta da vardır... Özetle Atatürk'ün, hem 1920'lerdeki din hakkındaki "övgü dolu söylemleri" hem de 1930'da din hakkında "eleştirel yazdıkları" Atatürk'ün din anlayışını gerçek anlamda ortaya koymaz. bunlar tamamen "stratejik" ve "devrimci" açıklamalardır.
Bu kadar basit bir gerçeğe rağmen, bugün yobazı, liboşu, hatta "sözüm ona Atatürkçüsü", Medeni Bilgiler Kitabı'ndaki "din eleştirilerine" dayanarak Atatürk'ün "dinsiz" olduğunu iddia etmektedir...

HALKI İÇİN KİŞİSEL İNANÇLARINDAN VE ZEVKLERİNDEN BİLE VAZGEÇEN BİR DEVRİMCİ
Adeta toplumu için yaşayan Atatürk, zaman zaman "kişisel inançlarını" ve "zevklerini" bile toplumsal ilerleme adına bir kenara bırakabilmiştir. Örneğin, Alaturka müziği çok seven Atatürk, kulakları Alafranga müziğe alıştırmak için bir dönem (6 ay) Alaturka müziği yasaklamıştır. Ama o yasak günlerinde sarayda gizli gizli Alaturka müzik dinlemiştir... Bunun gibi 1930'da yazılan 1931'de basılan Medeni Bilgiler kitabında "İslamı eleştiren" Atatürk, yine 1930'lu yıllarda geceleri gizlice sarayında manevi kızı Nebile'ye ezan, özel hafızı Hafız Yaşar Okur'a ise Kuran okutup "göz yaşları içinde" dinlemiş, dinde Türkçeleştirme çalışmalarını başlatmış, Hafızlara güzel Kuran okuma yarışmaları yaptırmış, Çanakkale'de Mehmet Çavuş Abidesi'nde ve annesinin mezarı başında mevlüt okutmuş, Hz. Muhammed'ten övgüyle söz etmiş, hatta Hz. Muhammed'in mezarını yıkmak isteyen Arapları tehdit etmiştir... Yani toplumsal amaçlar için kişisel inanaçlarını ve zevklerini gizli yaşayabilecek kadar kendini topluma adamış bir liderdir Atatürk....Atatürk'ün, akıl ve bilimin önünü açmak için vahiy kaynaklı "dine yönelik" bu "dokundurmaları", onun "dinsizliğinin" değil, onun "taktisyenliğinin" bir göstergesidir.

GERÇEK DİN ANLAYIŞININ ADRESİ
Atatürk'ün gerçek din anlayışını "özel notlarında", "hatıralarında", "not defterlerinde" ve "mektuplarında" bulabiliriz... Ben bütün bu kaynakları taradım ve gerçeği gördüm... (bkz. ATATÜRK İLE ALLAH ARASINDA...) Atatürk'ün kendine özgü bir din anlayışı vardır... O, Hurafelerden arındırılmış İslama inanıyordu... İslama girmiş Emevi adetlerini ve bazı uygulamaları eleştiriyordu....Yobaza, din bezirganına, dinciye, dinin siyasete alet edilmesine karşıydı... Akıl ve bilimin önünü tıkamayan saf ve samimi bir din anlayışına asla karşı değildi; buna DOĞAL DİN adını veriyordu. ELMALILI HAMDİ YAZIR TEFSİRİNİ cebinden para vererek hazırlatması, BUHARİ HADİSLERİNİ TÜRKÇEYE ÇEVİRTMESİ, 50 HUTBE KİTABINI HAZIRLATMASI VE 100.000 TAKIM DİN KİTABINI BASTIRIP TÜRKİYE'YE ÜCRETSİZ DAĞITMASININ anlamı, "Şuura muahlif, ilerlemeye engel hiçbir şey içermiyor" dediği İslam dininin anlaşılmasıydı.
Din hakkındaki gerçeklerin bir gün yine bilim tarafından aydınlatılacağına, bu aydınlanma sağlanıncaya kadar heryerde dini kullanan DİN OYUNU AKTÖRLERİNE rastlanacağına inanıyordu....

ÖZGÜN BİR DİNDAR
Ayrıca, tabi ki Atatürk sıradan bir Müslüman değildi, İslam da da eleştirdiği, sorguladığı noktalar vardı. ibadetlerini eksiksiz yerine getiren biri de değildi, ama tek Tanrı'ya, İslamın "öz itibariyle" ilerlemeye engel olmadığına inancı tamdı....Gizli dünyasında kendine özgü biçimde ibadet eder, hatta Kuran okur ve dinlerdi, dini anlamaya çalışırdı...Toplumsal anlamda hiçbir zaman dine karşı bir savaş başlatmadı, o yobazlığa düşmandı, "dindarla" değil "dinciyle" kavgalıydı...
Atatürk de bir Müslümandı, ama onun Müslümanlığı "dahilere" özgü sorgulayan, düşünen, anlamaya çalışan ve çok daha önemlisi "aklı ve bilimi" asla devre dışı bırakmayan bir Müslümanlıktı. O İslam'ın "İlim Çin'de bile olsa al" emrini "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir" biçiminde ifade etmişti.

SAKIN ATATÜRK'Ü KENDİ İDEOLOJİNİZE HAPSETMEYİN
Bir insan, hem akla ve bilime vurgu yapar, hem materyalizm ve pozitivizm üzerine düşünür hem de nasıl dinle ilgilenir ve inanır? diye düşünüyorsanız, işte bu durum, çağını aşan deha, Atatürk'ün farkıdır.... İşte bu nedenle Atatürk, hiçbir ideolojinin kalıpları içine hapsedilememektedir, bütün kalıpları parçalayarak kendi ideolojisini, KEMALİZMİ yaratmaktadır. Sakın Atatürk'ü kendi ideolojinizin dar kalıplarına hapsetmeye kalkmayın, yoksa üzülürsünüz. Çünkü Atatürk, birşekilde sizin ideolojinizi parçalayacaktır. Atatürk'ü sevin ama sakın onu kendi ideolojinizin ideologu olarak göstermeyin, çünkü o yalnızca bir tek ideolojinin ideologudur, o da kendisinin 1935 ve 37'de bizzat el yazısıya yazdığı gibi KAMALİZİM' (Kemalizm)dir.
Ha gerçek bir Kemalist'seniz başka....
Not:Size bir gün birileri, Atatürk'ün Medeni Bilgiler kitabındaki "din eleştirilerini" gösterip, "Bakın işte Atatürk dinsizdi!" derse ona bu yazımı okutun....

NUR İÇİNDE YATSIN!..

Sinan Meydan
Odatv.com

SABAH GAZETESİ HAYDARPAŞA’NIN FERMANINI BİR YIL ÖNCE YAZDI

SABAH GAZETESİ HAYDARPAŞA’NIN FERMANINI BİR YIL ÖNCE YAZDI
SABAH GAZETESİ HAYDARPAŞA’NIN FERMANINI BİR YIL ÖNCE YAZDITarih 22 Kasım 2009.
Sabah Gazetesi’nden Hamdi Ateş yazıyor.
Haberin başlığı şu: “Haydarpaşa’nın Fermanı Hazır!”
Ateş şunları yazıyor:
“İstanbul’u Manhattan yapacak Haydarpaşa projesi için geri sayım başladı. Marmaray’ın devreye girmesiyle atıl hale gelecek tarihi Haydarpaşa Garı’nın da bulunduğu 1 milyon 300 bin metrekarelik alanı dönüştürecek 5 milyar dolarlık proje 2010 yılında ihaleye çıkacak. Kurum ve kuruluşların görüşlerinin alındığı Haydarpaşa Gar ve Liman Dönüşüm Projesi’nde gerekli koruma kurulları izinleri alındı. Projeyle ilgili imar planları önümüzdeki günlerde İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nin gündemine gelecek. İmar planlarındaki değişikliklerin Belediye Meclisi’nde onaylanmasının ardından ihaleyle ilgili süreç başlayacak. Gelecek yıl ihalesinin tamamlanması planlanan proje Yap-İşlet-Devret (YİD) modeli ile gerçekleştirilecek.
İhale yöntemi için TCDD Genel Müdürlüğü 2 ayrı alternatif hazırladı. Birinci alternatif, bir konsept proje hazırlanması ve bunun üzerinde ihaleye çıkılması. İkinci alternatif ise taliplilerin kendi projeleriyle ihaleye katılması olacak. Her iki durumda da ihaleye girecekler, projeyi gerçekleştirdikten sonra 49 yıl işletme yapacaklar. Projenin tahmini bedeli 5 milyar dolar olarak belirlendi.”
Bu satırlardan bir yıl sonra, projenin gündeme gelmesinin yaklaştığı günlerde Haydarpaşa yakılıyor. İtfaiye, uzun süre yangına müdahale edemiyor. Dünyanın en güzel tren garlarından biri büyük zarar görüyor.
Kimse bu yangının tesadüf olduğunu söyleyebilir mi?
Odatv.com

İSRAİL’DEN TÜRKİYE’YLE İLGİLİ ŞOK İDDİA

İSRAİL’DEN TÜRKİYE’YLE İLGİLİ ŞOK İDDİA
İSRAİL’DEN TÜRKİYE’YLE İLGİLİ ŞOK İDDİAWikileaks'ten bu gece de Türkiye'yle ilgili bilgiler sızdı. 29 Ekim 2009 tarihinde Paris'teki Amerikan büyükelçiliğinden Washington’a giden ve "gizli" olarak sınıflandırılan belge İsrail ile Fransa arasında yapılan Türkiye, Barış Süreci ve İran meselelerini kapsayan Stratejik Diyalog toplantısını konu alıyor. Belge toplantıda notları alan diplomat Frederic Bereyziat'ın anlatımına dayanılarak hazırlanmış.

Belgenin Türkiye ile ilgili bölümünün çevirisi şöyle:

" Stratejik Dialog'a katılan Fransız katılımcılar İsrailliler ile Türkler arasında ciddi bir huzursuzluğu kaydettiler, diyor Bereyziat. İsraillilere göre Türkler, Başbakan Erdoğan'ın bilgisi dahilinde İran'ın nükleer programını destekleyen silahla ilgili materyalin Türkiye'den geçmesine izin verdiler.
Fransızlar ise İsraillilerden bu tür suçlamalardan önce kesin kanıtlar sunmalarını istediler. İsrailliler buna karşılık, kanıt topladıklarını ve eninde sonunda bu kanıtları kamuoyu ile paylaşacaklarını belirttiler. Bu sırada, İsrailliler, Türkiye'nin yeni eksen kaymasını açıkça ve güçlü bir şekilde kınamayacaklarını söylediler. Erdoğan'ın İsrail'in nükleer silahlarıyla ilgili açıklamaları ise İsraillileri çok rahatsız ediyor, böyle bir tutumun daha önce görülmediği belirtiliyor. Ancak İsrail, Türkiye'deki eksen kaymasından başta Fransa olmak üzere Avrupalıları suçladı. İsrailliler, eğer Avrupa Türkiye'ye karşı daha sıcak bir politika izleseydi, Türkler İsrail pahasına Araplar ve Müslüman dünyasıyla yakınlaşmaya gitmezdi. Fransızlar bu suçlamaya nazikçe katılmadıklarını belirttiler."
Odatv.com

‘Kül’tür başkenti../yılmaz özdil

‘Kül’tür başkenti../yılmaz özdil


Zihniyet, ampul.

Haydarpaşa, meşale.

*

Buna derim ben...

‘Kül’tür başkenti diye!

*

Bakın, taa 17 sene önce Atatürk Havalimanı’nın girişindeki kavşağın ortasına bir heykel dikilmişti. Adı, İstanbul... Heykeltıraş Ümit Öztürk’ün, üç boyutlu çağdaş sanat eseriydi. 15 metre yüksekliğinde, bronz kaplıydı, eski uygarlıklara gönderme yapan bronz plakalar paslanmaz çelik vidalarla monte edilmişti, uzun beton blok Asya’yı, kısa olanı Avrupa’yı sembolize ediyordu, havalimanının önünde sergileneceği için, uçak kanadını andırıyordu.

*

Geçen sene, kavşak çalışması yaptılar, langır lungur kepçelerle daldılar, “bu ne burda, kazık gibi” diyerek, İstanbul’u anlatan, İstanbul heykelini yıktılar, yerle bir ettiler. Heykeltıraş Ümit Öztürk, tesadüfen oradan geçerken gördü ki, heykelinin yerinde yeller esiyor... Dava açtı.

*

Tutuştular... Heykeltıraştan özür dileyip, yenisini isteyeceklerine, taşeron müteahhide koştular, “sen yıktın sen dik” dediler, müteahhit de yıktığı heykelin yenisini dikti; bronz yerine teneke kullandı, paslanmaz vida yerine kaynakla tutturdu, eski uygarlıklara gönderme yapmak için de griye boyattı. Heykel mi? Heykel... Oldu sana, mis gibi çağdaş sanat eseri!

*

Kültür başkenti buydu.

*

Haydarpaşa’yı yaktılar.

‘Kül’tür başkenti oldu.

*

Dolayısıyla, sıkmayın canınızı... Hani nasıl, ateşli bi ecnebi hatunu “Haydarpaşa’nın gelini” diye kakalamışlardı ahaliye de, ahalimiz pek beğenmiş, sorgusuz sualsiz bayıla bayıla seyretmişti... Yanan Haydarpaşa’yı da, adı üstünde, verirler “yan”daş müteahhide, güzel olur, seyrederiz. Hem eskisinden bile güzel olur... En baba paşa 4 yıldızlı, bu 5 yıldızlı olur.

WiKiLiKS NOTU: 
İnternetten “yalan”lar sızdırarak, interneti kanıt gösterdiler...
İnternetten “gerçek”ler yayınlandı, aman internete inanmayın diyorlar... “Furdi furdi furildi” deniyor buna!
Yarın...

Türbeler ve zaviyelerin yasaklanması-özdemir ince/hürriyet

Türbeler ve zaviyelerin yasaklanması


EFENDİM, siz şimdi tarikatların iktidar sahibi (muktedir), tekke ve zaviye gibi mekânların gözde olmalarına bakmayın, bu türden irtica ve fesat yuvaları 30 Kasım 1925 tarihinde bir yasa ile yasaklanmıştı.


Günümüz Anayasasının 174. maddesi tarafından korunan 8 Devrim Yasası’ndan biri olan 677 sayılı yasanın özgün başlığı şöyledir:

“Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine (kapatılmasına) ve Türbedarlık ile Birtakım Unvanların Men ve İlgasına (kaldırılmasına) Dair Kanun.”

Bu yasa 1950’den bu yana sağ iktidarlar tarafından kemirilse de, günümüz iktidarı tarafından yok sayılsa da halen yürürlüktedir. Bunu hatırlatmak isterim!

KORALTAN’IN TEKLİFİ

Konya Milletvekili Refik Bey (20 yıl sonra Karşı Devrimci Demokrat Parti’nin kurucuları arasında yer alacak olan Refik Koraltan) ve beş arkadaşı tarafından hazırlanan ve kabul edilen yasa önerisi şöyledir:“Türkiye Cumhuriyeti içinde gerek vakıf suretiyle gerek mülk olarak şeyhinin yetkisi altında ve gerek diğer şekillerde kurulmuş bulunan tekkeler ve zaviyeler toptan kapatılmıştır.”

“Genel olarak tarikatlerle şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, nakiplik, halifelik, falcılık, büyücülük, üfürükçülük ve gayıptan haber vermek ve murada kavuşturmak maksadıyla nüshacılık gibi unvan ve sıfatların kullanılmasıyla bu unvan ve sıfatlara ait hizmet vermek ve kisve giymek yasaktır. Türkiye Cumhuriyeti içinde sultanlara ait veya bir tarikata veyahut ticari çıkarlara dayananlarla tüm diğer türbeler kapatılmıştır ve türbedarlıklar kaldırılmıştır.”

İNSAN OLMAK İÇİN

Yasa maddesinde sayılan unvan ve kurumlar, günümüzün naylon demokratları tarafından kutsanan 1925 tarihli Şeyh Sait İsyanı’nda çok önemli bir rol oynamışlardı. Bu ilişki, söz konusu yasanın çıkartılmasında başlıca etken olmuştur.

Mustafa Kemal, 30 Ağustos 1925 tarihinde Kastamonu’da yaptığı konuşmada, tekke ve zaviyeler hakkında şunları söylemişti:

“Bugün bilimin, fennin, bütün her şeyiyle uygarlığın aleviyle yüz yüze gelişinde filan ve falan şeyhin yol göstericiliğinde maddi mutluluğu ve maneviye arayacak kadar ilkel insanların Türkiye uygar toplumunda varlığını asla kabul etmiyorum.”

“Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en gerçek tarikat, uygarlık tarikatıdır. Uygarlığın emrettiğini ve istediğini yapmak insan olmak için yeterlidir.” (Hakimiyeti Milliye gazetesi, 1 Eylül 1925)

DENİZ FENERİ’NİN ATALARI

Yasa’nın yasakladığı cemaatler, örgütler, kuruluşlar, (günümüzde) hakkında Almanya’da mahkumiyet kararı verilmiş olan Deniz Feneri gibi derneklerin atalarıdır. Bir araştırın, bakın kaç tane vakıf var, kaç vakıf hastanesi, üniversitesi, gizli bankası var.

30 Kasım 1925 tarih ve 677 sayılı yasa Cumhuriyetimizin temel direklerinden biriydi. Ne yazık ki “biridir” diyemiyorum, “biriydi” diye yazıyorum. Unutulmasın diye! 

özdemir ince/hürriyet

28 Kasım 2010 Pazar

PC'nize oturum açmanın iki alternatif yolu

PC'nize oturum açmanın iki alternatif yolu

PC'nize oturum açarken şifre yazmaktan sıkıldınız mı? Öyleyse bu iki yöntemi mutlaka gözden geçirin!
Parola yazmak hala çok yaygın, ancak yeni teknolojiler oturum açmayı daha kolay bir hale getiriyor

Yüz algılama: Luxand Blink

Parola yazarak oturum açmaya en iyi alternatif bir yüz tanıma yazılımı kullanmak. Bunun için monitörünüzün üzerinde bulunan bir web kamerasına ihtiyacınız var.

Eğer bilgisayarınızla beraber gelen bir yüz tanıma yazılımı yoksa, Luxand Blink'in ücretsiz sürümünü kullanabilirsiniz.

Luxand Blink, oldukça basit bir yazılım. Programı yükleyip başlattıktan sonra, yüzünüzü tanıması ve hatırlaması için neredeyse hiç uğraşmanız gerekmiyor. Yüz bilgileriniz depolandıktan sonra, oturum açmak için yüzünüzü web kameranıza yöneltmeniz yeterli oluyor.

Parola yazarak oturum açmak isterseniz, bu tabi ki mümkün.



Bizim gözümüzle İsviçre İsviçreli gözüyle Türkiye ,yılmaz özdil

Bizim gözümüzle İsviçre İsviçreli gözüyle Türkiye

Sene 1958.

Nâzım Hikmet, İsviçre’de.

Trende.


Geçiyor İsviçre camdan
akvaryumdan geçen balık gibi
çok renkli bir balık...
Bakıyorum vagonumdan
kederli, alaycı, öfkeli,
biraz da alık bakıyorum...
Hava ne soğuk, ne sıcak
burda böyle galiba gülüm
ne serin, ne ılık
ayarlı bir saat markası
ünlü bir kol saati...
İsviçre oyuncak memleket
dev dağlarla karışık...
Ve, işte göller gülüm
turist dergilerinin kapak gölleri;
kaymak kâğıt üstüne
pırıl pırıl, telleri, duvakları,
yalçın yamaçlarıyla
şaşırıyorsun
baskının güzelliğine...
İsviçre
bir yandan da gülüm,
benziyor yastık yüzüne...
Çivitli, dantelli,
yeni de geçirilmiş,
yani,
bir insanın başının ağırlığı
çukurlaştırıp
kırıştırmamış henüz...
Karşımda bir kız
polis romanı okuyor
güneş, pembe derisini soymuş
at kuyruğu saçları yapağıdan
gözlerinde tatlı tatlı gökyüzü
Vilhelm Tel
elmayı yanaklarına koymuş...
Bakıyorum İsviçre’ye
vagonumdan...
Niye böyle şeyler yazıyorum?
Belki kıskandığımdan...

Sene 2010.
Abdullah Gül, İsviçre’de.
Trende.

İstasyona varıyor. İsviçreli çocuklar karşılıyor Cumhurbaşkanımızı... Jest olsun diye, Türkiye’ye ait, Türkiye’yi anlatan çocuk şarkısını söylüyorlar, Türkçe.
Ekmek buldum, katık yok
Katık buldum, ekmek yok
Odun buldum, kibrit yok
Kibrit buldum, odun yok
Para buldum, cüzdan yok
Cüzdan buldum, para yok
At buldum, meydan yok
Meydan buldum, at yok
Kalem buldum, defter yok
Defter buldum, kalem yok
Kitap buldum, gözlük yok
Gözlük buldum, kitap yok

Nâzım, İsviçre’yi fena anlatmamış ama... İsviçreli çocuklar, Türkiye’yi daha iyi anlatmış gibi geldi bana.

‘Tarihte Tanrı fikrinin doğuşu’ özdemir ince

‘Tarihte Tanrı fikrinin doğuşu’


JEAN Bottéro’nun Kırmızı Yayınları tarafından yayınlanan “Tarihte Tanrı Fikrinin Doğuşu” (Naissance de Dieu, La Bible et l’historien; Editions Gallimard) adlı kitabı şu çarpıcı cümle ile başlar:

“3 Aralık 1872’de Kutsal Kitap, ‘bilinen en eski kitap’, ‘ötekilerden farklı bir kitap’, ‘bizzat Tanrı’nın yazdığı ya da dikte ettiği kitap’ olma gibi çok eski dönemlerden gelen niteliğini yitirmiştir.” (s. 23)
SEÇMELER KİTABI TEVRAT
O gün Londra’nın Society of Biblical Archelogy’sinin önünde ilk Asur bilimcilerden biri olan G. Smith olağanüstü bir keşif yaptığını açıklıyordu; bu Asur bilimciler çivi yazısını sökmek için elli yıl çaba ve gayret göstermişlerdi ve artık antik Mezopotamya toprağından çıkan tabletler hazinesinin dökümünü yapmaya başlamışlardı.
Smith orada Kutsal Kitap’ta geçen tufan öyküsüne çok yakın bir öykü ve bu konuyla ilgili ayrıntılar bulmuştu. “Gılgamış Destanı” idi söz konusu olan. Tevrat’ta anlatılan tufan öyküsü ile yaratılış sürecinin kaynağı Asur-Sümer mitolojisi ise şimdi ne olacaktı? O zaman Tevrat’ın yapısal varlığı da değişmeyecek miydi? Bu durumda Tevrat, İsrail anonim (sözlü) edebiyatından bir seçmeler kitabı olmuyor muydu? Doğrusunu söylemek gerekirse Tevrat bir seçmeler kitabı oluyor. Zaten öyle olduğu 1872’den sonra iyice kanıtlandı.
KAYNAK MEZOPOTAMYA’DAN
Tevrat (Eski Ahit) insan elinden çıkma ise, İncil (Yeni Ahit)’in de insan elinden ve ağzından çıkması gerekmiyor muydu? Bizim için buraya kadar iyi de, bundan sonrası zor: İncil ve Tevrat’ın, Kuran gibi vahiy yoluyla oluştuğuna (indiğine) inanan Müslümanların da dünyası yıkılmayacak mıydı? Kuran’ın Tevrat ve İncil’den yaptığı alıntılar ne olacaktı? Tevrat ve İncil insan imgeleminin ürünü ise Kuran da insan imgeleminin ürünü olmayacak mıydı?
Müslümanları bir yana bırakalım. Yahudiler ile Hıristiyanların büyük bir bölümü kutsal kitaplarının Mezopotamya mitolojisinden kaynaklandığını ve İsrail halkının tarihini anlattığını kabul ediyorlar ama dinlerine inanmaktan vazgeçmiyorlar. Bu, sağaltıcı, iyileştirici ilişkiyi çok iyi anlamak ve değerlendirmek gerekir. Yahudi ve Hıristiyan inancına sahip insanlar dünyanın 5770-5771 yaşında olduğuna inanç kültürü olarak inanıyorlar ama bilimsel olarak dünyanın gerçek yaşının milyarlarca yıla dayandığını da kabul ediyorlar.
İki bin yıl İsa’dan sonra, 3 bin 770 yıl İsa’dan önce! Bu sayı tarihe de uygun!
OKUYUN, AKLINIZ AÇILSIN
Jean Bottéro’nun kitabının Türkçeye çevrilip yayımlandığı 2010 yılı, tıpkı 3 Aralık 1872 gibi bir dönemin başlangıcı. Bu kitabı önce dindarlar okumalı: Kitabı içlerine sindire sindire okurlarsa, dinden çıkmak yerine daha iyi, daha bilinçli mümin olacaklarına inanıyorum. İnsan imgeleminin, insan dehasının ürünü olmak, insan imgeleminden, insan elinden çıkmak hiçbir din kitabını değersizleştirmez.
Jean Bottéro’nun kitabı, (okurlarsa), bütün yazarların ve yazıcıların, yazar ve yazıcı adaylarının gözünü ve aklını açacak bir kitap. Ancak o zaman, soldan sağa yazılan bir yazıyı sağdan başlayarak okuma alışkanlıklarından kurtulabilirler.

hoca meyhane fıkra

Hoca cuma namazında içki içenleri fena azarlıyordu;
-Paranızı sokağa atıyorsunuz!
Kazanan kim? Meyhaneci... En büyük dükkân kimin? Meyhanecinin... En güzel ev kimin? Meyhanecinin... Ya en güzel araba? Meyhanecinin. Bu paraları veren kim? Ha sizin gibi kafasızlar...
Aradan iki hafta geçer, bir adam koşarak hocanın yanına gelir ve ellerine sarılıp öperek;
-Allah razı olsun hocam, senin verdiğin içki vaazı sayesinde hayatım kurtuldu.”
Hoca memnun;
-Aferin, içkiyi bırakmanın mükafatını ahirette de göreceksin oğlum, der.
Adam düzeltir;
-İçkiyi bırakmadım hocam, meyhane açtım.

Beğenmedin kaldır

Beğenmedin kaldır



Yaşadığımız birinci sınıf demokrasi ve yüksek hukuk ortamında çözümlerimiz o ölçüde radikal ve çağdaş oluyor!


Anayasa Mahkemesi ve HSYK kararlarını beğenmiyor musunuz?


Üye sayısını ve kuruluş yasasını değiştirip iktidara bağlarsanız olur biter... Nitekim oldu bitti... O iş halloldu.


Sıra geldi Askeri Yüksek İdare Mahkemesi AYİM’e...


İktidarın istediği yönde karar almayan bu mahkemeyi ne yapacağız?


Burada da çözüm hazır:


“AYİM’yi kaldıralım...”


Gerekçe? Efendim zaten Avrupa ve Amerika demokrasisinde de AYİM yok...


Sanki o demokrasilerde olan diğer şeyler bizde var...


İyi de bu parlak fikir şimdi mi verilir?


İki - üç ay önce Anayasa’da kapsamlı değişiklikler yapılırken akıllar neredeydi? AYİM’i kaldırmak, komutanlar yasal haklarını kullanmaya kalktıklarında mı akla geldi?


Henüz kaldırılmadığına göre yapılması gereken AYİM kararlarına uymaktır.


AYİM, üç generalin son başvurusunu muhtemelen önümüzdeki cuma günü görüşecek. Hükümete yakın bir askeri hukukçu olan Ümit Kardaş şu tahmini yapıyor:


“İdare mahkemesine giden açığa alma işlemi büyük bir ihtimalle iptal edilecek. Ondan sonra ne yapacak hükümet? Yapacak bir şeyi kalmıyor. Kararı uygulayacak.”


Başbakan Erdoğan ise gazetecilere şöyle diyor:


- Sivil iradenin verdiği bu karar farklı yollarla aşılmaya çalışılırsa sivil iradenin de bu noktada atabileceği yasalar çerçevesinde veya yasama organıyla birçok adımlar vardır, bu adımı atar.


İlginç bir haftaya daha giriyoruz...

Kalkan füzesi...

Kalkan füzesi...
Füze kalkanı konusunda çok basit gerçekler gözden kaçıyor. Ya da kaçırılıyor.
Son yıllarda füze ve radarların
Polonya ve Çek Cumhuriyeti’ne yerleştirilmesi söz konusu olup Rusya protesto ettiğinde ABD Başkanı Obama ne demişti:
- Biz bu sistemi
İran’a karşı kullanacağız...
Demek ki radarlar Çek Cumhuriyeti’nden İran’ı görebiliyor.
CHP Milletvekili Onur Öymen de Kanal B’de işte bunu söylüyordu geçen akşam:
- Radarların menzili İran füzelerinin menzilinden çok daha fazladır. O yüzden
Romanya, Bulgaristan,Yunanistan dahil herhangi bir Avrupa ülkesine yerleştirilebilir. Türkiye’ye yerleştirilmesi tamamen İran ile Türkiye’nin ilişkilerini bozmaya yöneliktir.
Yalın, basit ama hayati bir yorum

Melih Aşık Açık Pencere

Saddam misali...Melih Aşık Açık Pencere

Saddam misali...

28 Kasım 2010



Irak lideri Saddam Hüseyin’in asılması üzerine en güzel yorumu bir Amerikalı gazeteci yapmış, şöyle demişti:

- ABD Saddam’ı kötü taraflarından dolayı değil iyi taraflarından dolayı astı...

ABD Saddam’ı halkına kötü davranıyor diye asmadı. ABD Saddam’ı Irak petrollerini sömürüye açmadığı için astı...

Ülkemizdeki iç gelişmelere bakarken de bu açıyı kaybetmemek gerekiyor...

Bugün kimi siyasetçilere, TSK’ya, Cumhuriyet kurumlarına, medyaya, yargıya yapılan hücumlara dikkatli gözle bakınız.Göreceksiniz ki saldırılar bu kurumların aksak yanlarına değil tam tersine iç ve dış sömürüye, talana, siyasi diktaya, gericiliğe karşı sağlam duran yanlarına yöneliktir. Kamuoyunun her zamankinden çok uyanık olması gerekiyor.

Melih Aşık Açık Pencere

26 Kasım 2010 Cuma

dügme amerikanın elinde

Türban çocuk forumunda


Türban çocuk forumunda



Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK) ile UNİCEF'in ortaklaşa düzenlediği 11. Ulusal Çocuk Forumu'na "türban" damgasını vurdu.
Sevil Arınancumhuriyet / Ankara Büro

Kızılcahamam'da gerçeleştirilen toplantıya diğer kamu kurum ve kuruluşlarında ve SHÇEK’te görev yapan bazı devlet memurları ve bir tane öğrenci “türban”la katıldı. Forumda sıkıntılarını dile getiren il temsilcileri ise forumu yöneten SHÇEK Genel Müdür Yardımcısı Özcan Kars tarafından “sorunlara saplanmakla” suçlandı.






11. Ulusal Çocuk Forumu, Kızılcahamam Patalya Otel’de, çocuk ve il temsilcilerinin katılımıyla dün ilk oturumu yapıldı. Türkiye’nin 81 ilinden bir kız ve bir erkek, Çocuk Hakları İl Çocuk Komitesi Temsilcisi ve bir yetişkin temsilci katıldı. Toplantıya davet edilen çocuklar ve il temsilcileri arasında birçok türbanlı devlet memurunun yer alması dikkat çekti. Toplantının öğleden sonraki oturumuna ayrıca türbanlı bir öğrenci de katıldı. Toplantıda il temsilcileri sorunlarını dile getirirken, temsilciler en fazla genel müdürlüğün isteklerine duyarsız kalmasından yakındı. Çalışmalarını bin bir zorlukla yaptıklarını dile getiren çalışanlar, forumu yöneten SHÇEK Genel Müdür Yardımcısı Özcan Kars’tan “Olumsuzluklara saplanmayın” yanıtını alında şaşkına döndü. Çalışanların büyük bölümü personelin yetersizliğinden de şikâyetçi oldu. Aynı anda birçok iş yaptıklarını, bu durumun verimlerini düşürdüğünü kaydeden temsilciler, taşradaki birçok ilde SHÇEK biriminin olmadığına da vurgu yaparak, talepte bulundular.






‘Uzman personel yetiştirilsin’



Forumda Sivas’ta çocuklara yönelik panel, şiir ve yarışma düzenlenmelerine karşın genel müdürlüğün kendilerini görmezden geldiğini kaydeden temsilci Hasan Coşkun, “Sivas’taki Sosyal Hizmet Vakfı sayesinde çalışmalarımızı yürütüyoruz çünkü birimimiz yok. Çocuk Hakları Strateji Planını bile hazırladık ama yine destek yok” dedi. Kayseri’den katılan Yusuf Genç ise maddi sıkıntıyla başbaşa olduklarını, çocuk haklarıyla ilgili SHÇEK’in uzman personel yetiştirmesi gerektiğini belirtti. Program kapsamında bugün ise TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin ve Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf, Meclis’te konuşma yapacak.



26 Kasım 2010

AKP'nin hukukla oyunu..


AKP'nin hukukla oyunu



Balyoz sanığı generalleri mahkeme kararına rağmen görevden alan AKP hükümeti, kendi bürokratlarının yargılanmasını engellemek için her yolu deniyor.


Fırat Kozok

Cumhuriyet/ Ankara Büro- Balyoz sanıkları arasında yer alan 3 generali Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kararını yok sayarak görevden alan AKP, konu kendi bürokratı olunca, hukukla oynuyor. “Çağın yolsuzluğu” olarak nitelenen Deniz Feneri davasında kuryelikle suçlanan, bir RTÜK çalışanının açtığı dava sonucunda hapis cezasına çarptırılan eski RTÜK Başkanı Zahid Akman tüm yargı süreçlerine karşın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından ısrarla korundu. Akman’ı cezaevi tehdidinden kurtarmak için yasa teklifi bile hazırlandı. Erdoğan, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın Hrant Dink cinayetinde MİT’in ihmali olup olmadığını soruşturmak için istediği izne de onay vermedi.


Deniz Feneri davasıyla ilgili en alevli tartışmalarda bile, olaya adı karışan dönemin RTÜK Başkanı Zahid Akman’ı koruyan Erdoğan, Akman’ın RTÜK Başkanlığı’ndaki tartışma yaratan adımlarını da görmezden geldi. RTÜK Daire Başkanı ve Uzman Denetçisi Dr. Cengiz Özdiker Danıştay ve idare mahkemelerinin verdiği göreve iade kararlarını uygulamadıkları için dönemin RTÜK Başkanı Zahid Akman ve bazı üyeler hakkında suç duyurusunda bulunması üzerine başlayan süreçte Erdoğan, ısrarla Akman hakkında soruşturma izni vermemişti. Özdiker’in ilk suç duyurusu üzerine başlayan yargılama sürecinde RTÜK üyelerinin yargılanması Başbakan’ın iznine bağlanmış, bu düzenleme “kişiye özel yasa çıkartılıyor” diye eleştirilmişti. Yapılan değişikliğin ardından Başbakan, üyeler hakkında açılacak soruşturmayı engellemişti. Özdiker’in yaptığı bir diğer suç duyurusu, yine Başbakan’a takılmıştı. Ardından gelişen süreçte Danıştay, soruşturma izni verilmemesine ilişkin kararın yürütmesini durdurmuştu. Böylece üyeler hakkında yargı süreci başlamıştı.



Dink cinayeti

Erdoğan, Türkiye’nin yakın tarihine damgasını vuran bir diğer olay olan Hrant Dink cinayetinde de MİT’e kalkan olmuştu. Erdoğan, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın Dink cinayetinde MİT’in ihmali olup olmadığını soruşturmak için istediği izin talebine olumsuz yanıt vermişti.



26 Kasım 2010

25 Kasım 2010 Perşembe

Günün şarkısı...yılmaz özdil

Günün şarkısı...


Hava mis...

Ayağında spor ayakkabı.

Altında kot.
Üstünde tişört.
*
Bileklerinde kelepçe!
*
Polisle kapışmıştı üniversite öğrencisi... Gözaltına alınmıştı, Emniyet’e polis arabasının arka koltuğunda getirildi, kolunda iki polis, kapıya kadar yanaşabilirlerdi, yapmadılar, 200 metre uzakta indirildi, ibreti âlem, doğup büyüdüğü şehrin meydanında kelepçelerle yürütüldü, görün bakın ahali, terbiyesiz gençlik nereye gidiyor... Apar topar suçüstü mahkemesine çıkarıldı, şimdiki gibi değildi o zamanlar, avukatsız çıkarıldı. Langırt diye hâkimin
önünde buldu kendini.
*
Çok yalnız hissetmiştim kendimi... Dımdızlak.
*
Sert görünüşlü adamdı hâkim, bana öyle gelmişti en azından, elinin tersiyle kapatın kapıyı gibi bi işaret yaptı, sanırım ayvayı yemiştim, baktı evraklara, kızımla aynı üniversitedensin dedi, öyleymiş meğer, tutuksuz yargılanmak üzere bıraktı... 2 sene filan yargılandım, neticede 1 sene 3 ay hapis cezası aldım, 5 sene içinde tekrar suç işlersem, 2 katını yatacaktım.
*
Geçti 5 sene...
Üstüne 15 sene
daha geçti.
Türkiye, aynı Türkiye.
*
Burak, İTÜ Makine.
Meltem, İTÜ Mimarlık.
Ali, İstanbul Hukuk.
Neval, İTÜ Kimya Mühendisliği.
Dilan, İstanbul Hukuk.
Tarık, İTÜ Elektrik Elektronik Mühendisliği.
Canan, İTÜ Bilgisayar.
Hande, İTÜ Gemi İnşaat.
*
Zurna değil yani...
*
Ufuk, Boğaziçi Sosyoloji.
Ersin, İTÜ İnşaat’ı bitirdi.
İTÜ’de yüksek lisans yapıyor şu anda.
Ali, Fransızca öğretmenliği okuyor.
Uğur, Coğrafya.
Mustafa, Veterinerlik.
Hüseyin, Orman Mühendisliği’nde.
Uğur, Edebiyat.
Eren, İstanbul Hukuk.
Ali, İTÜ İnşaat’ı bitirdi.
Yıldız Teknik’te yüksek lisans yapıyor.
*
Sanki sevmek zorundaymışız gibi, AKP’yi sevmediği için 1 sene 3 ay hapis cezası verilen evlatlarımız bunlar... 5 sene takip edilecekler, bu 5 sene içinde sevmemekte ısrar ederlerse, 2 katını yatacaklar.
*
(Yukarıda 17 öğrenci var. Bütün gazeteler ve televizyonlar “18 öğrenci” diyor... Halbuki lütfedip sorsalardı, 18’incinin, yani İstanbul Üniversitesi Astronomi’de okuyan Murat’ın, ailesinin ekonomik durumu
nedeniyle üniversiteyi bırakmak zorunda kaldığını öğrenirlerdi.)
*
(Hepsi çalışıyor. Gündüz okuyorlar, akşam part-time çalışıyorlar. Biri mağazada sayım yapıyor, biri elektrikçilik yapıyor, biri hastanede getir götür... Kimi harçlık çıkarıyor, kimi ailesine para gönderiyor. İşin bu boyutunu yazmamı istemediler aslında, hatta tembihlediler, sanki kendilerini acındırıyormuş gibi bir hava yaratılmasını istemediler. Türkiye’nin en zor fakültelerini kazanan, dar gelirli, alnı açık, başı dik, onurlu çocuklarımız onlar.)
*
Bugün... Gözaltına alındıkları İTÜ Maslak Kampusu’nda buluşacaklar gene, saat 12’de... “Bu sefer ne diyeceksiniz?” diye sordum... “Nargilemin marpucu gümüştendir gümüşten, beş değil on beş yıl olsa, ben vazgeçmem bu işten” diyeceklermiş!
*
Eşlik etmek için güzel bi şarkı...

Kendilerini yalnız hissetmesinler

24 Kasım 2010 Çarşamba

Füze yağacak! Melih Aşık Açık Pencere

Füze yağacak!

Özeti... Artık gözetleme kulesi görevi yapacağız. Topraklarımıza radarlar yerleştirilecek... Bu radarlar 24 saat kediyi pardon İran’ı kollayacak, hareketlerini izleyecek, Tahran füzelerini ateşlediğinde onları havada imha için NATO füzelerini harekete geçirecek...
İran düne kadar Türkiye’nin sıkı dostuydu...
Yarınki düşmanımız oldu.
Doğal olarak onlar da yarın Batı ile kapıştığında ilk olarak bizim topraklardaki füze
ABD’nin çıkarlarını öncelikle koruyan bir bağımlı ülkenin hüzünlü manzarasını izliyoruz aynadaki resmimizde.
İran’a karşı İsrail’i korumaya alıyoruz.
Çok bilir gazeteci arkadaşlar ekranlarda konuşuyor:
- Türkiye, NATO’nun talebine hayır diyemezdi...
Yok canım? Polonya ve Çek Cumhuriyeti gibi biz de mazeret öne sürebilir:
- İran füzelerinin menzili içinde kalan tek ülkeyiz o yüzden bu radarları bir başka ülkenin topraklarına kurun, diyebilirdik...
Ama nerede o irade.. Hele de karşınızdaki “bizi kullanın” diye haber gönderdiğiniz Washington ise...
Bu arada Kemal Kılıçdaroğlu da dün nihayet “füzel kalkanı”na tepki gösterdi! Ama işten geçtikten, imzalar atıldıktan sonra... 
Şimdi gündemde 12 mil konusu var. Hükümet Yunanistan’la konuyu görüştüğünü açıkladı. Ege’deki stratejik çıkarlarımızın Türk halkından habersiz aniden masaya yatırılmasını muhalefet garipsemiyor mu? Sebebini sormayacak mı?
Ege’nin de teslimini mi bekleyecekler?
radarlarını vuracak.
 mateser

Para - borsaile ilgili herşey

sitene html kodları

HTML KODLARI SEÇ BEĞEN

arama motoruna ücretsiz kayıt

URL Submitter - URL Kay�t
Google AllTheWeb BuildTurkey
InfoTiger Rediff ScrubTheWeb
EntireWeb ExactSeek Splatsearch
WhatUseek TrueSearch GigaBlast
-------------------------------------------------------------

ARAMA MOTORLARINA DİREK KAYIT

URL KAYDET. 1. http://search.yahoo.com/info/submit.html Yahoo! Search 2. http://search.msn.com/docs/submit.aspx?FORM=WSDD2 MSN 3. http://www.google.com/intl/en/addurl.html Google 4. http://www.about.com/gi/pages/homehc.htm#c4 About 5. http://www.dmoz.org/add.html Open Directory 6. http://www.accoona.com/submit.html Accoona 7. http://www.exactseek.com/add.html ExactSeek 8. http://www.scrubtheweb.com/addurl.html ScrubTheWeb 9. http://www.snap.com/about/site.php?last_link_type=about Snap 10. http://www.searchsight.com/submit.htm SearchSight 11. http://www.searchit.com/addurl.htm SearchIt 12. http://www.buzzle.com/suggest_basic2.asp Buzzle 13. http://www.entireweb.com/free_submission/ EntireWeb 14. http://www.whatuseek.com/addurl-secondary.shtml What U Seek 15. http://www.ezilon.com/ezilon_url_submission.htm Ezilon 16. http://www.gimpsy.com/gimpsy/searche...check_free.php Gimpsy 17. http://www.dirone.com/add_link_m.php dirOne 18. http://www.websquash.com/cgi-bin/sea...l?Mode=AnonAdd WebSquash 19. http://www.abilogic.com/how-to-suggest-a-site.php AbiLogic 20. http://addurl.amfibi.com/ Amfibi 21. http://www.01webdirectory.com/submit.htm 01WebDirectory 22. http://www.netinsert.com/en/insert.html NetInsert 23. http://www.mavicanet.com/ MavicaNET 24. http://www.searchhippo.com/addlink.php SearchHippo 25. http://www.worldsiteindex.com/ World Site Index 26. http://www.dailyorbit.com/add.htm DailyOrbit 27. http://www.nationaldirectory.com/addurl/ NationalDirectory 28. http://www.tygo.com/websites/FreeSubmitURL.aspx TYGO 29. http://www.mixcat.com/addurl.php MixCat 30. http://www.aeiwi.com/submit.html Aeiwi 31. http://www.illumirate.com/add_your_site_exp.cfm IllumiRate 32. http://www.infotiger.com/addurl.html Info Tiger 33. http://www.towersearch.com/addurl.php TowerSearch 34. http://www.splatsearch.com/submit.html SplatSearch 35. http://www.subjex.net/submit_url.html Subjex 36. http://www.qango.com/dir/addurl.html Qango 37. http://www.zeezo.com/Listings/New.aspx Zeezo 38. http://www.canlinks.net/addalink/ CanLinks 39. http://www.webbieworld.com/signup.asp WebbieWorld 40. http://www.searchking.com/add_new.htm SearchKing 41. http://www.amray.com/cgi/amray/addurl.cgi AMRAY 42. http://www.go4.it/listing.asp Go4.it 43. http://www.cipinet.com/addurl.html Cipinet 44. http://www.hedir.com/submit-help.html Hedir 45. http://www.walhello.com/addlinkgl.html Walhello 46. http://www.linketeria.com/submitsite.htm Linketeria 47. http://www.claymont.com/login/login.asp?img=y Claymont 48. http://www.jdgo.com/add.html JDGO 49. http://www.spheri.com/tc143as.php?sid=0 Sphericom 50. http://www.kaspie.com/web.html Kaspie