Bu Blogda Ara

31 Ağustos 2010 Salı

penguen leman son sayı kapak


-------





İşte Rtük'ün yasakladığı klip

İşte Rtük'ün yasakladığı klip
RÜTK´ün yasakladığı klip Avrupa´da 1 numara ancak

Suçlu ceset çıktı... Yakalanması için aranıyor!

Suçlu ceset çıktı... Yakalanması için aranıyor!


Kırmızı et yiyenler delirerek öldü.


“Danadan...”

Beyaz ete dönenler gripten öldü.

“Kuştan, tavuktan...”

İyi de, vejetaryenler niye öldü?

“Keneden...”

*

Yetkililerimizin hiç suçu yok!

*

Bebeler kuvözde can verdi.

“Klimadan” dediler.

Üniversiteliler uykuda rahmetli.

“Kombiden” dediler.

*

Uçağı göz göre göre düşürdüler.

“Radardan...”

Dandik trenle sürat, dokuz cenaze.

“Contadan...”

*

(Suçlu conta kayıplara karıştı. Raylar tutuklandı. Şüpheli davranışları görülen cıvata ve somun gözaltına alındı. İngiliz anahtarı, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Lokomotif ameliyat edildi. Vagonlar ayakta tedavi gördü. Neticede, yetkililerin alayı yırttı!)
*

Fabrika havaya uçtu.

“Kazandan...”

Doğalgaz borusunu patlattılar.

“Kepçeden...”

Kuran kursu çöktü.

“Tüpten...”

Çocuklar lağıma düşüp öldü.

“Rögardan.”

Duble yollar kan gölü.

“Mucurdan...”

*

(Sakarya’da bi otomobil, hatalı sollama yaptı, yol kenarındaki ineğe çarptı, direksiyonu kıvırdı, sollamaya çalıştığı otomobile patlattı, arkadan gelen kamyonet de şarampole yuvarlandı, bir kişi öldü, üç kişi yaralandı, inek telef oldu. Dava üstüne dava açıldı, bilirkişi üstüne bilirkişi... İşin içinden çıkılamadı, devlet karar versin denildi, Adli Tıp’a başvuruldu. Adli Tıp uzuuun uzun inceledi. “İnek kusurlu” bulundu iyi mi... Herkes beraat etti!)

*

Evlerimizi su basıyor.

“Yağmurdan...”

Rize’de 12 kişi daha gitti.

“Heyelandan...”

Otoyolun ortasında boğulduk.

“İntikamcı dereden...”

Metronun tavanını deldiler.

“Sondajdan...”

Denizotobüsüyle şilebe girdiler.

“Dalgadan...”

Karaköy İskelesi battı birader!

“Lodostan...”

*

Taşeronun vicdanına terk ettiler, Zonguldak’ta 30 insanımızı diri diri topraağa gömdüler... 28’inin cesedini çıkardılar, sanırsın uzay boşluğunda kaybolan astronottur, ikisini üç aydır bulamadılar... Önce “kader” dediler, sonra baktılar “kader” tek başına günah keçisi olmaya yetmiyor, mecburen bilirkişi raporu hazırladılar. Ve, taaa üç ay sonra sorumluyu buldular.

*

Meğer, cesedi bi türlü bulunamayan iki madenciden biri, aşçı yamağıymış, yemek pişirmek için madene soktuğu piknik tüpü ve kibrit yüzünden grizu patlamasına sebep olmuş.
*

Yani?

Son sekiz senedir conta kombi filan yerine, ilk kez “sorumlu insan” tespit ettiler, o da, üç aydır bulamadıkları garibanın cesedi... Tutukluların hepsi anında tahliye tabii.

*

Kedi nerede? Ağaca çıktı. Ağaç nerede? Balta kesti. Balta nerede? Suya düştü. Su nerede? İnek içti. İnek nerede? Dağa kaçtı? Dağ nerede? Yandı bitti kül oldu. Kül nerede? Hangi kül? 
yılmaz özdil
İzleHaber - İşte Rtük ün yasakladığı klip

“ATMA” RECEP BEY DİN KARDEŞİYİZ!..

“ATMA” RECEP BEY DİN KARDEŞİYİZ!..Sakın ola ki, “atma” kelimesinde başka bir kasıt aranmasın. Burada, “Öcalan’ın muhatap alınmasını” savunan AKP’lilerin, partiden neden “atılmadığı” sorgulanacaktır, o kadar!..

PKK’lılara af ve “Öcalan’la görüşme” tartışmaları nasılsa daha çok su kaldıracak. Ama Başbakan Erdoğan’ın son iki gündür bu konuda söyledikleri görmezden gelinecek gibi değil. Anlatacaklarımız, muhalefet partilerine de yeni bir kıyağımız olsun. Zira son tartışmalar, sadece milletimizin değil, muhalefetin de “hafızayı beşer nisyan ile malul” vaziyetini gözler önüne serdi. (İktidarın, Terörle Mücadele Yasası’nın 6. maddesini Öcalan için değiştirmeye yeltendiğini, ancak Oda Tv yazdıktan sonra hatırladılar. Oysa sadece 2 yıl önce 22 Temmuz seçim kampanyasında, eski Genel Başkan Deniz Baykal 1 ay boyunca, elinde kırmızı dosya, her meydanda AKP’nin, Öcalan’ı nasıl affetmeye çalıştığını anlatmıştı.)  
Başbakan Erdoğan dün Ankara’nın Sincan İlçesi’ndeki referandum mitinginde, PKK’yla pazarlık iddiaları konusunda, “Arkadaşlarımın içinde böyle bir pazarlık yapan varsa ki böyle bir şey olamaz, partimde bir saniye yaşatmam. Söz namludan çıkan kurşun gibidir” dedi.
Aynı gün Hürriyet Gazetesi’nde, “AK Parti grubu aftan gıdım vermez, gıdım” şeklindeki demeci yayınlandı. Bir gece önce de Kanal 24’te şunları söyledi:
“Siyasi irade terör örgütüyle konuşmaz ama istihbari örgüt herkesle, her yerde konuşur. Zaman olur Silahlı Kuvvetler’in oradaki görevleri vasıtasıyla, zaman olur Adalet Bakanlığı’nın görevlileri vasıtasıyla bu yapılır. Oradaki sorunları çözmek için yapılabilir. Kimse kalkıp da iktidar bizzat terör örgütü mensuplarıyla görüştü diyemez. Siyasi pazarlık karakterimde yoktur.”
“İstihbarat örgütü benimle kurulmuş bir örgüt değildir. Bizden önceki iktidarlar döneminde de aynı şekilde bu çalışmaları yürütmüştür. Sonuçlar hakkında bizi bilgilendirir. A’dan Z’ye bize gelir diye bir şey yok. Onların dönemlerinde de aynı mekanizma çalışmıştır… Bunlar anormal değildir, her ülkede olağandır. Terörü bitirmeye, asayişi sağlamaya yönelik adımlardır. O görevlilerin hepsi devletin memurudur, siyasi vasfı yoktur.”
“Başbakan olarak söylüyorum, istihbarat örgütünün bu tip açıklamalar yapmasını doğru bulmam. Emekli olanların bile konuşma hakları yoktur. Ama bakıyorsunuz, önüne gelen bir yerlere çıkıp konuşuyor yazıyor. Bunlar doğru adımlar değil. Ama yaptıkları görev doğrudur.”
GÜL’E CEVAT ÖNEŞ’Lİ MESAJ
Erdoğan’ın sözlerinin her birini, kendisi veya AKP ileri gelenlerinin ağzından cevaplandıracağız. Fakat en sondan başlayalım, çünkü buradaki mesajın muhatabı doğrudan Cumhurbaşkanı Gül. Erdoğan’ın, MİT Kanunu’nun açık hükmüne rağmen, gazetelere çarşaf çarşaf “açılım” ve “Öcalan muhatap alınsın” demeçleri veren, PKK’nın siyasi uzantılarının düzenlediği tüm toplantılara katılan emekli MİT Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş’i tarif ettiği çok belli.
Peki Erdoğan’ın, “Öcalan’la görüşmüyor, pazarlık yapmıyoruz” diye neredeyse yemin billah ettiği bir dönemde, daha 3 gün önce Gül neyle meşguldü? Tarabya Köşkü’nde, Pentagon’un “politik psikoloji danışmanı” olduğu öne sürülen Prof. Vamık Volkan başkanlığında bir heyeti kabul edip, “Kürt sorununa çözüm”ü görüşüyordu ve o heyette Öneş de vardı!..
ÖCALAN’IN YENİDEN YARGILANMASINI KİM İSTEDİ?
Başbakan Erdoğan’ın, “namludan çıkan kurşun” gibi olan diğer sözlerinin anlamı özetle şu; “Öcalan’la görüşenler devletin memurdur, beni bağlamaz… Bizden birisi pazarlığa yeltenirse, partimde bir saniye duramaz…”
“Devlet görüşür” kaçamağı yeterincetartışıldı… Sadece neden, “Öcalan’la pazarlığa yeltenen hükümette ve devlette bir saniye duramaz” da demediğini sormakla yetinip, AKP’nin, “hükümet-devlet” ayrımını, çarpıcı bir örnekle renklendirelim.
TSK, (Üstelik Hilmi Özkök Genelkurmay Başkanı’dır) terörle mücadeleden daha etkili sonuç alınabilmesi için Terörle Mücadele Yasası’nın değiştirilmesini, hiç olmazsa İngiltere, İspanya’daki kadar yetki verilmesini talep eder. Adalet Bakanlığı bir taslak hazırlar. Bu taslak hükümet veya Meclis’ten önce AKP Genel Merkezi’nde görüşülür. Bunun için partide bir komisyon oluşturulur, başkanlığına da o dönemde AKP’nin 2 numarası olan Mir Mehmet Dengir Fırat getirilir. Fırat, TSK’nın talepleri konusunda kelimesi kelimesine şunları söyler:
“Hiçbir taslak beni ilgilendirmez. Genelkurmay, MİT veya JİTEM değişiklik isteyebilir. Ama bunlar bizi bağlamaz. Adalet Bakanlığı’nın taslağı beni ilgilendirmiyor. Bakan da beni ilgilendirmiyor. Özgürlüklerden, demokratik kazanımlardan geri adım atılmayacak. Şurası, burası taslak hazırlayabilir, ama iktidar biziz, patron biziz, patron Meclis’tir... Başbakan’ın ağzından bir laf çıkar. Bir tek o laf partiyi bağlar. Bugün Türkiye’de artık sivil otorite vardır. 20 yıl önceydi o devirler. Hesabını vatandaşa ben vereceğim.” (Yasa, TSK’nın değil, AKP’nin istediği şekilde değişir. O kadar ki, tasarıya Öcalan’la ilgili o madde bile girer) 
Yegane “patron”un kim olduğu anlaşıldı değil mi?!.. O halde, gündemdeki iddiaların hesabını, vatandaşa kimin vermesi gerekiyor dersiniz?!..
Hafıza tazelemeye devam:
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Öcalan’ın “yeniden yargılanmasını” kararlaştırmış, ancak karar henüz resmen duyurulmamıştır. Başbakan Erdoğan o günlerde (Mart 2005) Vatan Gazetesi’ne, şu açıklamayı yapar:  
“Partimin MYK’sı ve Bakanlar Kurulu yeniden yargılamaya sıcak bakmamasına rağmen, biz eğilim yokluyoruz… Medyadan da gümbür gümbür destek istiyoruz…”

İtiraf ettiği gibi, Öcalan’ın yeniden yargılanmasına partinin yetkili organı ve Bakanlar Kurulu “sıcak bakmıyor”,ama Erdoğan nedense “eğilim” yokluyor… Mir Dengir Fırat, “Başbakan’ın ağzından bir laf çıkar. Bir tek o laf partiyi bağlar” derken haksız mıymış? Bu durumda kim takar, “AK Parti Grubu’nun aftan gıdım vermemesini”?..  
İMRALI ZİYARETİNİ KİM DESTEKLEDİ?
Geliyoruz 2008’e… “Kürt sorunu”nun çözümünde “Öcalan’ın muhataplığının” gayet olağanlaştırıldığı günlerde DTP, şimdi BDP Diyarbakır Milletvekili olan Akın Birdal, TBMM İnsan Hakları Komisyonu üyelerinin İmralı’yı ziyaret etmesi için Komisyonun AKP’li Başkanı Zafer Üskül’e bir öneri götürür. Birdal’ın “ısrarına dayanamayıp”, öneriyi kabul eden Üskül, hazırladıkları ziyaret programına CHP ve MHP’li üyelerin de katılması için büyük çaba gösterir. Ancak muhalefet milletvekilleri itiraz eder ve İmralı programı yatar…
AKP’li bir komisyon başkanının, Başbakan ya da Meclis Başkanının bilgisi ve izni olmadan böylesine sansasyonel bir “açılıma” girişmesinin imkan-ihtimali var mıdır?    
SAĞ VE SOL KOLLARI 1.5 YILDIR “PARTİDE YAŞIYOR”  
Güneydoğu kökenli iki milletvekilinin Erdoğan üzerindeki etkisi (Sadece dün değil, bugün de öyle), tartışmasız kabul edilen bir gerçek. O isimler; 1.5 yıl öncesine kadar AKP’nin 2 numarası, yani Erdoğan’ın yardımcısı olan Mir Dengir Fırat ile Erdoğan’ın halen “o noktadayım” dediği meşhur “Diyarbakır açılımını” organize eden, Diyarbakır Milletvekili İhsan Arslan (Aslan, Gül’e de danışmanlık yaptığını açıklamıştı)’dır.
29 Mart yerel seçimlerinden önce yine PKK’ya “silah bıraktırılması” tartışılmaktadır. Mir Dengir Fırat şunları söyler:
“Bu bir devlet sorunudur, devlet politikasıdır. Kararı verecek olan milletvekilleri, hükümet ve Cumhurbaşkanıdır. Genel kanı olarak sorunun çözümü isteği var. Ben de vatandaş olarak hangi yöntemler uygunsa, biran önce çözülmesini diliyorum. Eğer genel af çıkarsa PKK’lılar dağdan inebilir. Kapsamı tartışılmalı…”
İhsan Arslan ise hem yerel seçimler, hem “Kürt açılımı” öncesinde, “Çözüm sürecine girdik, Öcalan muhatap alınmalı” der. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, “terör örgütü PKK’nın propagandasını yaptığı” gerekçesiyle, Arslan’ın sözleriyle ilgili inceleme başlatır. Başlatır da ne olur; Arslan’ın ifadesiyle, “Başsavcıyla görüşür, bir daha da kimse kendisine bir şey demez”,o kadar!.. Arslan sonrasında da, “İmralı’nın neden muhatap alınması gerektiği” ve hangi adımların atılacağı (Bunların ‘Kürt açılımı’ndan hemen önce söylenmesine dikkat) konusunda öyle şeyler anlatır ki… Anlatmakla kalmaz, Bunların devlet katında konuşulduğunu” ve “Cumhurbaşkanı’nın zemin hazırlama rolünü üstlendiğini” iddia eder.  
Erdoğan bunları, “Öcalan’la pazarlık… PKK’yı muhatap alma”dan saymamış olmalı ki, o isimleri “AKP’de yaşatmaya” devam ediyor!..
İŞTE “GÖREVİ BEN VERDİM” İTİRAFI 
Başbakan Erdoğan, İmralı ile görüşüldüğününasıl itiraf etti? Birincisi “devlet işi” kılıfına soktu… İkincisi, bu görüşmeleri “Onların dönemlerinde de aynı mekanizma çalışmıştır” sözleriyle, “olağanlaştırdı”, hatta A’dan Z’ye bize gelir diye bir şey yok” dedi.
O halde “Kürt açılımı”ndan önceyaptığı şu açıklamayı okuyalım:
Bir hafta önce MGK üyesi arkadaşlarımla (Dikkat; MGK değil, MGK’daki bakanlarla yapılan bir toplantıdan söz ediyor)  bu konuda bir çalışma başlattık ve İçişleri Bakanlığımıza bu görevi verdik. İlgili bakanlıklarla, İçişleri Bakanlığımız görüşmelerini yapıyor, yapacak. Genelkurmay’dı, MİT’ti kurumlarla, bölge milletvekilleriyle görüşmelerini yapacak. Bize olgun, bu noktada hakikaten toparlamanın olduğu bir çalışmayı getirecek. Bizler nihai değerlendirmelerimizi yapacağız ve ondan sonra da bir söylem birliği içerisinde kamuya bunu açıklayacağız…”
Bu da, “tüm devlet kurumları”na kimin “görev” verdiğinin, dahası her adımdan “A’dan, Z’ye haberdar olduklarının” en somut itirafıdeğilse, nedir?!..
Müyesser Yıldız
Odatv.com

HSYK tuzağı...

HSYK tuzağı...

melih asık -milliyet

Anayasa değişikliği referandumda kabul edildiği takdirde en tehlikeli gelişme Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) iktidara bağlanması olacak. Nasıl mı? Yeni yapılanmada HSYK’nın 22 üyesinden 2’sini Adalet Bakanı ve müsteşarı oluşturuyor. 5 üye Danıştay ve Yargıtay’dan geliyor. 4 üyeyi Cumhurbaşkanı doğrudan atıyor, bir üye Adalet Akademisi’nden geliyor, 10 üye birinci sınıf yargıç ve savcılar arasından seçiliyor. Adalet Bakanı ve müsteşarının HSYK’daki yerlerini koruyor olmaları hukuku baştan yaralıyor. Ancak sakınca bu kadarla bitmiyor. Anayasa Mahkemesi eski Genel Sekreteri Bülent Serim Cumhuriyet’teki röportajında 10 üyenin yargıç ve savcılar arasından seçilmesinin sakıncasını anlatıyor: -  Avrupa organlarının da söylediği gibi birinci sınıf yargıçların sayısı hiçbir zaman yüksek yargıçların sayısını geçmemelidir... - Neden? - Çünkü birinci sınıf yargıçlar son aşamaya gelmediler. Beklentileri var. Bu beklentilerini karşılamak için taviz verebilirler. Anayasa’ya göre bütün yargıç ve savcılar idari yönden Adalet Bakanı’na bağlıdır. Dolayısıyla da onlardan tam anlamıyla bağımsız davranış beklemek mümkün değildir. - Sonuçları ne olur? - HSYK bütün hâkim ve savcıların görev yerlerini belirliyor. Onların terfileri HSYK’nın elinde. Değişiklik kabul edilirse atama ve terfiler hükümetin inisiyatifinde olacak. Artık sadece özel yetkili mahkemeler değil tüm mahkemeler yandaş yargıç ve savcılarla donatılacak. Ve iktidara muhalif cephenin cehennem azabı çekmesine yol açacak, tıpkı bugün Silivri’de olduğu gibi...

AYDINLANMA - "BİTARAF OLAN BERTARAF OLUR!"


AYDINLANMA  EMRE KONGAR




"BİTARAF OLAN BERTARAF OLUR!"
Sevgili okurlarım, aslında belki de bu yazıyı bugün yazmamalıyım:
Çok kızdığım, çok korktuğum, çok sevindiğim zamanlar yazı yazmak istemem.
Çünkü güçlü duygular insanı yazı yazarken yanlışa sürükler...
Sonradan üzüleceğiniz, "Yahu biraz aşırı kaçmışım" diyeceğiniz ifadeler kaleminizden (bilgisayarınızdan) dökülüverir...
Çok sevindiğiniz bir olayın sonuçlarının hiç de öyle memnuniyet verici olmadığını görür ve üzülürsünüz...
Çok kızdığınız bir insana "Acaba haksızlık mı ediyorum" duygusu yakanızı bırakmaz...
En azından benim, köşe yazarı olarak "etkili, çarpıcı yazı yazmak" ile, bilim insanı olarak "soğukkanlı, ağırbaşlı değerlendirme yapmak" kaygılarım arasındaki denge bozulmuş gibi gelir bana böyle zamanlarda.
Şu anda böyle büyük bir korku içindeyim...
Dilerim bu korku seli, kalemimden, amacımı aşan ifadelerin dökülmesine, aşırı ifadelere yol açmaz!
İnanın bugünkü yazımı kendimi denetlemek için büyük bir güç sarfederek, sözcüklerimi özenle seçerek yazmaya çalışıyorum.
Ben zaten çok zor yazı yazarım.
Yazımı gazeteye yollamadan önce, araya zaman koyarak, en az on-onbeş kez daha okurum.
Yine de çoğu, zaman ertesi gün yazımı gazetede okurken pek çok eksik ve fazla, hatta kimi zaman hata bile bulurum.
Şimdi bu yazdıklarımı da tekrar tekrar, sakinleşmeye çalışarak ve aşırı ifadeleri törpüleyerek defalarca okudum, okuyorum.
Dilerim kimseye karşı bir yanlış değerlendirme içinde değilimdir!

* * *

Sevgili okurlarım, bilmiyorum, aranızda teröre kurban veren ailelerden gelenler var mı?
Bilmiyorum, kaçınız Türkiye'deki sağ-sol terörünün aldığı gencecik canlara tanıklık ettiniz, onların acısını yüreğinizde hissettiniz?
Benim akademik hayatım, bir anlamda, Türkiye'deki şiddet ve terörün tanıklığıdır.
1966'da Amerika'dan döndüm, 1968'de gençlik olayları başladı.
Bu olaylar bahane edilerek yapılan 1971 12 Mart Askeri Darbesi'ne tanıklık ettim, rüzgarından savruldum.
1975-1980 arasındaki cinayet çılgınlığını, patlayan bombalar arasında, tekmeyle kapısı açılıp basılan sınıflarda, en parlak öğrencilerimin ölüm haberlerini alarak yaşadım.
Cavit Orhan Tütengil gibi meslektaşlarım, Bedrettin Cömert gibi en yakın arkadaşlarım öldürüldü.
Ben ve ailem yıllarca yakın koruma eşliğinde cehennem azabı yaşadık.
O dönemin travmalarını belki de hâlâ atlatamadım.
İnanın şu anda bile yine o günleri anımsarken ellerim titriyor, gözlerim yaşarıyor.
1980 12 Eylül Askeri Darbesi'ni yaşadım.
Üniversiteden istifa etmek zorunda bırakıldım.
Derken 1990'lar geldi...
Muammer Aksoylar, Uğur Mumcular, Ahmet Taner Kışlalılar katledildi...
Ben bütün bu süreçler sırasında demokrasiden yana, şiddete karşı tavır koydum:
Şiddete karışan öğrencilerimi şahsen, şiddet stratejilerini savunan örgütleri elimden geldiğince kamuoyu aracılığı ile uyardım...
Şiddet yöntemlerinin Türkiye'yi ancak faşizme, otoriterliğe, felakete götüreceği söyledim.
Biliyor musunuz bana o zamanlar ne yanıt verirlerdi şiddet yanlıları:
"Bitaraf olan bertaraf olur" derlerdi.
Beni pasifistlikle suçlarlardı.
Biliyor musunuz, soldan ve sağdan militan taraftar toplamak için vatansever gençleri devşirenler hangi sloganı kullanırlardı:
"Bitaraf olan bertaraf olur" derler ve onları belki de hayatlarını yitirecekleri ve buna karşın Türkiye'yi de karanlıklardan başka hiçbir yere götürmeyecek olan şiddet eylemlerine katılmaya davet ederlerdi.

* * *

Şimdi aynı sloganı Türkiye Cumhuriyeti'nin seçilmiş Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, sermaye sahiplerini temsil eden TÜSİAD gibi "Evet deyin" diye AKP'den yana tavır ilan etmeyen, sessiz kalan sivil toplum kuruluşlarına gözdağı vermek için kullanmış:
"Bitaraf olan bertaraf olur" demiş.
Bu sloganı kullanan Başbakan'ın tutumu beni sadece demokrasi adına, bir toplumbilim öğrencisi olarak değil, aynı zamanda bir birey, bir vatandaş, bir aile babası olarak da gerçekten çok ama çok korkuttu.
emre kongar resmi internet sitesinden alıntı:http://www.kongar.org

29 Ağustos 2010 Pazar

izmir fuarı

Fuar


İncecik iplikle bileğinize bağlanmış kırmızı balonu, sanki dünya avucunuzdan kayıp gidiyormuş gibi, elinizden kaçırdığınız yeri hatırlıyor musunuz?


*
İzmirliler hatırlar.
Fuar’dır mutlaka.
*
Siz, kısaca “İzmir Fuarı” diyorsunuz... Size öyle geliyor!
*
Mustafa Kemal’in şerden hayır yaratan vizyonuyla, İzmir yangınının cayır cayır alevlerinde yeşeren zümrüt... Anka kuşu misali, küllerinden yeniden doğan ulusun yuvasıdır orası.
*
Kapıları; Lozan, Montrö, 26 Ağustos, 9 Eylül, Cumhuriyet... Milli mücadele müzesidir.
*
Televizyonu bile olmayan içine kapalı Türkiye’nin “coğrafya laboratuvarı” gibiydi; dünyaya açılan penceresi... Ve, bu pencereden kafasını ilk uzatan, İzmirlilerdi... Turizm yoktu henüz, hayatımda ilk Japon’u orada gördüm ben mesela... İlk Afrikalıyı da... Kenya pavyonunda.
*
Laylaylom kültürünün hâkim olduğu ülkemde, pavyon’un bar’dan saz’dan ibaret olmadığını öğrendiğimiz kültürpark’tır orası çünkü.
*
Bi tarafta SSCB pavyonu, bi tarafta ABD pavyonu... Henüz liboşlaşmadığımız “Soğuk Savaş” yıllarında, sosyalizmle kapitalizmin kapışma alanıydı. Memleketimde gomunist avı yapılan dönemde, orak-çekiç’in altında hatıra fotoğrafı çekilebilen “tek özgürlük alanı” aynı zamanda.
*
Küba, Uganda, Malezya...
Gidemiyorduk.
Onlar geliyordu.
Tanışıyorduk; yaratılanı Yaradan’dan ötürü sevmeyi illa din dersinde öğrenmiyorduk.
*
Sadece dünyayla değil, uzayla da orada tanışmıştı Türkiye... İnsan için küçük, insanlık için büyük adım’ı atan Neil Armstong’u Ay’a indiren kapsülü getirmişti ABD pavyonu... Yanına da Ay’dan getirilen kaya parçasını koymuşlardı. Sakal-ı Şerif’in etrafında döner gibi kuyruğa giriyordu ahali... Altta kalır mı; kozmonot kıyafeti görmüştük ilk SSCB pavyonunda... Gagarin’in fotoğrafı altında... Dedemin Gagarin’e fatiha okurken fotoğrafı var bende hâlâ.
*
(Gaza gelip, paraşüt kulesinden atlıyorduk... Bungee’nin icat edilmesine yıllar vardı daha.)
*
Van minüt’e de yıllar vardı... Filistin pavyonunda dağıtılan Arafat kefiyesiyle biniyorduk lunapark’taki dönme dolaba... Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nde okuyan Filistinli bir genç, İsrail pavyonuna bomba koymaya çalışırken havaya uçunca, öğrenmiştik bu kavganın dönme dolap gibi kısırdöngüden ibaret olduğunu... Lunapark kadar eğlenceli olmadığını.
*
Kimisi Cem Karaca’ya eşlik ederken, işçisin sen işçi kal diye, kimisi kendini jiletlerdi Ferdi Tayfur’u dinlerken... Parkalı, purolu, şalvarlı yan yana otururdu, Emel Sayın söylerken... Kimisi de Seyyal Taner’i görücem diye gazinonun kapısında arabanın altında kalırdı benim gibi... Müzeyyen Senar, Gönül Yazar, Ahmet Özhan, Barış Manço, ipod’un atasıydı Fuar.
*
Zeki Müren’in mini eteği ilk giydiği yer... Dumanlar arasında roket maketi gelmişti sahneye, bi açıldı, içinden mini etekli Zeki Müren çıktı, ayağında 20 santim topuklu çizme, üstünde gladyatör kıyafeti, ensesinde tavus kuşu tüyleri... Cesaretin, hoşgörünün kalesidir orası.
*
Cinsel tercihini yürekli şekilde ortaya koyduğu için, Kenan Evren tarafından sahneden aldırılıp, Buca Cezaevi’ne gönderilen Bülent Ersoy... İnsan hakları mücadelesi’dir.
*
Yeni Asır’da şoför olarak çalışıyordu babam... Bi gün, elinde bi tomar biletle geldi. Basına dağıtılan hediye biletlerden... Seçtik arasından, Nejat Uygur Tiyatrosu’na gidelim dedik... Baktım bilete, “ön koltuklar için ayrılan avanta bilettir” gibi bi cümle var... Yani? Büyük usta yapmıştı yapacağını, sanatçı emeğinin bedava olmadığını anlatan o şahane cümleyi koydurmuştu hediye biletlerin üzerine... Gazetecinin asla avanta almaması gerektiğini öğrenmiştim o gün... Öğretmişti... Okul gibiydi Fuar.
*
Aslan, zürafa, maymun.
Ve, arkadaşım Bahadır.
Gibisi fazla... Okuldu.
*
Türkiye’nin dünya mutfaklarıyla tanıştığı ilk evrensel restorandır orası... Düdük’ten başkası yoktu, hayatımın ilk spagettisi’ni orada yemiştim; ilk ketçapla... Sanayicilerin sanayi görmek için koştuğu yerdi... İthalat yasaktı, Fuar’da serbestti, satın alıyordun, Fuar bitene kadar bekliyordun, Fuar bitince evine götürüyordun... 30 gün her akşam gidip bakmış İtalya pavyonundaki Zoppas buzdolabımıza anamla babam, 1961 senesinde... Zoppas marka hayatta mı bugün bilmiyorum ama, bizim Zoppas çalışıyor hâlâ!
*
Telefon edin sorun, İstanbul’un nüfusunu kesin olarak söyleyemezler size... 8 bin ağaç ve binlerce çeşit bitkisinin adıyla sanıyla künyesi var İzmir Belediyesi’nde, hepsi sigortalı... Doğasına sahip çıkmayanın, insanına sahip çıkamayacağının kanıtıdır Fuar.
*
Süresi kısaltıldı, “AKP’nin zaferi” olarak lanse edilen Expo saçmalığıyla tarihe gömülmek istendi... Fuar’ına sahip çıkacağına, Fuar icat etmeye kalkışanların madara olmasına vesile oldu... Hep bizi eğlendirirdi, bu komiklik sayesinde bu sefer kendisi eğlendi Fuar!
*
Ve, önceki akşam geleneksel törenle tekrar açtı kapılarını... Kemal Kılıçdaroğlu açtı... Daha önce, İsmet İnönü açmıştı, Celal Bayar açtı, Menderes, Demirel, Ecevit, Özal, Erdal İnönü açtı, Tansu Çiller, Mesut Yılmaz, Deniz Baykal açtı defalarca.
*
Tayyip Erdoğan açamadı.
Hiç.
*
“İzmirli zihniyeti”nin “genetik kodu”dur çünkü Fuar.
y.ozdil

24 Ağustos 2010 Salı

kpss

KPSS


Kamu Personeli Seçme Sınavı’nda dümen yapıldığı...

“Öğretmen”lik sınavında 120’de 120 doğru çıkaranların, cemaat-tarikat mensubu olduğu... Tesadüfe bak, karı-koca veya aynı evi paylaşan tiplerin, imkânsız skora ulaştığı... Soruların sızdırıldığı, iddia ediliyor.

*

Sene 1943.

*

Ankara Atatürk Lisesi’nin en pırıltılı iki öğrencisi -birbiriyle canciğer- devlet bursuyla yurtdışında eğitime gidebilmek için, Milli Eğitim Bakanı’nın makam odasına girerler. Bakan bakar çocuklara, “sen oğlum, fazlasıyla hak ettin, gideceksin” der... Sonra öbürüne döner, “sen oğlum, fazlasıyla hak ettin ama, gönderemem, kalacaksın” der. Çocuklar çıkar odadan...

*

“Kalan” elini cebine sokar, yıllardır biriktirdiği harçlıklarını “giden”e uzatır, al bunu lütfen, hiç olmazsa amacımı kısmen gerçekleştireyim der... Kucaklaşır, vedalaşır iki arkadaş.
*
Giden, Gazi Yaşargil.

*

Kalan, Can Yücel.

Milli Eğitim Bakanı’nın oğlu!

*

“Torpil yapıldı” demesinler diye, hak ettiği bursu alamayan Can, hiç kırılmaz babasına... Vekil oğlu olmak, hep ağır gelmiştir ona zaten... Protokol “portakal gibi bi şey”dir onun için, bi kez olsun binmez makam arabasına... Türkiye’nin en heyecan verici şairi olur, diliyle, zekâsıyla eşsizdir ama, bana göre en muhteşem şiiri, boyun eğmeden yaşadığı hayatının ta kendisidir... “Ömrümce muhalif yaşadım, onun için kan grubum RH negatif” der... İçeri tıkılır, kitapları toplatılır, tınmaz bile... Alnı açık yürür, Cambridge’e gitmeyi başarır.

*

Gazi, İsviçre’ye gider, Almanya’ya, oradan ABD’ye... Beyin cerrahisinde çığır açar, ordinaryüs olur, ABD’de “yüzyılın adamı” seçilir. Türkiye ise, askerlikten kaçıyor diye, vatandaşlıktan atarak ödüllendirir onu! Vatansız kalır... Sonra utanıp, Türkiye Cumhuriyeti Üstün Hizmet Madalyası ve Milli Egemenlik Onur Ödülü verdiler, orası ayrı.

*

Gazi’nin oğlu olur, “Can” adını koyar...

Can’ın oğlu olur, Gazi elinden tutar, cerrah yapar... “Rengahenk” isimli kitabını Gazi’ye ithaf eder Can, “Beynin Piri Reis’i” der arkadaşı için.

*

Ve, son nefesini verirken, ABD’den gelen oğlu, kulağına eğilir Can’ın, “Gazi’nin selamı var, seni çok seviyor” der... Can’ın duyduğu son sözlerdir bunlar, gülümser, kapatır gözlerini.


*

Aynı dakikalarda, binlerce kilometre uzakta, Can’dan gelen paketi açar Gazi... Arkadaşının son eseri “Mekânım Datça Olsun” isimli kitap çıkar içinden... Açar kapağını, bakar ilk sayfasına ve ağlayarak okur, son el yazısını: “Gazi, gözümün bebeği, giderayak...”

*

Offf, of.

*

Öz oğluna bile hak ettiğini vermeye utanan Milli Eğitim terbiyesinden... Torpille, tezgâhla, şaibeyle kaynamaktan utanmayan Milli Eğitim zihniyetine.
*
Dönem arkadaşına cebindeki parayı, üstüne yüreğini çıkarıp veren pırıl pırıl öğretmen oğlundan... Dönem arkadaşının cebindeki parayı, geleceğini çalan ahlaksız öğretmen bozuntusuna.
*
Değerli öğretmen adayları...“Her Şey Sende Gizli” şiirinde şöyle der Can:

Gülebildiğin kadar mutlusun

Üzülme, bil ki...

Ağladığın kadar güleceksin

Sakın bitti sanma her şeyi...


*

Sakın bitti sanma...

Her şey sende gizli.

Boyun eğme asla.

Cumhuriyet’e sahip çık.

y.özdil

18 Ağustos 2010 Çarşamba

Ne Kadınlar Sevdim Zaten Yoktular

ne kadınlar sevdim zaten yoktular



yağmur giyerlerdi sonbaharla bir


azıcık okşasam sanki çocuktular


bıraksam korkudan gözleri sislenir


ne kadınlar sevdim zaten yoktular


böyle bir sevmek görülmemiştir


hayır sanmayın ki beni unuttular


hala ara sıra mektupları gelir


gerçek değildiler birer umuttular


eski bir şarkı belki bir şiir


ne kadınlar sevdim zaten yoktular


böyle bir sevmek görülmemiştir






yalnızlıklarımda elimden tuttular


uzak fısıltıları içimi ürpertir


sanki gökyüzünde bir buluttular


nereye kayboldular şimdi kim bilir


ne kadınlar sevdim zaten yoktular


böyle bir sevmek görülmemiştir



a.ilhan

Çarşı’nın dersi

Çarşı’nın dersi

 

 

 





















 


Beşiktaş taraftar grubu Çarşı, 12 Eylül’de düzenlenecek referandumla ilgili görüşlerini açıkladı...
Beşiktaşlı futbolseverler bu açıklamayla nice aydın geçinene ders veriyorlar:
“Gençliğimizi 12 Eylül cuntasıyla çalan zihniyetin devamı olan; hayatımıza dayatılan yasaklar, baskılar, zulümler ve işkencelerle karartarak, emperyalizmin hedeflediği şekilde iktidara gelenler yeni bir tiranlık kurmak ve
Türkiye Cumhuriyeti’nin yapı taşlarını parçalamak için, ‘evet’ dememizi istiyor...YÖK’ü kaldıracağız diyerek iktidar olanlar, kendi YÖK’lerini yaratmanın hazzıyla, ‘evet’ dememizi istiyor... Cennet yurdumuzda var olan doğal enerjileri; rüzgârı, güneşi adil ve verimli kullanmak varken, devasa tahribatı bilinen nükleer enerjiyi pazarlayan, HES ile doğal hayatı tahrip eden projeleriyle yaşamımızı zindan edenler, ‘evet’ dememizi istiyor... 2002 öncesi, tarım ve hayvancılık ülkesi konumunda olan yurdumuzun dünya pazarında söz sahibi olması için yeni projeler yaratmak varken; ‘fındık piyasasını işbirlikçi yöntemlerle İtalyanlara, şekeri ve pamuğu İngilizlere, hububatı Amerikalılara, hayvancılığı ise Siyonistlerle işbirliği yapan Araplara’ devredenler, ‘evet’ dememizi istiyor... Bilimsel özerk eğitim yerine daha bilinçsiz kitleler yaratmak adına; eğitim ve öğretim sistemini tarumar ederek, cumhuriyet okullarına medrese sistemini getirmek isteyenler, ‘evet’ dememizi istiyor...
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu
Mustafa Kemal Atatürk ve onun değerlerine dil uzatanlar, ‘evet’ dememizi istiyor... Bizler hayır diyoruz... Ama hayır demek yetmez! Nayır ulan nayır!”

14 Ağustos 2010 Cumartesi

emre kongar 9/08/2010 son yazısı..

Demokrasimizle Yuzlesmek-Kapak 

Başta Fatih Altaylı Olmak üzere Tüm Medyanın Görmezden Geldiği Skandal
Olayı önce baş roldeki Fatih Altaylı'nın Habertürk'te 5 Ağustos tarihinde yazdığı yazıdan aktarayım; sonra medyanın görmezden geldiği asıl skandalı vurgulayacağım (Yazıdaki siyahlar benim).
(Bu arada hemen belirtmeliyim ki Altaylı'nın bu yazısına konu olan olayı herkes gördü, özellikle internet siteleri bu olaya bolca yer verdi; ama benim takıldığım yönüyle değil.)
Altaylı'nın yazısı şöyle:
"Bir iddia, bir araştırma ve gerçekler Gecenin bir vakti Habertürk Televizyonu'nu izliyorum. Didem Arslan Yılmaz'ın konuğu, AKP Genel Başkan Yardımcısı ve eski Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik.
Çelik, bir soru üzerine sözü bizim birkaç gündür yayımladığımız "Kanaat önderlerine sorduk" yazı dizisine getiriyor.
Habertürk Gazetesi, geniş bir yelpazeden yazar, akademisyen, gazeteci, siyasetçi ve sanatçılara 12 Eylül'de yapılacak Anayasa değişikliği referandumunda 'Evet' mi, 'Hayır' mı diyeceklerini sormuştu. Ve bizce müthiş bir tarafsızlık ve özen içinde yayımlamıştı.
Ancak Hüseyin Çelik, 'Ben bu ankette hayır yanıtı verdiği yazılan kişileri aradım. Öyle dememişler. Hatta Mustafa Sandal'ı kimse aramamış' diyerek bazı isimler saydı.
Başımdan aşağı kaynar sular döküldü.
Büyük bir özenle hazırlanan bu haber, inanılmaz bir biçimde karalanıyordu.
İlk içimden geçen, telefona sarılıp yayına bağlanmak ve 'Hayır öyle değil' demek oldu.
Ancak bunu yapmadım.
Bunun yerine hemen Yayın Koordinatörümüz Osman Gencer'i aradım. Hemen bir 'Araştırma Komisyonu' kurduk. Osman Gencer'in yanı sıra AHT Genel Müdürü Ramazan Kurnaz ve Magazin Gazetemizin Koordinatörü Kadir Kaymakçı'yı bu konuyu araştırmakla görevlendirdik.
Arkadaşlarımız hemen gazeteye gelerek bu dizi için yapılan yüzlerce görüşmenin ses kayıtlarını incelemeye başladılar.
Kayıtlar bulundu.
Adnan Şenses hiçbir şüpheye mahal vermeyecek biçimde 'Hayır' diyordu.
Behzat Uygur 'Hayırlısı olsun' diyor, kahkahayı patlatıyordu ve hayırının üzerinde şapka vardı.
Çelik'in söylediğinin aksine, Mustafa Sandal'la konuşulmuştu ancak Sandal'ın yanıtı 'Hayır' olarak da algılanabilirdi 'Evet' olarak da hatta çekimser olarak da.
Sadece Mehmet Ali Erbil'le konuşulamamıştı, Erbil yerine sorumuzun yanıtını 'Basın Danışmanı' Perim Özgeldi aracılığıyla vermişti ve 'Hayır' diyordu.
Bunun dışında bütün bu kişiler aranmıştı.
Komisyondaki arkadaşlarım bununla da yetinmediler.
İlgili kişiler bir kez daha arandı.
Görüşü yayınlanan kişilerin yayından sonra bir düzeltme yollayıp yollamadıklarına bakıldı. Böyle bir şey de yoktu. Hiçbiri, 'Biz böyle demedik' diye bir düzeltme yapmamış, sadece Behzat Uygur, Ateş Çelik arkadaşımızı arayıp 'Görüşümü yayınladın, başın göğe erdi mi' demişti.
Ancak yine de bu kez daha ihtiyatlı konuşmayı tercih ettiler.
Komisyonumuzun yaptığı çalışma dün sabah sona erince ben de Hüseyin Çelik'i aradım.
Batman'da şehit ailelerine taziye ziyareti yaparken buldum Çelik'i.
'Sayın Bakanım. Dün televizyonda sizi dinledim ve hemen bir araştırma yaptırdım. Elimizde bütün görüşmelerin bantları var. İsterseniz size ulaştırabilirim. Haberimiz satırı satırına doğrudur' dedim.
Hüseyin Bey, 'Gerek yok Fatih Bey. Belli ki, sanatçı arkadaşlarımız kimseyi kırmamak için böyle bir yol seçmişler. Ya da fikirlerini değiştirmişler. Oluyor böyle şeyler' dedi."
Değerli okurlarım, Altaylı'nın yazısı burada bitmiyor.
Şimdi bence Altaylı'nın ve bütün medyanın üzerinde durmadığı noktaya geliyoruz.
Bakın Altaylı yazısını nasıl bağlıyor:
"Gerçekten oluyor böyle şeyler. Sanatçılarımız telefonda karşılarında bir Bakan bulunca 'nezaket' göstermiş olmalılar diyerek meseleyi kapatmayı tercih ediyorum. Belki de kabahat bizde oldu.
Böyle bir soruyu herkese sormamak lazımmış."
Altaylı'nın yazısı burada bitiyor.
Sevgili okurlarım, Fatih Altaylı deneyimli bir köşe yazarı ve bir gazete yöneticisidir.
Pek çok polemik, pek çok kalem dalaşı yapmıştır.
Şimdi de Türkiye'nin tek farklı ve bence gerçekten de kağıt ve baskı olarak en güzel, en temiz, insanın parmaklarını boyamayan, en rasyonel gazetesini başarıyla yönetmektedir.
Altaylı, referandum konusunda çok güzel bir haber hazırlatmış ve iyi de bir gazetecilik örneği vermiştir.
AKP'nin Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik'in eleştirileri üzerine de kendisinden beklenen bir titizlikle konuyu araştırmış ve bulduğu sonuçları dürüstçe kamuoyu ile paylaşmıştır.
Beni şaşırtan nokta, bu olaydaki sorumluluğu, "Belki de kabahat bizde oldu. Böyle bir soruyu herkese sormamak lazımmış" diyerek, konuşulan kişilerde araması oldu.
Oysa bu olaydaki baş sorumlu AKP iktidarının Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik'tir!
AKP'nin, başta medya olmak üzere toplumun tüm kesimlerine karşı nasıl bir "havuç ve sopa" politikası izlediği, nasıl bir baskı uyguladığı, herkesin gördüğü, bildiği, şikayet ettiği ve korktuğu bir olaydır.
İktidarın özellikle referandum konusuna nasıl asıldığı, nasıl elindeki bütün resmi ve özel olanakları bu kampanya için seferber ettiği çok iyi bilinmektedir.
Medyaya nasıl büyük cezalar kesildiğini, açılan davaları, ödetilen tazminatları, tutuklananları, işine son verilenleri, yayından kaldırılan programları herkes korkuyla izlemektedir.
Bu ortam içinde bir takım sanatçıların referandumda AKP iktidarının iradesine karşı bir tutum belirtmesinden sonra telefonda karşısında "Böyle mi dediniz" diye soran bir Genel Başkan Yardımcısı'nı bulduğu anda neler hissettiğini, nasıl paniklediğini tahmin etmek çok güç değildir!
Bence buradaki asıl skandal, Genel Başkan Yardımcısı'nın tek tek, "Hayır" diyeceğini belirten bireyleri bizzat arayarak iktidarın baskısını hissettirmesidir.
Bu baskının medya özgürlüğü ve bireysel temel hak ve özgürlükler açısından, demokrasi açısından ne anlama geldiğini okurlarımızın izanına ve tarihe emanet ediyorum!
Nitekim Altaylı da bu durumun bir ölçüde de olsa farkında olduğunu "Sanatçılarımız telefonda karşılarında bir Bakan bulunca 'nezaket' göstermiş olmalılar..." diyerek belli ediyor...
Ama belki de haksız bir suçlama ile karşı karşıya kalmış olmanın yarattığı psikoloji içinde, gazetenin haberini savunurken, olayın asıl vahim tarafını vurgulamıyor!
Bakanın karşısındaki tutumların "nezaketten" değil, "korkudan" kaynaklandığını herhalde herkes farketmiştir.
Hadi Altaylı'yı, gazetesini ve haberi savunma psikolojisi içine girdiği, gerçeği belirlemeye odaklandığı için, konunun bu yönünü vurgulamamasından dolayı mazur görelim...
Ya olayı suskunlukla geçiren öteki televizyonlarımıza, gazetelerimize ve internet sitelerimize ne demeli!
"Korkunun ecele faydası yoktur" atasözünü hepsine anımsatmak gerek galiba!
Jurnal Net

Nankörlük sanatı

Nankörlük sanatı

NANKÖR (nân-kör), “Gördüğü iyiliği unutan; tuz, ekmek hakkı bilmeyen” demektir. Halkımız, “nankör”e “namkör” der. Annem de kızdığı zaman “Namkör” derdi.

Nankörlük öyle kolay bir sanat değildir: Bu sanatta temayüz etmek için bellek, vicdan ve ar yeteneklerinden uzak olmak, uzak durmak gerekir. Yoksa her insanda bellek yeteneği, vicdan erdemi ve ar duygusu bulunur, vardır.
Bu nankörlük sanatı alanında Türkiye sağcıları ile hiç kimse yarışamaz.
Başbakan’ın sık sık tekrarladığı “CHP taş üstüne taş koymamıştır!” iddiası nankörlüğün en üstün ve doğurgan örneği sayılabilir.
CHP OLMASAYDI OLMAZLARDI
“CHP taş üstüne taş koymamıştır!” geleneksel cümlesini Adnan Menderes’ten başlayarak Türk sağının bütün mümtaz simaları söylemiştir.
Acaba öyle mi?
Adnan Menderes CHP saflarında bir lise (kolej) mezunu iken, parti içinde ilerlemesini sağlamak için CHP liderliği onu yeni açılan Hukuk Mektebi’ne yazdırmış ve mezun ettirmiştir. Daha sonra sağın birinci ve ikinci sınıf liderleri olacak olan zevat da milletvekili iken bu olanağı kullanmıştır.
Parasız yatılı olanağı olmasaydı, muhterem ve muhteşem Süleyman Demirel, Celal Bayar’ın deyişiyle “Su mühendisi” olamaz ve Çoban Sülü olarak kalırdı.
Pek emin değilim ama Erbakan Hoca da bu olanaktan bir şekilde yararlanmıştır. Parasız yatılı olanağından yararlanan muhteremlerin kimler olduğu Afyon, Erzurum, Erzincan ve Adana liselerinin arşivlerinde yer almaktadır.
Zamanımızın Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan da Cumhuriyet’in nimetlerinden bol bol yararlanmıştır. Bunlar taş üstüne konulmuş taşlar değil midir?
ALT YAPI OLMASAYDI OLMAZDI
Sağcılar, Medeni Kanun’u, 1923-1945 arasında çıkarılan çağdaş kanunları hesaba almazlar, deftere yazmazlar. Akılları fikirleri ekonomik kalkınmadadır. Doğrudur!
Ama Türkiye’nin 1923-1939 arasındaki kalkınma hızı, 1950-2010 arasında ulaşılan kalkınma hızından çok daha fazladır. Demiryolları, iplik ve dokuma fabrikaları, şeker ve çimento fabrikaları CHP’nin eserleridir. Türk ağır sanayisinin anası olan Karabük Demir Çelik Fabrikası’nın temeli 3 Nisan 1937’de atılmıştır. Cumhuriyet kurulduğunda kişi başına düşen milli gelir 43 dolar iken 1939’da 90 dolara çıkmıştır. İmalat sanayisinin GSMH’deki payı 1929’da yüzde 9 iken 1939’da yüzde 17’ye yükselmiştir. Demokrat Parti’nin 1950’den sonra başlattığı savruk ve hesapsız kalkınma, CHP’nin kurduğu ve yarattığı altyapı olmasaydı havada kalırdı. 1960’tan sonra gerçekleşen ekonomik kalkınma da Planlama’nın eseridir.
NANKÖRLÜK ERDEMSİZLİKTİR
CHP’nin kurduğu Cumhuriyet olmasaydı, Pakistan, Afganistan, Yemen ve öteki İslam ülkelerinden bir parmak ileri gidemezdik. Nankörlük erdemsizliktir, fazilet yoksunluğudur. Nankör adama güvenilmez!

ergenekon soruları..

 
mateser
Hangi sorular yöneltiliyor
DURUŞMA sırasında Balbay ve Özkan gazetecilere birer not gönderdiler.
Kendilerine yöneltilen sorulardan bir özeti içeriyordu bunlar.
-  ÖZKAN’a...
-  20 yıldır aynı takım elbiseyi giydiğiniz doğru mu?
-  Yamalı pantolon giyer misiniz?
-  Taze fasulye sever misiniz?
-  Domatesi ekmek arası yer misiniz?
-  Neden Ergenekon örgütünü araştırmadınız?
-  Susurluk’la ilgili o kadar araştırmanız ver, Ergenekon ile ilgili bize yardımcı olun, bildiklerinizi anlatın.
(Özkan’ın hâkime “Suçumu söyleyin” demesi üzerine savcı aynen şöyle diyor:
“Suçunu kendisi daha iyi bilmektedir...”)
-  BALBAY’a...
-  Kimi komutanların size anlattığı şeyler suç unsuru içermektedir. Bunlar niçin size anlatıldı?
-  Atatürkçü Düşünce Derneği’nin size gönderdiği bazı iletiler var. Bu iletiler başka kimlere gönderilmiş olabilir?
-  (Balbay TV görüşmesinde ‘bütün renkler aynı anda kirlendi’ kısmını söylemeden ‘birinciliği beyaza verdiler’ demiş. Bu görüşme ile ilgili savcılık yazılı sorgusunda şu soru yer almış:) “Beyaz kim?”
-  Neden çok belgeniz var?
-  (Balbay, bu belgeleri kitaplarında ya da haberlerinde kullandığını anlattıktan sonra yeni soru ile karşılaşıyor:) “Kitaplarınızı anladım ama neden çok belgeniz var?”
-  Haberinize neden böyle bir başlık attınız?
-  İlhan Selçuk size “Ankara’ya geliyorum, herkesi topla” demiş. (Telefonda) Herkes kimdir, kimlerdir, niçin siz topluyorsunuz?

y.bayer
--------

13 Ağustos 2010 Cuma

taip erdogan satmadık kiraladık

 
Çevreci tipler...


- Dereleri sattınız mı?

- Satmadık.


- Ya ne yaptınız?

- Devrettik.

- Ha, o başka.

*

Yemin etse başı ağrımaz!

*

Rize’de derelerin üstüne kurulan hidroelektrik santralının açılışını yaptı Başbakanımız... Ki, mahkemeliktir o santral, henüz kararı verilmemiştir... Yargı kararını filan beklemeden kurdeleyi kesen Başbakanımız, “bitakım çevreci tipler karşı çıkıyor” dedi.

*

İki ay önce...

*

Üç profesörümüz Bolu’da trafik kazası geçirdi, üçü de rahmetli oldu. Bir tanesi “üçüncü köprü İstanbul ormanlarını mahvedecek” şeklindeki rapora imza atan, Profesör Ahmet Hızal’dı... Bir tanesi ise, İstanbul Üniversitesi Orman Mühendisliği Bölüm Başkanı Profesör Asuman Efe’ydi...  “Bitki Ana” olarak tanınıyordu.

*

Nereye gidiyorlardı?

Kastamonu’ya.

Loç Vadisi’ne.

*

Küre Dağları’nın milli park alanı içinde kalan Loç Vadisi’ne hidroelektrik santralı yapmak isteniyordu ve ahali itiraz edince, mahkemelik olmuştu... Kastamonu İdare Mahkemesi de, bu üç saygın profesörümüzü “bilirkişi” tayin etmişti... “Gelin, yerinde inceleyin, ağaçlar katledilecek mi, çevre zarar görecek mi, rapor yazın, ona göre karar vereyim” demişti.

*

Çevreci tipler yani...

*

Ve, maalesef kaza oldu, bilirkişi heyeti öldü. Ama, içimi sızlatan sadece bu değil... O kaza, tüm basınımızda haber yapıldı. “Bitki Ana”nın tüm gazetelerimizde, tüm televizyonlarımızda “hep aynı fotoğraf”ı yer aldı. Hep aynı vesikalık fotoğraf...

Akbil kartından alınmıştı.

*

Çünkü... Ömrünü memleketin ormanlarına adayan “Bitki Ana”, o feci kazada hayatını kaybedene kadar, tek bir kare bile haber olmamıştı Türk basınında!

*

Ne bir üniversite fotoğrafı.

Ne bir konuşma fotoğrafı.

*

Çantasından Akbil vesikalığı çıkmasaydı, o güne kadar kendisinden tek satır bahsetmeye tenezzül etmeyen Türk basını, fotoğrafsız vermek zorunda kalacaktı “Bitki Ana”yı.

*

Dolayısıyla...

Dereleri, ormanları haşat eden santralları “şahane oluyor” diye gümbür gümbür manşet yapan Türk basınına, “bitakım çevreci tipleri” şikâyet etmekte haklı...

*

Kim oluyor ki, o çevreci tipler?

Hangi hakla pişmiş aşa su katıyorlar?

Göstermeyin kardeşim bunları.

Konuşturmayın. Yazmayın
yılmaz özdil




İki villa arasındaki 10 fark

- ÜSKÜDAR’DAKİ VİLLA: Harbiden villa... BURHANİYE’DEKİ VİLLA: Villacık...

-  ÜSKÜDAR’DAKİ VİLLA: Çok değerli bir tepede...
BURHANİYE’DEKİ VİLLA: “Emekli cenneti” denebilecek bir yerde...

-  ÜSKÜDAR’DAKİ VİLLA: “Para peşin, kırmızı meşin” durumu söz konusu olmuş.
BURHANİYE’DEKİ VİLLA: Kooperatif dayanışması ve banka ipoteğiyle kotarılmış.

-  ÜSKÜDAR’DAKİ VİLLA: Kolayca paha biçilemiyor.
BURHANİYE’DEKİ VİLLA: Kolayca paha biçilebiliyor.

-  ÜSKÜDAR’DAKİ VİLLA: Alengirli havuzu az kişi tarafından kullanılacak...
BURHANİYE’DEKİ VİLLA: Alengirli olmayan havuzu çok kişi tarafından kullanılacak.

-  ÜSKÜDAR’DAKİ VİLLA:
İktidarda iken alınmış...
BURHANİYE’DEKİ VİLLA: Muhalefette iken alınmış...

-  ÜSKÜDAR’DAKİ VİLLA: Yeterince büyük...
BURHANİYE’DEKİ VİLLA: Yeterince küçük...

-  ÜSKÜDAR’DAKİ VİLLA: “Yandaşları” susturmuştu...
BURHANİYE’DEKİ VİLLA: “Yandaşları” konuşturuyor.

-  ÜSKÜDAR’DAKİ VİLLA: Aynısından çok kişide yok...
BURHANİYE’DEKİ VİLLA: Aynısından çok kişide var.

-  ÜSKÜDAR’DAKİ VİLLA: Melih Gökçek’in dolaylı katkısıyla gündeme gelen villa...
BURHANİYE’DEKİ VİLLA: Melih Gökçek’in doğrudan katkısıyla gündeme gelen villa...
a.hakan

7 Ağustos 2010 Cumartesi

Gırgır son halife

Gırgır son halifeyi açıkladı!

Ciddi bir siyasi ahlak meselesi

leman
Ciddi bir siyasi ahlak meselesi


BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, Aydın’a gitti ve bir miting ile toplu açılışlar yaptı.

Açılışını yaptığı yerlerin bir bölümü daha önce açılmıştı, bir bölümü de açılış yapılmasına rağmen henüz kullanılabilecek durumda değil. Haksızlık etmeyeyim, yeni yapılmış ve hizmete girecek olanlar da vardı.
Başbakan, devlet olanaklarıyla bir siyasi miting yaptı. Törendeki konuşmasının çok büyük bölümü referandumda nasıl oy kullanılması gerektiği ile ilgiliydi.
Başbakan’ın referandum mitinginde vali de konuştu.
Belki de MHP binasındaki pankartı polis zoruyla indiren bir valinin siyasal bir mitingde konuşmasını çok yadırgamamam gerekirdi.
Bununla da kalmadı, Aydın ve ilçelerinde bu mitinge katılmak isteyen kamu görevlilerinin idari izinli sayılacakları da resmi yazılarla duyuruldu.
Öte yandan benzer bir iş de Antalya’da yapıldı. Belediye kentin dört bir yanını “Hayır” afişleriyle donattı ama bu “Hayır”lar orman yangınları, trafik kazaları filan içinmiş!
Hepimizin zekâsına hakaret niteliğinde bir açıklama bu.
Her iki durum da neresinden bakarsanız bakın hem Yüksek Seçim Kurulu’nun açıkladığı yasaklara ve konuyla ilgili yasaların gerçekleştirmek istedikleri şeye aykırı bir iş.
Dün de bu konuyu yazmıştım.
Yasalar, siyasi rekabette eşitlik bozulmasın, vatandaşlar tercihlerini özgürce kullanabilsinler diye yapıldı.
Arkalarından dolanmak, devlet ve belediye olanaklarıyla propaganda yapmak siyasi etiğe uygun bir iş değil.
AKP’nin de CHP’nin de aldıkları Hazine yardımı, bu mitingleri kendisinin düzenlemesine de yetecek kadar büyük ve zaten Hazine yardımı bu amaçla partilere veriliyor. Devlet olanakları istismar edilmesin, siyaset sadece paralı insanların işi olmasın diye!

Bu sözü size kim söyledi?

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, “Bana Menderes’in akıbetini bilmiyor musun diyorlar. Biz bu yola beyaz gömleğimizi giyerek çıktık. Ruhumuzu, canımızı bu uğurda vakfettik” dedi.
Daha önce de yazmıştım. Başbakan, sekiz yıldır iktidarda ve canının istediği her şeyi yapabiliyor ama bu “beyaz gömlek-kefen” metaforundan da bir türlü vazgeçemiyor!
İnternette şöyle bir araştırma yaptım, gazete köşelerinde ya da siyasi parti liderlerinin demecinde, Başbakan’ın kendisine söylendiğini iddia ettiği bir söze ya da imaya rastlamadım.
Birileri bunu söylüyorsa, demek ki Başbakan’ın kulağına bunu özel olarak fısıldıyorlar.
Demek ki Başbakan artık mağdur edebiyatının bunca yıllık iktidardan sonra tutmadığını gördü, “potansiyel mağduru oynamaya” karar verdi.
Her gün düzenlediği mitinglerden birinde bu sözü kimin söylemiş olduğunu açıklasa da hepimiz öğrensek, ne kadar iyi olurdu.
Başbakan, mitingde, “Merhum Menderes, demokrasi dedi, özgürlük dedi, yeter söz milletindir dedi. 12 Eylül Menderes’in vasiyetinin yerine getirileceği tarihtir” diye konuştu.
Menderes’in bir askeri darbe ile görevinden uzaklaştırılması ve idam edilmiş olması elbette herkes için bir utançtır.
Ama Başbakan kusura bakmasın, rahmetli Menderes’in demokrasi anlayışı, bugünün ölçülerine hiç sığmıyor.
Tahkikat komisyonları, basına getirilen kısıtlamalar, hapislerde süründürülen aydınlar, cadı avına dönüştürülen komünist tevkifatları, mahkemelere belli amaçlarla atanan yargıçlar o dönemden tarih kitaplarına kalmış şeyler.
Rahmetli Menderes de ne yazık ki Türkiye’nin sağcı politikacılarının çoğu gibi “kendine göre bir demokrasi” istiyordu.
Başbakan, kendisi ile Menderes arasında bir benzerlik arıyorsa o da işte tam bu noktadır!


m.nuriyılmaz /hurriyet

Komutan adaylarımı açıklıyorum

nuri kurtcebe cizmiş
 
Komutan adaylarımı açıklıyorum


Haber kanalı seyrediyorum...

Duayen bi gazeteciyi çıkardılar.


“N’olacak şimdi?” diye sordular.
“İnanın bilmiyorum” diye başladı.
*
Saat tuttum... 22 dakika anlattı.
*
Ben kendi payıma bildiklerimi bile iki dakka anlatamam, adamı “reklam arası vermemiz lazım” diye susturmasalar, 222 dakka anlatacaktı bilmediklerini!
*
E böyle olmaz tabii...
Yapıcı öneriler lazım.
*
Hilmi Özkök’ü Kara Kuvvetleri Komutanı yapın mesela... Tecrübeli.
*
“Muvazzaf general mi kalmadı kardeşim, emekli generalden komutan olur mu?” derseniz...
Terörle mücadele eden yüzlerce muvazzaf general varken, emekli generali terörle mücadele koordinatörü yapmadınız mı kardeşim? Muvazzaf general mi yoktu?
*
O olmadı, birinci ordu komutanını kuvvet komutanı yapın, boşalan yere, Liman von Sanders’i birinci ordu komutanı yapın... Yapmadınız mı daha önce?
*
(Donanma komutanımız Souchon Paşa, genelkurmay ikinci başkanımız Bronsart Paşa, birinci ordu komutanımız Liman von Sanders Paşa’ydı, malum... Bütün payeler Alman subaylarına verilince, 276 kiloluk top mermisini paşa paşa sırtında taşıma payesi de, Seyit onbaşıya kalmıştı haliyle!)
*
“Almanya’dan general ithalatı memlekete pahalıya maloldu” diye endişe ediyorsanız, sıkmayın canınızı...
“General” mobile var.
Çakma, Çin malı.
Orijinaliyle aynı işi görüyor.
*
Şaka bir yana, üç beş apoletlinin oturup general seçmesi, demokrasiye aykırıdır aslında... Madem hevesi var, illa komutan olmak istiyor, kışlalarda miting yapsın general adayları... Cemselerin üstüne çıkıp, vaatlerde bulunsunlar, “alakart karavana yapıcam, suşi, her gün çarşı izni, her akşam aç aç” filan...
Ona göre karar versin erat.
*
Tabii, kararı onbaşıya çavuşa bırakırsan, gidip en çok sevdikleri astsubaylara oy verirler, benim tercihim öyle olurdu en azından... Astsubayların general olmasını engellemek için, yüzde 10 barajı getirilsin... Eşit oy alanlar “koalisyon komutanı” olsun... Afganistan’da
Irak’ta yok mu koalisyon güçleri
komutanı? Pentagon’dan iyi mi bilicez...
Sırayla yapsınlar.
*
Denizi olmayan başkentte deniz kuvvetleri komutanlığının ne işi var?
TOKİ’ye devredilsin...
Selimiye Kışlası’nın manzarası şahane, yan gelip yatma yeri olmadığına göre, belediye başkanı otursun oraya...
Ve, “Allah’tan bunlarla savaşa girmemişiz” dediğine göre, anlıyor demek ki bu işten, hazır gözleri de yaş’lı, Bülent Arınç olsun genelkurmay başkanı. 

yılmaz özdil hürriyet

Para - borsaile ilgili herşey

sitene html kodları

HTML KODLARI SEÇ BEĞEN

arama motoruna ücretsiz kayıt

URL Submitter - URL Kay�t
Google AllTheWeb BuildTurkey
InfoTiger Rediff ScrubTheWeb
EntireWeb ExactSeek Splatsearch
WhatUseek TrueSearch GigaBlast
-------------------------------------------------------------

ARAMA MOTORLARINA DİREK KAYIT

URL KAYDET. 1. http://search.yahoo.com/info/submit.html Yahoo! Search 2. http://search.msn.com/docs/submit.aspx?FORM=WSDD2 MSN 3. http://www.google.com/intl/en/addurl.html Google 4. http://www.about.com/gi/pages/homehc.htm#c4 About 5. http://www.dmoz.org/add.html Open Directory 6. http://www.accoona.com/submit.html Accoona 7. http://www.exactseek.com/add.html ExactSeek 8. http://www.scrubtheweb.com/addurl.html ScrubTheWeb 9. http://www.snap.com/about/site.php?last_link_type=about Snap 10. http://www.searchsight.com/submit.htm SearchSight 11. http://www.searchit.com/addurl.htm SearchIt 12. http://www.buzzle.com/suggest_basic2.asp Buzzle 13. http://www.entireweb.com/free_submission/ EntireWeb 14. http://www.whatuseek.com/addurl-secondary.shtml What U Seek 15. http://www.ezilon.com/ezilon_url_submission.htm Ezilon 16. http://www.gimpsy.com/gimpsy/searche...check_free.php Gimpsy 17. http://www.dirone.com/add_link_m.php dirOne 18. http://www.websquash.com/cgi-bin/sea...l?Mode=AnonAdd WebSquash 19. http://www.abilogic.com/how-to-suggest-a-site.php AbiLogic 20. http://addurl.amfibi.com/ Amfibi 21. http://www.01webdirectory.com/submit.htm 01WebDirectory 22. http://www.netinsert.com/en/insert.html NetInsert 23. http://www.mavicanet.com/ MavicaNET 24. http://www.searchhippo.com/addlink.php SearchHippo 25. http://www.worldsiteindex.com/ World Site Index 26. http://www.dailyorbit.com/add.htm DailyOrbit 27. http://www.nationaldirectory.com/addurl/ NationalDirectory 28. http://www.tygo.com/websites/FreeSubmitURL.aspx TYGO 29. http://www.mixcat.com/addurl.php MixCat 30. http://www.aeiwi.com/submit.html Aeiwi 31. http://www.illumirate.com/add_your_site_exp.cfm IllumiRate 32. http://www.infotiger.com/addurl.html Info Tiger 33. http://www.towersearch.com/addurl.php TowerSearch 34. http://www.splatsearch.com/submit.html SplatSearch 35. http://www.subjex.net/submit_url.html Subjex 36. http://www.qango.com/dir/addurl.html Qango 37. http://www.zeezo.com/Listings/New.aspx Zeezo 38. http://www.canlinks.net/addalink/ CanLinks 39. http://www.webbieworld.com/signup.asp WebbieWorld 40. http://www.searchking.com/add_new.htm SearchKing 41. http://www.amray.com/cgi/amray/addurl.cgi AMRAY 42. http://www.go4.it/listing.asp Go4.it 43. http://www.cipinet.com/addurl.html Cipinet 44. http://www.hedir.com/submit-help.html Hedir 45. http://www.walhello.com/addlinkgl.html Walhello 46. http://www.linketeria.com/submitsite.htm Linketeria 47. http://www.claymont.com/login/login.asp?img=y Claymont 48. http://www.jdgo.com/add.html JDGO 49. http://www.spheri.com/tc143as.php?sid=0 Sphericom 50. http://www.kaspie.com/web.html Kaspie